ODTÜ Teslim Olmaz! – Melda Yel

ODTÜ’nün tespitine göre; 292 çam, 133 dişbudak, 916 ahlat, 293 badem, 58 kavak, 696 diğer yapraklılar olmak üzere 2388 ağacı kestiler. Dört sene önce aylarca gece ve gündüz direnerek yaşanmasını önlemeye çalıştığımız felaketin resmi bilançosu bu rakamlardı.

Hiçbirimiz unutmadık ancak hatırda kalması için anlatalım. Gezi direnişiyle başlayan ve kısa sürede neredeyse tüm coğrafyamıza yayılan ayaklanma ruhu, o müthiş yaz, Eylül’e gelindiğinde yoğunluğunu düşürmüş, mahalle forumları, toplantılar, yeni dayanışma ağları şekillerinde alternatif örgütlülük biçimleri yaratmaya ve yereli savunma fikrini geliştirmeye yönelmişti. Bu yönelimin sebepleri ve sonuçları üzerine sayısız tartışma yaşandı, birçok devrimci örgüt yapısal yenilenmelere gitti, seneler sonra yeniden devrimciler olarak bir ayaklanmanın dinamikleri, öncülüğü ve önderliği üzerine somut tartışmalar yapma, buna uygun yapılar geliştirme telaşına düşüldü. Politizasyon o kadar yoğun yaşanmıştı ki, ayaklanmanın şiddetinin azaldığı dönemlerde dahi hükümet sözcüleri korkularını ifade etmekten çekinmiyor, verdikleri demeçlerde açık açık okulların açıldığı döneme dikkat etmek gerektiğini, öğrenciler bir araya geldiği anda yeniden ayaklanma girişimleri olacağını ve saygıdeğer halkın bu girişimler karşısında galeyana gelmemesi gerektiğini sürekli olarak telkin ve tehditler eşliğinde belirtiyorlardı. Dedikleri gibi de oldu; üniversiteler açıldığı andan itibaren tepkiler tekrar yükselmeye başladı. Bu sırada ODTÜ’de, üniversiteye özel ve bir o kadar da bütün bir Ankara halkını ilgilendiren bir işgal girişiminden dolayı ayrıca bir direniş başlamıştı.

 

“Ankara’daki Anadolu Bulvarı’nı, Konya Yolu’na bağlayacak, günde 40.000 aracın geçeceği, 4+4, 8 şeritli otobanı istemiyoruz! ODTÜ ormanı otoban olmasın!”

Sözümüz, talebimiz açıktı. Melih Gökçek öncülüğünde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ve güç aldıkları hükümetin amaçladığı talan bütün çıplaklığıyla ortadaydı. Bu plana göre okulu tam da öğrencilerinin yaşadığı mahalleyle ayıracaktı. Binlerce ağacı kesilecek, huzurlu mahallemiz de dahil olmak üzere koca bir yaşam alanını göz göre göre yok edilecekti. Üstelik Ankara trafiğine somut hiçbir çözüm sağlamayacak bir otoban yapmak pahasına planlamıştı her şey. ODTÜ yönetimi, akademisyenler, öğrenciler, mahalle halkı, sendikalar, meslek odaları ve Haziran Ayaklanmasının devamcıları olan hepimiz, gözlerini rant bürümüş bu insanların karşısına dikildik. Önce yolun yapılacağı arazide mahalle halkıyla birlikte direniş çadırları kuruldu. Gezi’nin büyük bir kazanımı olarak kurulmuş 100.yıl inisiyatifi ve ODTÜ öğrencileri bu direniş çadırlarında birlikte nöbet tuttular. Bir yandan da kamuoyu bilgilendirme çalışmaları direnişe destekçi kurumlar aracılığıyla sürüyordu. Polisin direniş alanına ağır saldırılar yapmasıyla eş zamanlı olarak ülke gündemi de direnişi konuşur hale geldi, eylemler büyüdü. Ankara’da ve birçok şehirde her akşam yürüyüşler yapılmaya başlandı. Tüm cüretimizle sokakları doldururken bir gece, 10 Eylül gecesi Antakya’da “ODTÜ öğrencileri yalnız değildir” yürüyüşünde Ahmet Atakan faili meşhurlarca öldürüldü. O anla birlikte yaşam alanımızı korumak için verdiğimiz mücadelenin bu coğrafyanın ezilen halklarının kaderiyle doğrudan bağlantılı olduğu gerçeğini bir çoğumuz ilk kez deneyimledik. Eylemlerimiz hem insan sayısı ve sıklık hem de nitelik olarak arttı. Bu sırada yolu inşa etmeye başladılar. Sıra ormana gelmeden önce önlerine çıkan engelleri (güzergahta bulunan iş yerleri ve evleri) yıktılar. Artık duyuru yapılmadan bile her akşam yol çalışmasının başladığı yere bir sürü insan toplanıyor, öğrenciler her gece polisle çatışıyordu. Çatışmaların bu denli yoğunlaşmasıyla birlikte polis bir süre sonra kampüse kaçak olarak girip maddi zarar vermeye, attığı gaz fişekleriyle ormanda yangın çıkarmaya, birçok öğrenciyi ve akademisyeni yaralamaya başladı. Bir öğrenciyi yanan barikata atması saldırısının ciddiyetini daha iyi anlatabilir. Fakat aslında, polisin saldırısından çok konuşulması gereken bizdik. Bir yandan neredeyse her gün forumlar düzenliyor, her akşam yürüyüş yapıyor, ormanda çıkan ufak çaplı yangınlara yangın söndürücülerle koşuyor, polise de barikatlarımızla epey bir meydan okuyorduk. Yine de yol çalışmaları devam ediyordu, orman sınırına yaklaşılmıştı, iş makinelerini fiili olarak birkaç kere durdurmaya çalışsak da pek başarılı olamadık, üstelik yol inşaatının yanında gece gündüz belediyenin tuttuğu özel güvenlik bekliyordu.

Yorulmaya başladık, çabalar sonuç veriyor mu emin değildik, forumlar bir yerden sonra her akşam yürümek ve yeni forumlar örgütlemek dışında alternatifler üretememeye başladı, eylemlerin sıklığı ve katılan kişi sayısı giderek azaldı. İrademiz ve neşemiz giderek kırıldı. Bayram tatili sırasında 18 Ekim gecesi kırkın üzerinde iş makinesi, kamyon vb. araçlarla belediye ekipleri ormana baskın düzenledi ve yazının başında belirtilen doğa katliamını gerçekleştirdi. O sırada Ankara’da bulunanlarımız ağaçların kesilmesine engel olmak için ellerinden gelen her şeyi yaptı ancak yine polisin ve güvenliğin saldırısıyla engellendiler. Bizim açımızdan başından beri korumak amacıyla direndiğimiz ormanın gördüğü zarar, başlı başına bir yenilgiydi ancak vazgeçmedik. Ertesi gün kesilen ağaçların yerine yeni fidanlar dikip başlarında nöbet tutmaya başladık. “Fidan dikme şenliği” biçiminde bu eylemi kitleselleştirdik ve süreklileştirmeye çabaladık, polisinin saldırısı sonrasında diktiğimiz fidanlar söküldü, yol çalışması devam etti ve en sonunda yol bitti. Yol yapıldığına göre artık kullanılmasına dair bir itiraz gerçekleştirmemiz gerektiğine karar verdik ve yol açılışının yapılacağı gün, ODTÜ’den açılış alanına kitlesel bir yürüyüş başlattık. Şiddetli bir çatışma yaşandı, polisin uzun süreli geri çekilmek zorunda kaldığı zamanlar oldu ve bu zamanlarda yola araç geçişini engelleyecek barikatlar yapıldı. O sırada yoldan geçmeye çalışan bir AKP seçim aracının yandığına ve kullanılamaz hale geldiğine tanık olduk.

Aradan geçen dört senede tespitlerimizde haklı olduğumuz görüldü, Gökçek’in inşa ettirdiği otoban Ankara’nın trafik sorununa neredeyse hiçbir çözüm getirmedi, 100.yıl mahallesine zarar verdi ve kentsel dönüşüm sürecini hızlandırdı, ODTÜ ormanına verilen zararın telafi edileceği vaadi hiç gerçekleştirilmedi, ancak direnişimiz bir yenilgiyle sonuçlansa dahi ODTÜ’nün sonraki süreçte politik gündemlere müdahil olma gücünü tazelemiş oldu, üniversitede okuyan birçok öğrencinin politikleşme sürecinde kilit rol oynadı.

Neden binlerce ağacın kesilerek o yolun yapılmasına engel olamadık? Sonraki dönemde çok tartıştık. Öncelikle, çoğu direniş gibi ODTÜ yol direnişinde de mücadele eşitsiz kuvvetler arasında sürüyordu. Bu eşitsizliği gidermek ve kendi lehimize çevirmek için mücadeleyi üniversitenin bir sorunu olmaktan çıkarıp, halklaştırmak ve bu oranda kitleselleşmeyi başarabilmek gerekiyordu. İlk dönemlerde nispeten başarı gösterdik, Gezi’nin rüzgarını arkamıza alarak yukarıda anlatıldığı gibi birçok ilde eylemler örgütlenmesini sağladık ve ana akım medyada direnişin en çok konuşulduğu dönem de bu dönemdi, ancak süreklileştiremedik. İkinci olarak, fiili meşru eylem biçimlerine başladığımızda, üniversite yönetiminin kaygılarını dikkate almayı bırakarak eylemlerimizin niteliğini arttırmamız, farklı mücadele araç ve biçimlerini kullanmaktan çekinmememiz gerekiyordu. Yaptığımız barışçıl eylemlere dönük ağır saldırıları çoğu zaman meşruluğumuzu kaybetmemek adına cevapsız bıraktık, oysa kitle gücümüz iyi örgütlendiğinde bu saldırılara cevap verecek, iş makinelerini durduracak ve işçilere iş bıraktıracak potansiyele sahipti. Üniversite yönetiminin kaygı ve istekleriyle uzlaşmacı tavrın, bu noktalarda direnişin enerjisini boğduğunu söyleyebiliriz. Ancak en büyük eksiğimiz, ODTÜ öğrencileri arasında yeterli farkındalık ve taraflaşmayı sağlayamamak oldu. Bir yanda kampüsün geleceği için akademisyen ve öğrenciler kol kola direnirken, diğer yanda dersler hiçbir şey yokmuş gibi devam etmemeliydi. Bunu engelleyecek, kampüste yaşanan günlük hayatı etkileyecek gücümüz vardı fakat yeterince iyi kullanamadık.

Ankara Büyükşehir Belediyesi şimdi de ODTÜ’den üç yeni yol geçirmeye çalışıyor. Bilkent Şehir Hastanesi’ni kente bağlamak bahanesiyle hem kampüsü tam ortasından bölecek bir şekilde tasarladıkları, hem de Kuzey Güney doğrultusunda 50 metre genişliğinde ve 4.8 km uzunluğunda tasarladıkları iki yol kampüs için tehdit içeriyor. ODTÜ yönetiminin itirazları doğrultusunda kampüsün ortasından yani Hazırlık Bölümü’nün arkasından geçecek olan yolun tünel şeklinde yapılmasında şimdilik uzlaşıldı ancak bahsettiğimiz 4.8 km’lik yolu yapmakta kararlılar. Bu yolun çok büyük bir kısmı ormandan geçecek ve yaklaşık 8.000 ağacı kaybedebiliriz. Bu katliamın yaşanmaması için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Bahsedilen yollar bir belediye hizmeti, trafik sorunlarına çözüm ya da toplumsal fayda değiller. Bugün koşullar birkaç sene öncesine göre daha zor biliyoruz, ancak umutla ve inatla, önceki hatalarımızdan ders çıkararak zalimin karşısına dikileceğiz. ODTÜ ormanını, hiçbir ormanı, yaşam alanlarımızı ranta kurban etmemek için direneceğiz.

Okulların açılmasıyla birlikte, direnişin sıcaklığının bütün kampüsleri sarması dileğiyle.Ahmet Atakan’ın mesafeleri yok eden dayanışmasına hasretle…