Saray Yargısının HDP İmtihanı – Ekim Yücel

 

Faşist saray rejiminin yargısı, 2013 yılının Newroz kutlamalarında yaptıkları konuşmalar hakkında “Silahlı terör örgütü propagandası yapma” suçlamasıyla açılan dava dosyasını kesinleştirerek Demirtaş ve Önder hakkında hüküm verdi. Müzakere sürecinin henüz devam ettiği süreçte havuz medyası tarafından da alkışlarla manşetlere taşınan konuşmalar hakkında işlem yapmak akıllarına gelmeyen yargı mensupları, müzakere sürecinin sona ermesiyle ateş püskürtmeye başlayan faşist şef Erdoğan’ın “Bedelini ödeyecekler” açıklamasıyla harekete geçmişti.

 

Düzen partilerinin, yaratılan şovenist havadan siyasi rant elde etmek uğruna milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına çanak tutması ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL ile birlikte, yargının muhalefeti etkisizleştirmek için araçsallaştırılması yolundaki tüm engeller kalkmıştı. Bu sayede günümüze dek sayılması mümkün olmayan binlerce hukuksuzluğa imza atmış olan saray yargısı Önder’in konuşmasındaki “HDP” sözcüklerini “HPG”, “Bu ülkeyi kabristana çevirmişler, gülistana çevireceğiz” ifadesini de “Kabristanı kabristana çevireceğiz” şeklinde çarpıtarak iddianameye geçirdi. Önder tarafından yargılama sırasında yapılan itirazlar ve konuşma kayıtlarının incelenmesi talepleri reddedildi.

 

Demirtaş’ın iddianamesinde yer alan,sahte sosyal medya paylaşımlarının, sahte tanık beyanlarının ve sahte telefon görüşmesi kayıtlarının da herhangi bir gerçekliğe dayanmıyor oluşu, 24 Haziran seçimlerine giden süreçte HDP’nin etkisizleştirilmesine yönelik gerçekleştirilen yargı operasyonunun hukuksuzluğuna kılıf uydurma çabasını açığa vurmaktadır.

 

Ezilenler arasındaki birleşik mücadele hattının kurulmasında HDP ve bileşenlerinin elde ettiği başarıyı, kendisine yöneltilen en büyük tehditlerden biri olarak gören faşist diktatörlükçe günümüze dek aralarında milletvekillerinin ve il yöneticilerinin de bulunduğu 29 siyasetçiye hapis cezası verildi; 94 belediyeye kayyum atandı; 50 belediye eşbaşkanı tutsak edildi ve 2 binden fazla HDP üyesi gözaltına alındı.Yürütülen bu politikaların ve 20 Mayıs 2016’da Demirtaş’ın dokunulmazlığının hukuksuzca kaldırılarak tutsak edilmesinin özünde, 24 Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olarak etkili propaganda yapmasına engel olmak ve dolayısıyla Kürt halkının, işçilerin, kadınların, gençlerin ve tüm ezilenlerin siyasi iradesinin tutsak etmek, hiçe saymak yatmaktadır. Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri eserindeki tahliliyle genel seçim hakkının yadsınmasını şöyle özetler: “Burjuvazi, şimdiye dek içyüzünü peçeleyip, mutlak kudretini beslediği genel seçim hakkını yadsımakla açık bir itirafta bulunur: “Diktatörlüğümüz şimdiye dek halk iradesi aracılığı ile ayakta durmuştur. Şimdiyse halk iradesine karşı pekiştirilmelidir.”

 

AİHM, 20 Kasım’da aldığı kararla birlikte Demirtaş’a yöneltilen suçlamaların siyasi Saiklerle yöneltildiğini ve Türkiye’nin AİHS’in 18.maddesini ihlal ederek Demirtaş’ı hukuka aykırı şekilde tutsak ettiğini belirtti. AİHM’in kararına dayanarak Demirtaş’ın avukatları tarafından Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesine yapılan tahliye başvurusu, mahkeme tarafından “AİHM kararının kesin olmadığı gerekçesiyle” reddedildi. Halbuki aynı mahkemenin Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığına “AİHM kararının kesin olup olmadığını ve AİHS’nin 44/2 maddesi gereğince kesinleşip kesinleşmediğini” sorma gereği duymuş olması, kararın kesinleşip kesinleşmediği konusunda hiçbir fikirleri olmadığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Ankara 19. Ceza Mahkemesi faşist şefin “AİHM’in kararları bizi bağlamaz. Gerekli hamleyi yaparız. İşi bitiririz.” talimatıyla “gerekli hamleyi” yaparak “işi bitirmek” üzere topu İstinaf Mahkemesine attı.

 

AİHM’in Selahattin Demirtaş’la ilgili kararını 20 Kasım’da vereceğini ilan etmesi üzerine harekete geçen İstinaf Mahkemesi dosyanın incelenmesini öne aldı. Dosya jet hızıyla incelenerek kesinleştirildi. Oysa ki Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda mahkemelerin iş yoğunluğunun çok fazla olduğundan ve İstinaf Mahkemelerindeki ceza davalarının ortalama yargı süresinin 113 gün gün olduğundan bahsetmişti. Bu yoğunluğa rağmen İstinaf Mahkemesinin 40 gün gibi kısa bir süre içerisinde Selahattin Demirtaş’ın dosyasını inceleyebilmesi tam anlamıyla “işi bitirmek”tir.

 

AİHM kararı her ne kadar Demirtaş’ın tutsak edilmesinin altında siyasi sebepler olduğunu tespit etme noktasında doğru bir karar vermiş olsa da bu kararın altında yatan etkenlerin başında emperyalistler arasındaki çıkar çatışmasının yattığını gözden kaçırmamak gerekir. NATO’nun Kosova’ya yapmış olduğu emperyalist müdahaleler sırasında Fransa ve Norveç tarafından gözaltına alınan bir çocuğun uğradığı işkence sonucu ölmesinin üzerine yakınları tarafından kendisine yapılan başvuruyu değerlendiren AİHM, davalı devletlerin BM Güvenlik Konseyi’nin kararları doğrultusunda hareket ettiğinden yola çıkarak davayı kişi bakımından reddetmişti. Aradan geçen birkaç yıl sonra benzer bir olay, 2003 yılında Amerika’nın başlatmış olduğu Irak işgali sırasında da meydana gelmişti. Amerika ile birlikte hareket eden İngiliz askerleri tarafından gözaltına alınan bir kişi işkenceye maruz kalmış ve işkenceye uğrayan kişi tarafından AİHM’e başvuru yapılmıştı. Davalı taraf olan emperyalist İngiltere devletinin, AİHM’in Kosova’daki olaylar üzerine verdiği karardan yola çıkarak sorumluluğun kendisine ait olmadığı yönünde savunma yapmış olmasına rağmen, AİHM İngiltere’nin AİHS’i ihlal ettiği kararına vardı. Birbirine bu kadar benzer nitelikte olan iki davanın kararlarının birbirine bu kadar zıt oluşunun altında emperyalist klikler arasındaki çıkar çatışmasının yattığını gösteren bu örnekler,bizlere burjuva hukukunun uluslararası kuruluşlarından da adalet beklenemeyeceğini bir kez daha göstermektedir. Bugün Selahattin Demirtaş’la ilgili verilen karardan yola çıkarak AİHM ve benzeri kuruluşların adaleti tesis edebileceğini yönelik umut besleyenler, başvuru için gereken belgelerin 2 gün geç teslim edilmesini gerekçe göstererek, aralarında çocuklarında olduğu onlarca kişinin ölümüne yol açan Roboski katliamıyla ilgili yapılan başvurunun AİHM tarafından reddedilmiş olduğunu unutmamalıdır.

 

Diğer taraftan AİHM kararı saray rejiminin yargısını köşeye sıkıştırarak gerçek yüzünün daha da fazla görünür olmasına yol açmıştır. Saraydan gelen talimatlarla “işi bitirme” telaşına girmiş ve bu süreçteki hukuksuzlukları ayyuka çıkmıştır. Ancak faşist saray rejiminin burjuva diktatörlüğünün işi bitirebilmesi ne hukuk adı altında yürütülen ayak oyunlarıyla, ne halkların, ezilenlerin ve emekçilerin siyasi iradelerinin hiçe sayılmasıyla, ne de sosyalistlere, gençlere, aydınlara, akademisyenlere ve gazetecilere  uygulanan baskılarla mümkün olmayacaktır. Bu işi ancak ezilenlerin birleşik mücadelesiyle gelecek olan devrim ve sosyalizm bitirebilir!