Taksim: Bir Meydandan Fazlası – Bahadır Çağırgan

Uzun yıllardan sonra bu sene 1 Mayıs’ta birçok kurumdan ortak ve yüksek sesle “Taksim” iradesi duymamız şüphesiz 2024 1 Mayıs’ını oldukça özel bir yere konumlandırıyor. Peki İstanbul’da Maltepe ve Yenikapı gibi koca koca meydanlar dururken bu irade veya -kimine göre- mekan tartışması neyi temsil ediyor?

Bu iradenin bugünkü önemini kavrayabilmek için önce bir dönüp paslı hafızamızı tazeleyelim. Taksim’in Türkiye emekçi sol hareketi hafızasındaki yeri “77 Kanlı 1 Mayıs” ile perçinlenmiştir denilebilir. 1925 yılında çıkarılan “Takririsükun” -adı üstünde: “Sus”- yasası ile yasaklanan, işçi sınıfının enternasyonal bayram günü, uzun yılların ardından ilk defa 1976’da örgütlenmiştir. 1 Mayıs 1976’da işçi sınıfı ve sosyalistler yüz binler olarak Taksim’e akmıştır. Öğrenci hareketi ve emekçi solun yüksek sesli adımlarıyla kendini ileri taşıyan dönemin devrimci hattı, 1977’de de kendisini ileri atmış ve doğrudan bir karşı devrimci saldırı ile karşılaşmıştır. Kontrgerilla ve polisin Taksim Meydanı’ndaki işçilere saldırması ile 34 işçi hayatını kaybetmiştir. 77’den sonra Taksim sadece “ulaşımı kolay ve müsait bir alan” olmaktan çıkmış ve emekçi sol için birçok deneyime de kapı aralayacak bir hafıza mekânı hâline de gelmiştir. 12 Eylül’ün ardından uzun süre askeri faşist diktatörlük ile baskılanan emekçi sol hareket ablukayı 1988’de tam anlamı ile kırıp salonlardan meydanlara akma iradesi göstermiştir. Kitlelerin Taksim’e kurulan barikatları zorlamasına karşılık olarak rejim de reaksiyon göstermiş ve 89’da silaha sarılarak 17 yaşında bir emekçinin kanını yine Taksim’de dökmüştür.

Taksim Meydanı’nın simgeleştiği, hafızayı yeniden dirilten ve yepyeni bir hafıza yaratan pratik ise “20 yıla bedel bir 20 gün” deneyimlediğimiz Gezi Ayaklanması idi. AKP rejiminin işçi sınıfının mücadele hafızasını hedef almasının açık örneklerinden biri olarak Taksim’in dokusuna müdahale kapısını açma girişimi, geniş halk kitleleri tarafından ani bir reaksiyon ile karşılık bulmuş ve Taksim Meydanı’nda başlayan eylemler Türkiye ve Kuzey Kürdistan’a yayılmış açık bir halk ayaklanmasına dönüşmüştü.

Ayaklanmada sosyalistler ve verili devrimci koşulları dinamizmiyle ileriye taşıyan Sosyalist Gençlik üzerine düşen öncü ve yapıcı rolü tam olayın merkezinden yerine getirdi. Eylemlerin ilk günlerinden itibaren kalabalık kitlelerin ortak ve ilerici hatta hareket etmesi gereken, polis ile sık sık karşı karşıya gelinen ve devrimcisinden reformistine, sosyal demokrat ve ulusalcısına kadar birçok örgütün tutumunun hareketi sağa sola çekiştirdiği bir noktada örgütsel deneyim, yetenek, yaratıcılık ve işçi sınıfı/emekçi semtler ile ilişkiler önemli yer tutmaktaydı. Bunu yöneten karargâh da parkın içindeydi. Taksim’de park ve meydan ile sınırlı kalmayıp Tarlabaşı’ndan parkın tüm çevresine yayılan ayaklanma abluka altına alınamamış ve devrimci tarihimize yaklaşık üç haftalık bir komün deneyimi kazandırmıştır. Paranın geçmediği bu komünde, özneler dayanışma, ortaklık ve değiş tokuş ile kendilerini ve ayaklanmayı sürdürmüşler aynı zamanda bölgenin güvenliği, idaresi ve ayaklanmanın seyrini de kolektivizm ile yönetmişlerdir. Gezi Ayaklanması’nın ardından faşist rejimin Taksim politikası geçmişten daha farklı ilerlemiştir. Taksim Meydanı’nı sadece 1 Mayıslara kapatmakla yetinmeyen rejim koca bir alanı yasaklı alan haline getirmeye girişmiştir. Sokağın örgütlü gücünü yeterince deneyimleyen diktatörlük düşmanını iyice öğremiş ve ona karşı tüm önlemleri almıştır.

Bu sürecin ardından rejimin uyguladığı özel politikalara rağmen bu ablukanın birçok defa kırıldığına da şahit olduk. Gezi Ayaklanması’nın ardından İstanbul’da geniş kitlelere ulaşan Onur Yürüyüşü 2014’te on binler olarak İstiklal’i doldurmuştur. Ablukanın en ağır koşullarına rağmen kadın özgürlük mücadelesi bileşenleri 25 Kasım ve 8 Martlarda Taksim iradesinden neredeyse hiç vazgeçmemiştir. Ablukanın perçinlendiği OHAL sonrası dönemde dahi kadınların tekmeleri barikatları yıkmış ve kalkanları kırmıştır. Özelikle 1 Temmuz’da İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının ardından İstiklal Caddesi’ni zorlayan ve caddenin önemli kısmını katederek meydana gözünü diken kadınlar bu iradenin taşıyıcılığını üstlenmişlerdir.

2022’nin başlarında Enes Kara’nın tarikat yurdunda ölüme sürüklenmesinin ardından harekete geçen gençlik örgütleri gençlik harektinin dinamizmine yakışır bir hareket tarzı ortaya koyarak İstiklal’de başarılı bir eylem yapmıştır. Taksim’in büyük bir abluka altında olmasına aldırmayan sosyalist gençler iyi bir koordinasyon, örgütlülük ve strateji ile çatışmaya bile gerek kalmadan Taksim’de sözünü söylemiş ve iradesini ortaya koymuştur. Örgütsel beceri ve mücadele perspektifinin genişliğinin bu durumlarda önemi açıktır. Gençlik örgütlerinin bu deneyimi ablukayı aşabilecek yol ve yöntemler üretebildiğini de göstermiştir.
1 Mayıs’a sayılı günler kala hâlâ mekân tartışmaları yapmak da bu çerçeveden reformizme hapsolmanın bir etkisi ve örgütsel yeteneğe karşı bir özgüvensizlik olarak değerlendirilebilir. Tüm ülkede seçim gündeminin hâkim olduğu bir dönemde devrimci örgütlerin ve mücadeleci sendikaların inisiyatif alarak Taksim iradesini güçlendirmesi bizi bugüne getirmiş; DİSK’e, KESK’e ve hatta CHP’ye -öyle ya da böyle- Taksim açıklamaları yaptırtmıştır. CHP’nin bu çağrısı elbet ki yasaklı bir meydanı özgürleştirme politik hattı uyarınca değildir, yerel seçimlerde aldığı ve kendi kemik parti tabanında da hareket yaratan kitle desteğini emekçi sol üzeinde kurduğu hegemonyayı derinleştirmekte kullanmaktadır. CHP’nin Taksim çağırıcılığı bu gözle ele alınmalı, CHP’nin işçi sınıfının bu cüretli eyleminin üstlenicisi biçiminde rol kesmesine izin verilmemelidir.

Her sene olduğu gibi bu sene de mekân tartışmalarına “fetişizm” gibi tanımlamalar ile yaklaşan emekçi sol kesimleri görmek de pek şaşırtıcı değildir. Ancak Taksim’in devrimci mücadele ve emekçi-sol hafızasındaki yerini görmemek ve ablukanın aşılması için ortaya koyulan iradenin bugünkü yapıcı adımını fark edememek büyük bir politik körlüktür. Taksim’de bugün 1 Mayıs çağrısının yapılması bu işçi sınıfa ve ezilenlere yasaklı alanın özgürleştirilmesi yönünde yasaklı bir meydanı yeniden kazanmak yönelimi olarak görülmeli, bu görev çağrısı ile ilişki kurulmalıdır. Taksim Meydanı’nın özgürleştirilmesi bugün politik özgürlüğün kazanılması mücadelesinde bir mevzidir, devrimci kuvvetlerin politik özgürlük savaşımının bir ayağı olarak görülmeli ve yasaklı meydanları kazanmanın da emekçi sol güçler bakımından bir görev olduğu unutulmamalıdır. Bu açıdan Taksim yalnızca bir “er meydanı” değil, politik özgürlüğü kazanmada somut hedeftir.

Taksim elbette önemlidir ancak bir fetiş metası veya kutsal değildir. İçinden geçtiğimiz süreçte verili siyasal koşul ve ihtiyaçlar bize Taksim’in bir sıçrama tahtası olduğunu işaret ettiği için Taksim iradesi şu anki koşulları yapıcısıdır. Örgüt, mekân, taktik vb. araçları amaçsallaştırmamanın önemini bilerek; koşullar onu gerektirdiğinde özgür bir Taksim yerine yasaklı ve ablukalı, kitle hareketinde yarılma yaratma potansiyeline sahip bir X yerdeki 1 Mayıs da araç olarak kullanılabilmelidir. “Mekân tartışmaları” ancak gençliğin ve işçi sınıfının barikatlarla engellenemeyeceği ve bayramın nerede kutlanacağına bayramın sahiplerinin karar vereceği ilkeleri öncelenerek yapılabilir.

Bugün ise hafızamızı diriltmek, hatırlamak adına bir eşikte olduğumuzu belirlediğimizde ve faşist rejimin tüm ezme araçları ile karşısında olduğu değerlerimizi tespit ettiğimizde Taksim’in sadece bir mekân tartışması sürdürme aracı veya basit bir inat değil işçi sınıfının ve gençlik kitlelerinin yılgınlık ve durgunluk hallerini alt üst ederek motivasyon yaratacak bir karar eşiği olduğunu görmek zor değildir.

Uzun süredir sokak mücadelesinin çok geri bir hatta sıkışıp kaldığını görüyoruz. Özellikle de üniversitelilerin, genç işçilerin ve liselilerin sokak ile bağlarının koptuğunu da görebiliyoruz. Bu veriler ışığında, seçimlerden iç krizleri derinleşerek çıkmış rejimin karşısına 8 Mart, Newroz ve Wan direnişinin enerjisi ile mücadelenin kadim yönlerini hatırladığımız bu günlerde Taksim iradesi göstermek bir sıçrama eşiği olacaktır. Bu irade Taksim’in kapılarını zorlayacak ve sonraki yılların 1 Mayıslarında ve mücadelenin sokak boyutunda oldukça berlirleyici olacaktır. Önümüzde gençlik kitlelerindeki mevcut motivasyon ve değişim heyecanını 1 Mayıs alanlarına aktarmak görevi duruyor. Taksim Meydanı’nın özgürleştirilmesi ancak bu kitlelerin yönünün fikri ve eylemiyle yüzünün döndürülmesi ile sağlanacaktır.

2007-08 1 Mayıslarından örnek vermek gerekirse sosyalist emekçi sol güçlerin, emek ve meslek örgütlerinin, işçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerinin yasaklara aldanmayarak barikatların karşısına Taksim iradesini koyması 2009 yılında ablukayı kırmış ve barikatları aşmıştır. 2009 1 Mayıs’ında, önceki yılların sürekli mücadelesinin getirisiyle, kazanılan Taksim Meydanı deneyimi de bize yol göstericidir. Kararlılık ve ileri adımlarla ablukayı zorlamanın yapıcı gücünü test etme eşiği olarak bu senenin 1 Mayıs tutumu da emekçi-sol için önemli bir sınavdır. Bu koşullar altında 1 Mayıs’a gittiğimizi hep hatırlayarak bu senenin neden önemli olduğunu bilerek, gerektiğinde barikatlarda militanlaşma, gerektiğinde de emekçi semtlerden on binleri sürükleyerek meydana taşıma deneyimi olan, geleneği ile devrimci bağlarını koruyarak devrimci mücadelenin tüm yöntem ve araçlarını tanıma perspektifini edinmiş bir mücadele geçmişine yaslanarak 1 Mayıs’ta Taksim’e, ablukayı dağıtmaya!