Kapitalizmin Krizi ve Ayaklanmalar – Okan Danacı

Dünya ayakta diyerek başlasak çok da yanlış bir şey söylemiş olmayız. Dünyanın tüm kıtalarında farklı gerekçelerle aynı hedefi darbeleyen birçok hareketin ve direnişin geliştiğini görüyoruz. Şili, Lübnan, Endonezya, Fransa, Irak, Ekvador gibi her birinin farklı coğrafyada farklı kültür farklı ekonomik ve siyasal koşullar içerisinde gelişen hareketler olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Kendiliğinden gelişen bu hareketler toplumsal ve sınıfsal çelişkilerin derinleşmesiyle birlikte öfkenin biriktiğini gösteriyor. Biriken bu öfkenin ise belli bir kırılma anında kendi kulvarlarından harekete geçerek ilerlediğini görebiliyoruz. Gelişen bu hareketler hali hazırda “sosyalizm için isyandayız” diyerek yürümüyor elbette ama neyi istemediğini biliyor; kapitalizm! Geliştiği her ülkenin başta başkenti olmak üzere stratejik anlamı olan büyük şehirlerini zapt etmeye yürüyen bu hareketlerin hedefinde zenginler, sömürenler ve onların vahşi düzeni kapitalizm var. Yükselen itiraz sadece neoliberal politikalar ve uygulamalara değil doğrudan kapitalizmin kendisinedir.

Neoliberalizmin Ölümü

Serbest rekabetçi kapitalizmin krizi, tekellerin sömürgecilik ve sermaye ihracı yoluyla dünyaya yayıldığı tekelci kapitalizm evresi ile tekelci kapitalizmin krizi de tekellerin burjuva devleti kolektif bir sermaye gücü olarak yapılandırıp iç pazarın gelişimine odaklandıkları tekelci devlet kapitalizmi evresiyle aşılmıştı. Ancak 1970’lere gelindiğinde kapitalizm yeni bir aşırı üretim krizine girdi. Tekelci sermaye birikiminin mevcut düzeyi artık geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde büyük çaplı üretimi mümkün ve zorunlu kılmaktaydı. Daha geri bir üretkenlikle azami karın güvencelenmesi ve rekabetin sürdürülmesi olanaksız hale gelmişti.”

Neoliberalizm, kapitalizmin “emperyalizm” evresinden “emperyalist küreselleşme” evresine geçişinde serbest piyasacı ekonomiyi geliştirmeyi hedefleyen ve en genel tanımıyla devletin ekonomi üzerindeki etkisini en zayıf pozisyona gerileterek özelleştirmeyi savunan ekonomi politikalarını tarif eden kavramdır. Paranın dolaşımı, serbest piyasa ve pazarlar, devletin ekonomiye müdahalesinin etkisizleştirilmesi ve hatta sadece güvenlik politikalarının sorumluluğunu üstlenmesi, özelleştirmeler vb. uygulamalar neoliberal politikalar olarak okunabilir. Neoliberalizm, 1929 büyük buhranı ve ardından gelişen 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve sonrasında devam eden büyük durgunluk döneminin sonucu oluşan krizi aşmanın bir ekonomi politikası olarak hayat buldu. Açlık ve yoksulluğun biteceği, özgürlük ve demokrasinin olduğu refah dönemlerinin başlayacağı safsatalarıyla birlikte pazarlanan neoliberalizmle birlikte devletlerin kontrolü dışındaki uluslararası bankalar daha fazla etkinleşti. İşte bu dönem devletlerin; şirketlerin ve tekellerin egemenliğine girmeye başladığı yeni bir evrenin ilk adımlarıydı. Devlet inşaat, konutlaşma, sağlık, ulaşım ve eğitim gibi alanlarda hizmetler sunmaları için şirketlere para ödüyor ve onlar da bu hizmetlerin karlı olacak şekilde geri dönüşünü sağlıyordu. Kamu alanından özelleştirme sahasına geçildikçe hizmetler sınırlandırılıp niteliksizleşirken, maliyetler de düşürülüyor. Ucuz madde, ucuz üretim, ucuz iş gücü ve pahalı satış. Bu da tabi ki şirketlerin ve sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda yapılıyor. Kapitalizmin doğası gereğince ve ayakta kalması için emeğin sömürülmesi ve sermayenin kar hırsı sabittir. Neoliberalizmin sahneye çıkışı, kapitalizmin krizine çözüm olacağı düşüncesiyle ilgilidir. Peki bunu başarabildi mi? 1991’de Sovyetler yıkılırken “sınıflar bitti, ideolojiler bitti, başka sistem yok, refah ve özgürlük gelmiştir artık” diyorlardı kapitalizm için. Peki ne oldu? Kapitalizm milyonlarca insanın sorununu çözdü mü? Yaşanabilir, eşit ve adil bir dünya yarattı mı? Çelişkiler çözüldü, sömürü ve savaşlar durdu mu? Kapitalizm bunları çözebilir mi? Neoliberalizm kapitalizmin emperyalist küreselleşme evresine kadar yaşadığı krizlerin aşılmasında bir rol oynadı ancak artık çözemiyor. Çözemez. Bu çözümün nesnel zemini kalmamıştır. Sömürü, baskı ve çelişkiler ortadan kalkmadı, bilakis derinleşti. Sınıflar tuzla buz olmadı. Gelinen noktada görüyoruz ki 1970-75 sonralarında dünyanın değişik bölgelerinde emperyalistlerin ve sermayenin çıkarları doğrultusunda devreye sokulan ve emperyalist küreselleşme çağının başlangıç eşiği olan neoliberal ekonomi politikaları vadesini çoktan doldurmuştur. Neoliberal politikaların Latin Amerika’da ilk uygulandığı ülkelerinden biri olan Şili’de devam isyan hareketinden ve halkın taleplerinden bunu okuyabiliyoruz.

1980’li yılların başından itibaren neoliberal politikalar kapitalist sistemin krizine bir yanıt olarak devreye sokulmuştur. İngiltere’de Margaret Thatcher, ABD’de Ronald Reagan, Türkiye’de ise Turgut Özal neoliberal politikaların inşa sürecinde aktif rol almışlardır. Neoliberal politikalar uluslararası üst kuruluşlar(Dünya Bankası ve IMF) aracılığıyla dünya üzerinde yaygınlaştırılmıştır. Neoliberal iktisat politikalarının sermaye açısından yarattığı rahatlık emperyalist politikaların daha egemen hale gelmesini sağlamıştır. Dünya Bankası ve IMF dünya üzerindeki bütün ülke ekonomilerin “ortak” hareket etmesini sağlayacak uygulamalar gerçekleştirerek düşen kâr oranlarının yükseltilmesini hedeflemişlerdir. Böylece kapitalist sistemin krizden kurtuluşu, “başka alternatifi yoktur” şeklinde sermayenin sözcüleri tarafından yüksek sesle ifade edilerek topluma sunulmuştur (Boratav, 2009, s.148;).

Dünyanın dört bir yanında sömürü ve eşitsizliğe itiraz eden milyonlar artık böyle gitsin istemiyor. İşsizliğin her geçen gün arttığı, gelecek ve yaşam kaygısının tüm dünyayı sarmaya başladığı ve insanı sömürmenin ötesinde dünyanın doğal kaynaklarını ve bizzat doğayı yağmalayarak talan eden kapitalizm, kendi yıkımını doğayı yıkarak engellemeye çalışıyor. Sadece insan değil, doğa ve tüm canlılar sömürülüyor. Toplumun alım gücü gittikçe zayıflıyor. Emekçiler ürettiğini alamıyor, üretilen tüketilmiyor ve imha ediliyor, kar oranları düşüyor. Orta sınıfların bir üst sınıfa atlaması artık hayalleşmeye başlıyor. Zengin olduğu yerde sayamıyor, ya güçsüz olanı yok ederek daha da zenginleşiyor egemen pozisyona terfi etme fırsatını zar zor yakalıyor ya da kendisinden daha büyük bir sermaye tarafından tarafından sömürülerek emekçi sınıfların safına doğru itiliyor. Sermaye dolaşımının önündeki engeller birer birer kaldırılırken emeğin dolaşımı ve birleşmesinin önüne örülen duvarlar yükseltiliyor.

Neoliberal politikalar toplumsal alanda güç dengelerinin yeniden ifade edilmesine olanak sağladı. Yeni döneme ayak uyduramayan “muhafazakâr” kesimler ya ortadan kaldırıldı ya da yeni dönemin sermaye birikim düzenine uyumlu hale getirildi. Yeni dönemin politikalarını benimsemeyen özellikle az gelişmiş kapitalist ülkelerin yönetimleri ya askeri diktatörlükler aracılığıyla devrildi ya da borç krizine sürüklenerek IMF ve DB’nin önerdiği politikaları kabul etmek zorunda kaldı. Örneğin Türkiye’de 24 Ocak Kararları sermayenin önünün “akıl dışı” engellerle dolu olması nedeniyle bir türlü uygulamaya koyulamamıştır(O dönemde Türkiye’de “akıl dışı” engellerin başında işçi sınıfının örgütlü gücü, devrimci siyasal partiler, üniversiteler, vb. vardı). Sermaye düzeni açısından 12 Eylül darbesi, var olan “akıl dışı” engellerin ortadan kaldırılarak 24 Ocak Kararlarının uygulanabilmesini sağlamıştır. (Boratav, 2009, s.148; Türkay, 2009, s.165).

Halklar İsyan Ediyor

Dünyanın her yerinde milyonlar sokağa çıkıyor ve iktidarlara meydan okuyorlarsa, elbette burada ortak bir öfkeden söz edebiliriz; kapitalizm ve devletler! Sermayenin koruyucu gücü olan devletler ezilenlerin hedefi oluyor. Yeni bir şey söylemiyoruz elbette ama devrimin nesnel koşullarının gerçekliğinin daha sıcak hissedilir olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz. Kapitalizmin krizi aşılabilir bir kriz değildir, içinde bulunduğu yapısal krizini aşamıyor. Onun yapısal krizleri aynı zamanda toplumsal ve siyasal krizleri tetikliyor. Çelişkiler arası uçurum büyüyor, yoksullaşanlar kendilerini aynı potada buluyor. Ve bu krizin yönetilemeyişi dünyanın her yerinde faşist iktidarları ve sağcı-otoriter rejimleri örgütlüyor. Faşist uygulamalar, ırkçılık ve şovenizm bizzat devletler tarafından palazlandırılıyor. Emperyalistler ve işbirlikçi devletler savaş çığırtkanlığını tırmandırarak gerilim siyaset izliyor ve bu gerilim üzerinden yükselmeye çalışıyor. Fakat kabul etmek gerekir ki, emperyalist küreselleşme çağında kapitalizm toplumda rıza üretemiyor, ezilenleri sömürülmeye ikna edemiyor!

Herhangi bir toplumsal sorundan hareketle meydana gelen ayaklanmalar bir anda siyasi iktidara itiraz eden herkesi, genel anlamıyla tüm ezilenleri bir araya getiriyor ve dövüştürüyor. Hakkını almak, eşit ve özgür yaşamak isteyenler zenginlerin düzenine korkusuzca meydan okuyor ancak devrimci strateji ve önderlikten yoksun hareket ediyor. Başka bir dünya mümkün derken tarif ettiğimiz sosyalizm, kendiliğinden gelişen bu hareketler içerisinden doğacak olan ya da bugünden bir ayaklanmanın önderliğine soyunarak siyasi ve toplumsal örgütlenmeyi devrimin güncelliği gerçekliğinde ayaklanma hazırlığı olarak örgütleyen iddialı devrimci strateji ve programa sahip kuvvetlerin gücüyle kazanılacaktır.

Kaynak:

1-Boratav, K. (2009). Türkiye İktisat Tarihi, 1908-2007, Ankara (13. Baskı): İmge Kitabevi.

2-Arif Çelebi (2019). Ayaklanmaların Diyalektiği, Atılım Gazetesi

3-Marksist Teori dergisi