Gülmek Bir Halk Gülüyorsa Gülmektir! – Mahir Eren

Dünya ve Türkiye tarihine baktığımızda sayısız katliam görürüz. Ezen ile ezilenin olduğu her alanda bu katliamlar varlığını korumuş ve egemenler bu katliamlar üzerinden kendisini konumlandırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti tarihi de katliamlarla doludur. Zalim iktidarlar Kürt halkı başta olmak üzere halklar üzerinde tarihi suçlar işledi. Tarihin sayfalarını geriye çevirdikçe görürüz Dersim’i, Maraş’ı, Sivas’ı Çorum’u, Gazi’yi. Bugünlere yaklaştıkça daha yakından tanık oluruz devletin pervazsızlığına, zalimliğine; Roboski kanar yüreğimizde, dinmeyen bir yara olur.

 

 

Tarih 28 Aralık 2011’i gösterdiğinde Türkiye ve Kürdistan toprakları katliamlar künyesine bir halka daha eklenmiş oldu. Şırnak’ın Roboski köyünde sınır ticareti (kaçakçılık!) yapan üstelik ticaret yaptıkları yolun üzerinde karakol bulunan hatta ve hatta bu ticareti yapabilmek için o karakola düzenli ‘vergi’ ödeyen 19’u çocuk 34 insanımız kendi köylerinde devletin denetimi altında savaş uçaklarının bombardımanı ile acımasızca katledildiler. Aralık ayının ayazında kanla sulandı Roboski toprakları, en amansız yerinden vuruldu Roboski. Buz kesmiş bedenlerimiz en narin yerinden hırpalandı o katliam gecesinde. Bu kez ticaret malları yerine parçalanmış bedenler yüklendi katır sırtlarına. Kana bulanmış battaniyelere sarılmış ve parçalanmış bedenleri ve bu vahşeti reva gördüler Roboski’ye.

 

Köy meydanına getirilen cenazelerin teşhisi yapılırken devletin böylesine büyük bir vahşeti yapabileceğini tahmin edemeyecek kadar büyük yürekli bir anne, parçalanmış bir canaze kendisine gösterildiğinde; ‘Hayır! bu oğlum olamaz, benim oğlum uzun boyludur, bana sarılırken eğilirdi’ dediğinde her yerinden kanadı yüreğimiz. Yine oğlunun cansız bedenine sarılı battaniye açılırken; “Durun! açmayın, soğuktur yavrum üşür” diye haykırdığında bir anne, kanadı vicdanlarımız katliamın karanlık dehlizlerinde. Silahsız/savunmasız ve yalnızca geçimlerini sağlamak için sadece aradaki tel örgülerin çizdiği sınırlar gölgesinde akrabaları ile ticaret yapan insanları böylesine acımasızca katletmeyi reva görenler çok geçmeden katliamı aklamak için yaşamını yitirenleri “terörist” ilan edeceklerdi ki öyle de oldu zaten.

 

Katliam henüz yaşanmışken dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan; “34 terörist etkisiz hale getirildi” şeklinde açıklama yaptığında insan hayatına kastetmenin, iktidar hırsı ile kana susamışça, pervazsızca suç işlemenin devlet eliyle nasıl meşrulaştırıldığına tanıklık ettik. Yine katliama gözünü-kulağını tıkayan düzenin medyası, aydını, sanatçısı sanki üç beş tane varlık ortadan kalkmış gibi 34 insanın katledilmesini şaşkınlık yaratacak bir sakinlikle karşıladı, sessiz kaldı.

 

Ancak gerçek şu ki böyle bir vahşete sessiz kalmak o suça ortak olmak demektir. İktidar da o günden bugüne her siyasi atmosfere ve güncel durumun ruhuna göre açıklamalarının seyrini değiştirdiği ikircikli ve insan aklı ile alay eden tavırlar takındı. Ne ki bu iktidar altı yıldır tek bir adım atmayıp bu katliamın üzerine gitmediği, faillerinin yargılanması için tek bir söz söylemediği gibi bugün Roboski anmasına her aileden bir kişinin katılması gibi absürt kararlarla tarafını seçtiğini de gösteriyor. Kuşkusuz dönemin temel görevi katliamın yaralarını sarmak ve bu katliamın aydınlatılması, adalet arayışı ile katillerinden hesap sormaktı. Türkiye ve Kürdistan gençliğinin öncü, yol açıcı güçlerinden olan SGDF’li sosyalist gençler de tam bu perspektifle orada Roboski’de olmayı, yarayı yerinde sarmayı görev edindi.

 

Türkiye’nin Batısı ile Doğusu arasındaki köprü olmayı hedefleyen bu genç sosyalistler tam da birinci yılında orada olmayı, Roboski’yi dünyaya duyurmayı, katledilenleri yaşatmak adına onların anısına bir takım etkinlikler (gece, müze, sergi) yaptı. Acılı annelere evlat, kardeşlere kardeş, halklara yoldaş olmak adına dayanışmanın gençlik cephesini ördüler. Daha sonra Suruç’ta benzer bir saldırıda katledilen sosyalistler 2011’de Roboski’de olmayı görev edinenlerdi. Suruç’ta yaşamını yitiren Cebrail Günebakan o günlerde dayanışmanın öncülerinden biri olarak günlerce orada kaldı.

 

Acının kara bir gölge gibi hüküm sürdüğü o köyde kaldığı zamanlara ait izlenimlerini anlatırken; “İnsanın her şeyi bırakıp varıyla yoğuyla orada tam da Roboski’de yaşamak, o acılı kadınlara anne demek, ne olup bittiğini bile anlamayan masum çocuklara kardeş olmak en anlamlı görev” demişti. Bir başka yazısında Roboski’yi anlatırken oradaki acının ve zulmün en ağırını yaşayan çocukları anlatırken; “Oyuncak bebekleri yok, onlar yakılan köylerden yükselen bebek ağlamalarını bilirler, oyuncak kamyonlar yerine her gün köylerinden geçen askeri araçları bilirler, havai fişeklerin gökyüzünde görkemli patlayışları yok orada, bombalanmış dağlardan yükselen ateş bulutlarını bilirler” demişti.

 

Toplamda katliam öncesi, katliam sırası ve sonrası göz önüne alındığında katliamın hedefinin neden Roboski köyü olduğu açığa çıkıyor. Halkın duruşu, yaşayış biçimi, siyasi görüşü hesaba katıldığında hedefin sivil halk olmasının temel nedeni de burada yatıyor. Sivil halkı katlederek, yok ederek, inkar ve imha politikaları ile halklara gözdağı verilmek istendiği açıkça ortaya çıkıyor.

 

28 Aralık 2011’den bugüne kadarki katliamlarla dolu günler düşünüldüğünde başta Roboski katliamında yakınlarını kaybedenler olmak üzere katliamın üzerine giden halkların adalet arayışçıları o gün bugündür duruşları ve mücadeleci ruhları ile katliamın hesabını sormak ve faillerinin açığa çıkarılması, yargılanması talepli mücadelelerini sürdürüyorlar. 2011’den bu yana her perşembe Roboski şehitliğinde evlatları, kardeşleri ve yakınları için bir araya gelen aileler buz kesmiş patikalarda parçalanan yakınları için adalet çığlığını büyütüyorlar.

 

Hafızalarımız katliamlarla dolu. Tarihin her köşe başında ezilenler katledilse de tarih katledenleri değil katledilenleri yazacaktır. Bu Roboski için de, Suruç için de ve daha bir çok katliam içinde geçerlidir. Biliyoruz ki Roboski’de katır sırtında kanlı battaniyelerden kanayarak sızdı yaramız, Suruç’ta da pankartlara bayraklara ve yoldaş omuzlara düştü dimdik başımız. Katledildikçe birleşmek, birleştikçe çoğalmak ve zulmün üstüne daha güçlü yürümek perspektifi ile onları yaşatacağız.

 

Selahattin Demirtaş’ın da dediği gibi; “Roboski dağlarında bıraktığımız otuz dört canın, otuz dört yoksul Kürt çocuğunun kutsal emanetlerini yüreğimizde saygıyla taşıyarak dimdik duracağız.

 

Olur da unutursak mı? İşte o zaman kalbimiz kurusun!