YÖK ve Özerk Demokratik Üniversite Mücadelemiz – Birkan Polat

24 Ocak 1980’de ilan edilen ve kapitalist emperyalist devletlerin dayattığı “Ekonomik Kararlılık Programı”na toplumun, kayıtsız-koşulsuz boyun eğmesini zora dayalı olarak sağlamak için gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin ilk hedeflediği kurum, 1971’de olduğu gibi yine üniversiteler ve gençlik mücadelesi olmuştur. Faşist askeri darbenin en büyük amaçlarından biri de apolitik, sorgulamayan ve biat eden bir gençlik yaratmaktır.

68 gençlik hareketi ile ortaya çıkan devrimci düşüncelerin ilk kıvılcımları üniversite kampüslerinde kendini göstermişti. Gençlik içinde giderek kitleselleşen antifaşist mücadele ve devrimci hareketin yarattığı dinamikler devrimci geleneğin temellerini ortaya çıkarmıştı. 71 devrimci atılımı ve 74 ile birlikte gençlik büyük bir devrimci potansiyelle antifaşist mücadeleyi müthiş bir kuvvete dönüştürmüştü.

2547 sayılı Yükseköğretim Yasası 6 Kasım 1981’de yürürlüğe girdi. YÖK üniversiteleri denetim altına alıp bilimsel, demokratik, özerk bir üniversite modelini yok etmeye çalışarak militarist, şovenist ve baskıcı bir model ortaya koydu. YÖK’ün amacı, oluşturulan faşist yönetimi üniversitelerde de kurumsallaştırmak ve bu sayede gelişip büyüyen devrimci demokratik gençlik hareketini tasfiye etmekti. 1402 adını verdikleri yasa ile ilerici-demokrat akademisyenlerin tasfiyesi de bu dönemde gerçekleşmişti.

80-90’lı yıllarda devrimci gençlik hareketine yapılan baskıya rağmen faşizme karşı direniş yeniden filizlenmeye başlamış, bu dönemde üniversitelerde YÖK karşıtı çeşitli eylemler örgütlenmiş ve öğrenci derneklerinin temelleri atılmıştır. 1995’te YÖK’ün harçlara %400 zam yapması gençlik için bardağı taşıran son damla oldu. Üniversite öğrencileri açlık grevi, ders boykotları ve işgaller ile YÖK’e karşı isyan dalgası oluşturdular. Buna karşılık faşist iktidar gözaltı ve tutuklamalarla bu dalgayı sönümlendirmeye çalıştı. Bu dönem üniversite gençliğinin yeniden politikleştiği, antifaşist mücadelenin yükseldiği ve özerk-demokratik üniversite mücadelesine yön verdiği tarihi bir dönemdir. Yayılan bu isyan dalgası 1996’da YÖK karşıtı kampanyalarını geliştirdi. 12 Eylül’den sonra Taksim Meydanı eylem yasağı, üniversiteliler tarafından kırıldı ve Taksim bir kez daha özgürleştirildi. Sadece İstanbul değil; Ankara, İzmir ve diğer büyük şehirlerde binlerce öğrencinin katıldığı mitingler düzenlendi. Gençliğin cesareti ve direngenliği faşist ablukaya karşı bir yükseliş oldu. Eylemler ağır psikolojik ve fiziksel işkence ile bastırılmaya çalışılıyordu. 6 Kasım 1996’da YÖK protestosuna yapılan büyük saldırı hâlâ hafızalardadır. Sonrasında öğrencilere karşı yoğun bir soruşturma dönemi başlatılmıştı. 28 Şubat’ın yarattığı siyasi atmosfer üniversitelerde emniyetle işbirliği içinde yeni bir akademik kadro ortaya çıkardı. Bu dönemde faşist iktidarın üniversitelerde sorgu odaları oluşturması ve ağır işkence yapması ile saldırılar giderek arttı.

YÖK’ün Güncel Durumu

Yürüttüğü neoliberal politikalarla bilginin metalaşması, eğitimin piyasalaşması ve üniversitelerin ticarethaneye dönüşmesi sürecinin temel sürdürücüsü AKP iktidarı olmuştur. Neoliberal dönüşüm, üniversitenin özerk yapısının sermaye lehine bozulması ve yine sermayeye yönelik bağımlılık ilişkilerinin derinleşmesi demektir. Üniversiteler piyasalaştırılıyor. Eğitimde nitelik yerine rant aranıyor. Her kente üniversite diyerek yola çıkan AKP, şehirlerde rant ve yolsuzluk ile eğitimin içeriğini boşaltıp kendi cebini dolduruyor. Bizleri öğrenciden çok tüketici, müşteri gibi gören iktidar ve üniversite idareleri bu akılla her gün başka bir yurt, yemekhane ve harç zammı ile karşımıza çıkıyor. Krediler ile borç batağına sürükleniyor, mezun olduğumuzda ise elimizde bir diploma, işsizlik ve kredi borcu kalıyor. AKP-MHP faşizminin oluşturmaya çalıştığı tekçi zihniyet üniversitelere ‘kayyum’ şeklinde yansıyor. Saraydan gelen emirle atanan bu kayyumlar ile birlikte bilimden uzak bir akademi oluşturuluyor. İlerici-demokrat-yurtsever akademisyenler KHK’lar ile ihraç edilip yerlerine iktidar yanlısı, gerici bir kadro geliyor. AKP-MHP faşizmi üniversitelerde polis ve ÖGB ile gençliğin üzerindeki baskıyı ve şiddeti artırmaya, üniversiteleri karakola çevirmeye çalışıyor. Her kampüste sivil polislerin bir odası bulunuyor ve rektör-dekan işbirliği ile devrimci öğrencilere soruşturma açılarak okuldan uzaklaştırıyor. Politik islamcı faşist örgütlenmeler, üniversite yönetimi tarafından destekleniyor ve bunlara alan açılıyor. Demokratik hak ve kazanımlar gasp ediliyor, uzun tutuklamalar ile okuldan atılmamızın önü açılıyor. Baskıda sınır tanımayan rejim son olarak İçişleri ve Gençlik ve Spor Bakanlığının ortak yayınladığı genelge ile üniversiteler üzerindeki ablukasını iyice daraltmaya çalıştı.

Bugün, değil egemenlerin üniversiteyi kendisi için bir aygıt olarak kullanmasını engelleyip özgürleştirmek, en temel ucuz yemek hakkımızı istediğimizde dahi karşımıza polis barikatları çıkıyor. İşçi sınıfı ve ezilenlerin her kesimi gibi öğrenci gençliğin de söz-eylem-örgütlenme hakkı gasp ediliyor. Kayyum rektör istemeyen öğrenci, deresini korumak isteyen köylü, sendika hakkı için direnen işçi, erkek şiddetine karşı sokağa çıkan kadın; önce AKP-MHP faşist iktidarının barikatını aşmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla kampüslerden yükselen özerk demokratik üniversite istemini sokaklara, meydanlara taşımak temel görev olarak önümüzde duruyor. Gerici, faşist, şovenist, cinsiyetçi ve ırkçı eğitimi tamamen ortadan kaldırmak için mücadeleyi büyütmek gerekiyor. Paralı eğitim ve özelleştirmenin tüm unsurlarının yok edilmesi, fırsat eşitsizliğinin kaldırılması, herkesin yeteneğine göre eğitim talep ve mücadelesinin örgütlü güce kavuşturulması gerekiyor. Üniversitede öğrenciler, öğretim görevlileri ve diğer bileşenler söz sahibi olmalı. Cinsiyetçi, elemeci ve seçmeci eğitim sistemine son verilmesi için öğrenci gençliğin mücadelesini ezilenlerin ortak mücadelesi ile buluşturup bu ablukayı dağıtmak ve özerk demokratik üniversite mücadelemizi büyütmek için birleşik gençlik direnişini örmenin zamanıdır.