Kadınları Hapsettiğiniz Evleri Başınıza Yıkacağız – Sevda Kızıldere

Pandemiyle beraber derinleşen ve her ay katlanarak artan ekonomik krizin en fazla etkilediği kesimlerden biri de elbette genç kadınlar oldu. Pandemi döneminde online eğitim denilerek iki yıl boyunca kampüslerden uzaklaştırıldık ve evlere hapsedildik. Ev içinde erkek egemen zihniyetin, aile kurumunun dayattığı yargılar ile sömürüye ve defalarca erkek şiddetine maruz kaldık. Pandeminin geldiği noktada tam üniversitelerimize geri dönecekken bugün gençlik hareketinin en temel gündemi haline gelen “barınma sorunu” ile karşı karşıya kaldık. Elbette barınma sorunu ve ekonomik kriz biz kadınlar bakımından başka bir düzeyde yaşanıyor ve etkilerini bambaşka biçimlerde hissediyoruz.

“Bugün Okullar Açıldı. Ama Ben Gidemiyorum.”
Üniversite, baskıcı aile ortamı ve erkek şiddeti arasında kalan genç kadınlar için bir yandan uzaklaşacağı ve kendi hayatının ilk adımlarını atacağı bir yeri de simgeliyor. Peki pandemi sonrası genç kadınlar üniversitelerine, liselerine, okullarına dönebildiler mi? Geçmiş tarihlerde daha da yoğun yaşadığımız ve kadın mücadelesinin kazanımları ile bir düzeyde aşılmaya çalışılan “kız çocuklarının okutulmaması/eğitimden uzaklaştırılması” sorunu bugün pandemiden sonra tekrar gündemimize girmiş oldu. Pandemide “gözümüzün önünde dursun” denilen, “aslında evde de okuyabilir” düşüncesi ile hapsedilen öğrencilerin büyük çoğunluğunu kadınlar ve LGBTİ+’lar oluşturuyor. Evde yemek yaparken kendisini videoya çeken bir genç kadının paylaşımı geçtiğimiz günlerde sosyal medyada epey gündem olmuştu. Paylaşımda “Bugün okullar açıldı, ama ben gidemiyorum” diyerek sitemini dile getirirken benzer durumları yaşayan kadınların da sesi olmuştu. Videonun altına gelen yorumlardan birkaçı bize yaşanan durumun boyutunu bir kez daha gösteriyor.

– “Benim muhteşem ailem okula gitmeme izin vermediği için her gece bunu düşünerek zırlıyorum. Erkek kardeşlerime çok özeniyorum.”
– “Okula gitmek yerine zorla hafızlık yapıyorum.”
– “Tek olmadığımı bilmek acı verici.”
– “Çok iyi puan alıp üniversiteye gidemiyorum çünkü kardeşlerime bakmak zorundayım.”
– “Kapanmak istemiyorum dediğim için ‘Okula gitme alalım o zaman’ deyip aldılar beni okuldan. Cidden of! Çok özeniyorum.”
– “Okula gitmeme izin yok.”
– “Cama çıkıp okula gidenlere özeniyorum.”
– “Annem yüzünden gidemiyorum ve okula gidenlere çok özeniyorum.”
– “Babam okuldan aldı.”
– “Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.”
– “Ailem yüzünden okulu bıraktım ama insanlara kendi isteğimle bıraktım gibi göstermek zorundayım. İnsanların okul paylaşımları zoruma gidiyor.”
– “Annem beni zorla açık liseden okutuyor ve birkaç saat sonra yatılı Kur’an kursuna gideceğim. Okumak istiyordum.”

Örgün eğitim istatistiklerini açıklayan Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) verilerine göre, örgün eğitimde okuyan öğrenci sayısı azalırken açık öğretimdeki öğrenci sayısı arttı. İlkokulda net okullaşma oranı 4+4+4 sisteminin devreye girdiği 2012-2013’te 98,86 iken bu oran 93,16’ya geriledi. Okullaşma oranı 5,7 puan düşmüş oldu. Ortaokuldaki okullaşma oranları ise yaşanan artışa rağmen pandemi öncesine göre yani 2019-2020 sezonunun çok altında kaldı. 2019-2020’de 95,9 olan ortaokul okullaşma oranı 2021-2022’de 89,8’e geriledi. Aradaki fark tam 6,1 puan oldu. Ortaöğretimde ise okullaşma oranı 89,6 oldu.

Barınma, yol, beslenme giderlerini düşününce bugün pek çok öğrenci kendi ilinde veya yakın illerde tercih vermeye zorlanıyor. Şehir dışında üniversite kazananların önünde ise çok fazla seçenek yok. KYK yurdu da çıkmadıysa ya düpedüz sokakta kalacak ya da okulu dondurup eğitimini askıya alacak. Şansı(!) varsa bir akraba evinde sosyal yaşantısını kendi isteklerine göre değil akraba evinin kurallarına göre yaşamak zorunda kalarak okuyabilecek. KYK yurtlarına yerleşemeyen kadın öğrenciler açısından diğer bir alternatif mecburen cemaat-tarikat yurtları oluyor. Giriş-çıkış saatlerinde dahi cinsiyetçilikle karşılaşılan yurtlarda; 20.00’dan geç gelen, zorunlu sohbetlere katılmayan, gününü nasıl geçirdiğine kadar hesap vermeyenler hem atılmakla hem aileye haber vermekle tehdit ediliyor. Bu yurtlar bugün erkek egemen devletin politik islamcı ideolojisi ile şekil vermek istediği genç kadın/makbul kadın profilinin yaratılmasında ise çok özel roller oynuyor. Devlet yurtlarına yerleşebilen kadınlar içinse “Nereye gideceksin?”, “X saatinde yurtta olmalısın”, “Erkek personel varken böyle giyinemezsin” cümleleriyle her gün yaşam tarzına müdahale devam ediyor. Yurt odalarında en fazla üç kişi kalınması gerekirken altı kişi kalınıyor. Genç kadınlar niteliksiz yurtlarda politik islamcı kuşatma ve baskının içerisine mecbur ediliyor. Eve çıkabilen genç kadınlar ise toplu taşımaya yakın bölgelerdeki kira fiyatlarının çok fazla olması nedeniyle ulaşımı nispeten daha zor bölgelerde ev aramak zorunda kalıyor. Merkezi olmayan birçok bölgede otobüs-minibüs saatlerinin 12’yi bulamadan bitmesi nedeniyle tüm vaktini o son otobüse yetişmek için ayarlıyor. Güvenli olmayan bu yerlerde kadına yönelik tacizin artışı tedirginlikle yaşamasına sebep oluyor.

Bugün üniversite kazanmasına rağmen ekonomik kriz, barınma sorunu ve en temelde erkek egemen devletin politikaları yüzünden kayıt yaptıramayan öğrenci sayısı 105.772 iken Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu, “Ülkemizin sağladığı yurt hizmetlerinin dünyada eşi benzeri yok. Rekor kırdık.” diyebiliyor. Büyük bir aymazlıkla buna inanmamız bekleniyor. Kırtasiye giderlerinin dört kat arttığı, yurt ücretlerine son bir yılda %80 oranında zam yapıldığı, ev kiralarının her ay katlandığı koşulda kimse refah içerisinde barınabildiğimizi iddia edemez. Bugün iktidar genç kadınlara iki seçenek sunuyor; ya şiddet dolu evlere geri döneceksin ya da sokakta kalmaya mecbursun. Elbette 1050 odalı saraylardan konuşmak kolay. Ama başka bir seçeneğin olduğunu da “barınamıyoruz” diyerek sokakları doldurduğumuz, erkek egemen şiddete ve sömürüye karşı yalnızca 8 Martlarda, 25 Kasımlarda değil yaşamlarımıza, tercihlerimize dil uzatıldığı her anda sokaklara dökülen binler olduğumuz anda gördük. Korku bacayı sarınca barınma sorununun, genç kadınların öfkesinin bir ayaklanmaya dönüşmesinden korkarak devreye faşist genelgelerini soktular. Üniversite öğrencilerini özellikle de kadın platformlarını hedeflerine koydular. Çünkü iktidarın sorunu barınamayan milyonlar değil koltuğunu sarsacak olanlardı.

Tüm bunların karşısında ise haklarımızı almanın tek bir yolu var; iktidarın saldırılarına karşı birlikte direnmek, örgütlü mücadeleyi büyütmek. Cinsiyetçi akademiye, kadın düşmanı kayyum rektörlere ve yurt idarelerine karşı genç kadınların tarikat yurtlarına mecbur kalmadığı, tacize uğramadığı güvenli barınma koşullarını, parasız, nitelikli barınma hakkımızı ancak genç kadınların cins özgürlükçü, özerk-demokratik üniversite mücadelesiyle kazanabiliriz. Çünkü gerçek açık; özgürce yaşama, barınma ve eğitim haklarımızı vermeyecekler, biz alacağız.