Nobel’in Ardından; Savaşlarda Cinsel Şiddet – Zarife Gürsoy

Nadia Murad, bugün tüm dünya tarafından tanınan Ezidi Kürt bir kadın. 2018 Nobel Barış Ödülü’nü Dr. Denis Mukwege ile paylaşan Nadia, IŞİD tarafından kaçırılan binlerce Ezidi kadından biri. 2014 yılında 19 yaşında kaçırılan Nadia’nın 6 erkek kardeşi de öldürülmüştür. 3 ay boyunca günbe gün cehennemi yaşadığı esaretin ardından örgütün elinden kurtulur. 2016 hem BM iyi niyet elçisi olduğu hem de Saharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü’nü bir başka Ezidi aktivist kadınla paylaştığı yıldır. Yaşadıklarını 2017 yılında kitaplaştıran Nadia “Benim gibi bir geçmişe sahip dünyadaki son kadın olmak istiyorum.” diyor. Fakat biliyoruz ki Nadia bu geçmişe sahip son kadın olmadı, ilk olmadığı gibi. Savaşlarda cinsel şiddetin tarihi savaş tarihi kadar eskidir.

Ana-Vatan-İşgal

Tarihin seyrinde milliyetçiliğin, özel mülkiyetçiliğin gelişimini birbirinden ayrı almamız olanaksız. Her biri bir kesimin yarattığı “öteki” üzerinden kendini var ediştir. En somut ifadesiyle hepsinde ezen ve ezilenler vardır. Faşizmin, sömürgeciliğin tarihi erkek egemenliğin tarihini anlatır. Tıpkı erkek egemenliğin, faşizmin sac ayaklarından biri oluşu gibi. Uzlaşmaz çelişkilerin ürünü olarak doğan ve bir sömürü aracı olan devlet mekanizması varlığını sürdürebilmek amacındaysa hangi coğrafyada olduğu, biçimi fark etmeksizin faşist ve cinsiyetçi politikalara yaslanır. Şiddet araçlarıyla savaşan devrede olduğu anlarda da faşizmin ve cinsiyetçiliğin simbiyotik ilişkisi devrededir. Cinsel şiddet, savaşlarda bir taktik, bir savaş aracı olarak uygulanagelir.

“Anavatan” söylemleriyle yüklü milliyetçilik zehri; kadının bedenine dönük bir tecavüzün vatanın, o toprağın “fethi” anlamına gelmesini de içerir. Söz konusu tecavüzün öznesi olmaktan çıkıp savaşılan tarafın tamamı halini alır. “At-avrat-silah” üçlemesininde olduğu gibi kadın bir taraf olmaktan çıkarılır. “Savaşçı erkeğin” koruması gereken bir nesne oluverir. Bu da tecavüzün; savaşta herhangi bir erkeğin “Aa tüfeğim gibi cinsel organımı da silah yapayım.” demesi olmadığını gösterir. Veya “Uzun zamandır da savaştayım. Şu kadına tecavüz edeyim de boşalayım.” gibi güdü odaklı bireysel düşünüşlerin bir sonucu olmadığını gösterir. Ki meseleyi ‘penise’, biyolojiye indirgemek meşrulaştırmaya, olağanlaştırmaya çıkan yolun ilk adımlarıdır. En yaygın silahlardan biri olarak kullanılan cinsel şiddet, egemenlerin bir savaş tatiğidir.

Amaçlanan Kolektif Yok Ediş

Cinsel şiddetin kullanımı birçok amaca hizmet eder. En bilindik amaç, erkeği savaşmaya motive edebilmek için “cinsel ödüller” olarak kadının sunulmasıdır. Günümüzde de IŞİD, işgal ettiği topraklardaki her ‘şey’ gibi kadını da “cihad ganimeti” sayar. Vaat ettiği bu ganimetle örgüte yeni erkekler kazanmayı amaçlar. Tarihin derinlerinden bir örnek için Homeros’un İlyada’sına bakabiliriz. Baştan ayağa erkek egemenlikle anlatılagelen Antik Yunan’da kadınların elinden Tanrıçalığın da alındığı bir dönemdir bahsi geçen. Truva Savaşı aynı zamanda Tanrıların Savaşı olarak da işlenir. Tanrıçalarsa aşağılanan, salt bir “cinsel obje”dir. Ve savaşın sonunda kazanan Spartalıları yeni savaşlara hazırlamak için şöyle denir; “Erkeklere artık eve doğru yola koyulmak için acele etmemelerini söyleyin. Henüz değil… Sadık bir Truvalı kadınla yatmadan değil.”

Gerek savaş esnasında gerek sonrasında uygulanan cinsel şiddetle savaşılan tarafın geleceği yok edilmek amaçlanır. Tecavüze uğrayan kadını fiziksel-psikolojik yıkıma götürmeyi amaçlasa da aslolan savaşılan tarafın kültürel kimliği hedeflenir; kaybetmenin ötesinde kolektif bir “onursuzluk” duygusu verilmek istenir. Ki savaşlarda cinsel şiddete maruz kalanlar yalnızca kadınlar olmaz. Küçük bir oran da olsa da erkeklere de uygulandığını biliyoruz. Erkek egemen ideolojinin transfobik ve homofobik oluşu ve bu kodları kazıyarak bir toplum yaratma isteği ilk olarak kadınları hedef alsa da erkekleri de tehdit eder. Erkeğe “koruması gereken” üzerinden işgal mesajı vermek önceliğidir. Geleceği ele geçirme amacı taşıyan cinsel şiddet/tecavüzün en somut örneklerinden biri Bosna Savaşı’nda yaşanmıştır. 1992’de Bosna Hersek’in referandum sonucu bağımsızlık ilan etmesiyle Sırp güçler Bosna’yı işgal eder. Savaş 1995’e dek sürer. Birçok insanlık suçu işlendiği Bosna Savaşı’nda Sırplar tarafından “etnik temizlik” adı altında kitlesel tecavüzler gerçekleştirmiştir. Açıktan bir savaş taktiği olarak uygulanan tecavüzlerle Bosnalı kadınların hamile kalması ve Sırp kanı taşıyan çocuklar doğurması amaçlanır. Sırplar tarafından bu amaçla özel kamplar kurulmuş, tecavüzler salt savaş alanlarında gerçekleşmemiştir. Kadınlar zorla alıkonularak doğuma zorlanmıştır. Daha doğurgan olacağı düşünüldüğü için özellikle 18 yaşından küçük kadınlara tecavüz edilmiştir.

Nobel Barış Ödülü’nün diğer ismi Dr. Denis Mukwege bizi Kongo’ya götürüyor. Bitmek bilmeyen savaşların coğrafyası Kongo. 2011 yılındaki araştırmalara göre Kongo’da tecavüze uğrayan kadınların sayısı 462.293’tür. Bu sayının geçtiğimiz 7 yılda ikiye katlandığını düşünmek ürpertici fakat gerçek. Ayrıca IŞİD’in “Bakire kadınlar cennete girer.” diyerek her işgalde öncelikle kadınlara tecavüz etmesi de cinsel şiddetin bir savaş aracı olduğunu ispatlar. Bütün bunlardan hareketle alıntıladığımız iki cümleyle şimdilik yazımızı noktalayacağız: “Tecavüz olayları saldırı altındaki tüm grubun, etnisitenin ya da ulusun kültürel ve kolektif kimliğine zarar verme amacına yönelik olmaktadır. Bu nedenle tecavüzlerin şiddetli çatışmaların bir sonucu olarak değil, aksine sistematik bir aracı olarak kavramsallaştırılması yerinde olacaktır.

Dipnot: Cinsiyetçi Milliyetçilik ve Savaşlarda Cinsel Şiddetin Kullanımı: Bosna Örneği, Tuğçe KELLECİ, Alternatif Politika, 2017, 9