Normalimiz Gezi’dir! – Nurhak Özgür

Nurhak’ta ölümsüzleşen devrimci gençlik önderlerimize; Gezi şehitlerimize ve Metin Lokumcu’ya bağlılıkla…

Baskı ve sömürü altında yaşayan ezilen milyonların burjuvazi ve onun faşist diktatörlüğüne meydan okuyuşu; Gezi Ayaklanması’nın üzerinden 7 yıl geçti. No Pasaran’da söylendiği gibi aynı; kimler yoktu ki aralarında! Yok sayılan, inkar edilen, sömürülen, yoksulluk ve ölüme mahkum edilen farklı toplumsal kesimlerden milyonlarca insan coğrafyanın her yerinde eylemdeydi. Gezi bir ayaklanmaydı. Onurlu ve özgür yaşamak isteyenlerin zulme başkaldırısıydı. “Böyle gitmeyecek” diyenlerin, faşist iktidarın aklına çiviledikleri bir korkuydu.

 

Gezi’den günümüze kadar gelen sürece bir göz atmak istesek devletin her fırsatta Gezi ile nasıl hesaplaşmaya çalıştığını, bu korkunun kendisinde yarattığı kin ve nefreti görmemiz zor olmayacaktır. Halkı koyun belleyip her sopa gösterdiklerinde hizaya geleceğini zannedenler için de, “bu halktan bir şey olmaz” diyenler için de unutulamayacak bir mesajdı, Gezi ve tarihin sayfalarında yerini aldı. 2002’de iktidara gelen AKP için sonun başlangıcıydı desek yanılmış olmayız.

 

Peşinen söylemeliyiz ki 7 yıl önce ayaklanan milyonlar eskisi gibi yönetilmek istemediğini göstermiş oldu. Faşizme karşı birlikte direnmenin yaratacağı devrimci sonuçları açığa çıkardı. Mücadele araç, yöntem ve biçimlerde çağın ihtiyaçlarına cevap olabilecek düzeyde örgütlenmelerin yaratılmasının acil ihtiyaç olduğunu kendi deneyimiyle ortaya koydu. Geleneksel yaklaşımlardan kopuşu dayattı. Belirleyici olan mücadele hattının yani mutlak zaferin sokakta kazanılabileceğini gösterdi. Kitlelere güvenmeyen ve onun eyleminden öğrenmeyen yaklaşımları mahkum etti ve kendisiyle yüzleşmeye sürükledi. Emekçi sol ve demokratik hareketlerde siyasal, ideolojik ve örgütsel yıkıcı ve yapıcı sonuçlar yarattı. Aynı zamanda ayaklanma kendi örgütlerini geliştirdi ve herkesin fikrini özgürce tartıştığı ortak forumlarla yönünü çizdi. Doğrudan dahiliyet biçimlerinin örgütlenmesiyle birlikte eylemine sahip çıkma pratikleri, dayanışma ve direniş deneyimleri gelişti, ölü toprağı atıldı ve bilinç sıçraması yaşandı. Farklı kategoriler etrafında sıralayabileceğimiz onlarca sonuç var elbette ama buranın üzerinde durmayacağız. Gezi’nin bize gösterdiği ve güncelliğini daima koruyan gerçeğin üzerine konuşacağız; diktatörler yenilebilir!

 

Aradan geçen 7 yılda gerek dünya çapında gerek bölgesel düzeyde ve coğrafyamızda siyasal, ekonomik ve toplumsal birçok değişim ve gelişme yaşandı. Ezilenler cephesinde en önemli başarılar olarak tarif edebileceğimiz dönemeçler olan 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin aldığı yenilgi, Kobane Serhıldanlarında yaşadığı çaresizlik ve Rojava Devrimi’nin faşist şefliği düşürdüğü çıkmazlar, iktidarı kaybetme korkusunu her gün daha derinden yaşayan faşist iktidarı uçurumun kıyısına sürükledi. Ve sonrası malum; faşist devlet terörü en azgın biçimleriyle ezilenlerin üzerine gölge gibi çökmeye çalıştı.Kürt ulusuna yönelik saldırılar, faşist devlet terörü ve inkarcı-sömürgeci politikalar, DAİŞ-MİT ortaklığıyla tertiplenen kitle katliamları, artarak devam eden kadın cinayetleri, KHK ile ihraçlar, nefret cinayetleri, kalıcılaştırılan OHAL, faşist yasalar ve uygulamalar, ekolojik yıkım, demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesi vb. yöntemlerle ezilenlere topyekun savaş açan MHP-AKP faşist bloğu istediğini elde edebildi mi? Hayır. Ezilenlerin mücadelesini durdurabildi ve öncülerin iradesini kırabildi mi? Hayır. Hileyle hurdayla kazandığı seçimler, faşist iktidarını koruma altına aldı mı? Hayır. Faşist diktatörlüğün Gezi ile başlayan gerilemesi durmadı. Kimi çarpışmalarda başarılar elde etmiş olabilir ancak faşist diktatörlüğün yapısal sorunlarının çözülemediği ve krizlerin giderek derinleştiği gerçeğini frenleyemedi.

 

Pandemi öncesi yaklaşık 45 ülkede gelişen halk isyanları ve ayaklanmalar, derinleşen devlet-halk çelişkisinin geldiği noktayı tüm dünyaya gösterdi. Emperyalist Küreselleşme koşullarında burjuva değişim programlarıyla veya emekçilere verilecek tavizlerle baskıcı rejimlerin kendini kurtarma şansı yoktur. Onların tek varlık koşulu çarkların dönmesiyle birlikte emekçileri ve doğayı daha fazla sömürmektir. Pandemi süreci bunu en yalın ve çarpıcı biçimleriyle dünya halklarına bir kez gösterdi.

 

Dünyanın her yerinde burjuva devletlerin sermaye sınıfının çıkarları için uyguladığı politikalar karşısında yoksullaşan emekçilerin öfkesi büyüyor. Lübnan’da “Açlıktan öleceğimize virüsten ölürüz” diyerek hükümet binalarını basan emekçiler, Amerika’da ırkçı saldırılara karşı Minneapolis’i yangın yerine çeviren siyah halkın direnişi ve birçok ülkede süren mücadeleler; Gezi ve benzeri ayaklanmaları yaratan potansiyel gücün varlığını ve nesnel durumun değişmediğini, aksine daha da derinleştiğini gösteriyor.

 

1 milyon adet plastik mermi, 103 bin 500 adet OC gaz spreyi, 5 bin adet taarruz el bombası gibi malzemelerle emniyet envanterini genişleten, iç savaş hazırlığı kapsamında faşist çete örgütlenmelerini hızlandıran ve sokaklarda polis-bekçi terörünü meşrulaştırıp halkın biriken öfkesini sindirmeye çalışan faşist şeflik rejiminin korkusu yeni bir Gezi değil de nedir? Darbe ve erken seçim manüpilasyonlarıyla, gelişme nüveleri taşıyan olası halk hareketini düzeniçi sınırlarda tutma çabaları hangi korkuya önlemdir? Sarayın kurmayları tarafından sürekli savrulan tehditlerin, artık kimsenin inanmadığı yalanların, çıkarılan faşist yasaların ve gasp edilen demokratik kazanımların altında yatan emekçi sınıflarında ayaklanacağına dair duydukları korku değil de nedir?

 

Gezi “3-5 ağaç kesimi” biçiminde çakılan kıvılcımla alev alan ve kendiliğinden gelişen bir ayaklanmadır. Şüphesiz o güne kadar sürdürülmüş olan mücadelelerinin ve ödenen bedellerin toplumda yarattığı bir hafıza muhakkaktır ama hareketin gelişimi örgütlü bir çağrı biçiminde vuku etmemiştir. Peki bugün halk ayaklanmalarının, Gezi gibi direnişlerin gelişmesinin nesnel zemini var mıdır? Elbette, hem de fazlasıyla! Çoklu krizler yaşayan MHP-AKP faşist bloğu için “beka sorunu” olarak ortaya konulan durumda çözüm adına kat edilmiş bir yol henüz görünmüyor. Emekçiler cephesinde ise ekonomik kriz ve siyasal baskının yarattığı ağır sonuçlar ortada. Birikmekte olan öfkenin hangi anda ve hangi biçimde cereyan edeceğini bilemeyiz elbette ama emekçiler için yük ağırlaştıkça faşist iktidara karşı bir hareket biçimi kazanacağı gerçektir.

 

Ve tabi ki Gezi gençtir, gençlik ayaklanmasıdır. Ayaklanmalar ve isyanların dinamik kuvveti olan gençliğin Gezi direnişindeki yaratıcılığı ve enerjisi, barikat başlarındaki militanlığı ve cüreti hala hafızalarımızdadır. Tarihteki isyan ve ayaklanma deneyimlerinde oynadığı rol, üstlendiği misyon ve açığa çıkardığı pratikler gösteriyor ki yükselen mücadelenin, isyan ve ayaklanmaların gelişiminde gençlik yine öncü ve belirleyici pozisyonda olacaktır. Onu kazanan, muharebeyi de kazanacaktır. AKP-MHP faşist iktidarının yoksulluk ve geleceksizlik pençesine sürüklediği gençliğin öfkesi daha da büyüyor. Akademide uygulanan politikalardan tutalım da geçim derdiyle çalışmak zorunda bırakılan genç işçi ve genç işsizlerin sorunlarının yakıcılığına kadar geniş gençlik kesimlerinin itirazları birikiyor. AKP-MHP faşist bloğunun yaşam tarzına yönelik saldırıları ve siyasal baskısıyla genişleyen gençlik kitlelerinin heybesinde taşıdığı potansiyel, sömürü düzenine karşı mücadelenin temel taşlarından birisi olacaktır. Devrimci gençlik hareketi bu potansiyelle buluşmanın kanallarını güçlendirmeli ve gençliği devrimci saflara kazanmaya kilitlenmelidir.

 

Gezi’yi yaratanlar tuzla buz olmadı, ezilenlerin direnişi bitmedi. Tüm faşist baskı ve zorbalığa karşı insanca yaşam, demokratik-onurlu barış, emek, özgürlük, eşitlik ve adalet için mücadele edenler her yerdeler. Gezi 7. Yılında öğretmeye ve yol göstermeye devam ediyor. 7 yıl önceden bugüne gösterdiği gerçek, faşizme karşı birleşik direnişin yaratılmasının zaferin teminatı olduğudur. Bugünün ihtiyacı bunun kavranması ve örgütlenmesidir. Yeni ayaklanmaların yaratıcısı ve taşıyıcısı olmak için can bedeli mücadeleyi büyütmek, örgütlenmeyi genişletmek, yaratıcı pratikleri zenginleştirmek ve zulmün duvarlarını dövmek gerekmektedir. Bu ne bir hayaldir ne de imkansızdır. Fidel Castro’nun da dediği gibi;

 

“Biz yenilirsek kalkar yeniden deneriz ama diktatörler yenilirse sonları olur!”