İtalya’nın Kızıl Rengi

1968 küresel isyan dalgasıyla Batı Avrupa’daki devrimci hareketlerin kitlesel bir boyuta ulaşması, sermaye örgütlüğünün güçlü olduğu Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkelerde silahlı mücadeleye yönelimi de beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, ‘68 hareketinin bağrından doğan ve politik referansların, maddi koşulların, mücadele biçimlerinin benzerlik taşıdığı Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF), Fransa’da Proleter Sol (GP) gibi silahlı örgütler arasında İtalyan Kızıl Tugaylar’ının oldukça özgün bir konumda olduğundan bahsedebiliriz. Zira kuruluşunu ilan ettiği 1970 yılında merkezi örgütlülüğünden ayrışan ancak organik bağının sürdüğü özerk grupların silahlı mücadeleyi resmi olarak bitirdiklerini açıkladıkları 1988 yılına kadarki süreç boyunca Kızıl Tugaylar, aktif mücadele içerisindeki varlığının sürekliliği, ülke genelindeki örgütlülük ve etkisinin yaygınlığı, şiddet araçlarını kullanım düzeyiyle karşı devrimin yapısında yarattığı tahribatın boyutu ve en önemlisi, devrimci bir öncü silahlı kuvvet olarak politik varlığının dayanak noktasını oluşturan işçi sınıfıyla özdeşleşme düzeyiyle Batı Avrupa silahlı mücadele deneyimlerinden belirgin biçimde ayrışmaktadır.

 

İtalya’da şehir gerillası temelinde silahlı mücadeleyi esas alan savaşçı bir öncü örgüt ihtiyacı, Kızıl Tugaylar’ın kurucu kadrosu açısından, hem deneyimlenmekte olan bir hareketin aktığı doğrultunun hem de içinden geçilen dönemin maddi koşullarının kaçınılmaz gereği olarak değerlendirilmiştir. Kendiliğinden patlak veren ayaklanmalardan işçi sınıfının devrimci komünist partisini oluşturmaya yönelik şehir gerillası hareketi olarak çıkılan yol, her ne kadar sadece çiçek ve böcekle özdeşleştirilmek istense de ‘68 hareketine içkin olan bir iç savaş düzlemiyle devrimci ilişkilenme biçiminin yansıması olarak, mevcut devrimci durumu devrimciler lehinde keskinleştirerek toplumsal devrime kapı aralamaya yönelik iradi bir müdahale niteliğindedir.

 

Kuruluşa Giden Süreç 1960’ların ikinci yarısı itibarıyla toplumsal çelişkilerin giderek keskinleşmesinin ve özellikle ‘68 hareketiyle birlikte ülkenin dört bir yanında ayaklanan öğrenci gençliğin eylem ve söyleminin, güçlü bir devrimci geleneğe sahip İtalyan işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarına dönük öfkesiyle buluşması sonucu,İtalya’da devrimci bir durumun oluştuğu bir gerçektir. Bu, “Sıcak Sonbahar” olarak adlandırılan 1969 yılında doruk noktasına çıkar. İşçi ve öğrenci kitlelerinin kendiliğinden patlak veren eylemlerinde deneyimlenen kitle şiddeti pratiği giderek yaygınlaşır, emperyalizmin Soğuk Savaş politikası gereği palazlandırdığı karşı-devrimci faşist güçlerin ve İtalyan burjuva devletinin kolluk kuvvetlerinin devrimcilere yönelik doğrudan saldırıları artar. Diğer yandan, sendikaların, yasal sol parti ve kurumların burjuvaziyle uzlaşmacı reformist politikaları, öfkesini ve devrimci  bir dönüşümü doğrudan gerçekleştirme arzusunu kitlesel gösterilerde, fabrika ve üniversite işgallerinde ifade eden işçi, emekçi, öğrenci kitleleri açısından bir cevap olma niteliğini yitirir.

 

Kuruluş

 

Aralık 1969’da Milano’daki Fontana meydanında 16 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırı gerçekleşir. Bu saldırı, deyim yerindeyse, CPM içerisindeki tartışmalara noktayı koyar. Devrimciler açısından silahlı mücadele artık bir varlık-yokluk meselesi halini almış olur. Böylece Kızıl Tugaylar’ın kurucularının başını çektiği ve artık CPM yerine kolektifin yayın organı olan “Proleter Sol” ismini kullanmaya başlayan grup, Ekim 1970’te yönünü şehir gerilla mücadelesine çevirdiğinin sinyalini verir.

 

İlk Yıllar: Silahlı Propagandadan Yeraltına

 

İlk olarak Milano Pirelli ve Sit-Siemens fabrikalarında ve Lorenteggio, Quarto Oggiaro gibi işçi semtlerinde küçük çapta sabotaj ve cezalandırma eylemleriyle birlikte etkin bir silahlı propaganda faaliyeti yürütülür. Amaç, üretim ilişkileri temelindeki yaşamı kendi dolaylı ve dolaysız iç savaş aygıtlarıyla kuşatan burjuvazinin adaletsiz düzenine karşı “proleter

adalet”i doğrudan sağlamayı esas alan örgütlü bir özne olarak işçi kitleleri içinde varlığını güçlendirmek, silahlı mücadelenin meşruiyetini pratikte göstermektir. Sonraki dönemlere damgasını vuracak kaçırma eylemlerinin ilki Mart 1972’de Sit-Siemens fabrikasının faşist müdürü Macchiarini’nin “halk mahkemesi” tarafından sorgulanmak üzere birkaç saatliğine alıkonmasıyla gerçekleşir.

 

1972 yazından itibaren, hem zorunlulukların hem de Milano’daki etkisinin artık sınırlarından taşan bir yankı bulmaya başlamasının bir sonucu olarak, örgütsel yapısında köklü bir değişikliğe gitmenin ilk adımını atar. Devletin peşine düştüğü kadroların “zorunlu” olarak yeraltına geçmesiyle sistemli bir illegal yaşam tarzında yoğunlaşılır. 1974 yılına kadar eylemlerin seyrinde önemli bir değişiklik olmaz. Ancak önceki dönemden farklı olmak üzere, hem mali olanak yaratmak hem de silahlı kaçırma eylemlerine tecrübe kazanmak için bankalara ve para transferi gerçekleştiren birimlerine yönelik baskın ve soygunlar yaygınlık gösterir.

 

Yeni Stratejik Evre: Devletin Kalbine Saldırı

 

“Yeni stratejik evre”yle birlikte iç savaş dinamikleri üzerinde hegemonik

bir devrimci özne haline gelmeye başlayan Kızıl Tugaylar’ın, hem niceliksel olarak giderek büyüyen yapısını koordine etmek hem de karşıdevrimci saldırıları göğüslemek için kendi örgütlülüğünü merkezi anlamda güçlendirme ve iç illegal döneme damgasını vuran eylem tarzı, ani baskınlar ve vur-kaç biçimindeki yaralamalardır. Büyük sermaye patronları ve iktidar partisinin yerel temsilcilerinin yanı sıra, özellikle medya ve sarı sendika yöneticileri de bu yaralama eylemlerinden nasibini alır. Doğrudan devleti hedef alan saldırıların ilki Nisan 1974’te yargıç Mario Sossi’nin kaçırılmasıyla gerçekleşir. Eylemi öncekilerden farklı kılan bir diğer nokta, onun profesyonel niteliğidir. Kızıl Tugaylar’ın yönünü doğrudan devlete çevirmesindeki bir diğer önemli etken, İtalyan Komünist Partisi (İKP) genel sekreteri Berlinguer’in 1973 yılında “tarihsel uzlaşma”yı teorileştirmesi olmuştur

 

Aldo Moro Eylemi:Zirveden Düşüşe Doğru

 

Tugaylar, toplumsal saflaşmanın net çizgilerle ayrışmasının zirve yaptığı 1978 yılında en büyük hamlesine girişecek ve Hristiyan Demokrat Parti lideri Aldo Moro’yu kaçıracaktır. Kızıl Tugaylar açısından Aldo Moro, bulunduğu makamın ötesinde karşıdevrimin yapısında daha temel politik sorumluluk üstlenmiş bir hedeftir. Zira 1963-1968 ve 1974-1976 yılları arasında başbakanlık yapan Aldo Moro, aynı zamanda Berlinguer liderliğindeki İKP’nin önerdiği “tarihsel uzlaşmanın” Hristiyan Demokratlar içerisinde karşılık bulmasının baş aktörlerinden biridir.

 

Eylemiyle burjuva devlete ve onunla işbirliği halindekilere büyük bir mesaj gönderen Kızıl Tugaylar, cesedin bulunmasından hemen sonra yayınladıkları açıklamayla, sonraları çokça spekülasyona konu olacak bu eylemin “devlet istikrarını bozma, birleşik yapısını dağıtıp-parçalama amacına yönelik kesinlik taşıyan ilk hareketleri” olduğunu belirtir.

 

Nitekim bu doğrultudaki eylemlerin devamı gelecek, aynı yıl içinde Hristiyan Demokrat Parti’nin iki önemli lideri, Avrupa Parlamentosu adayı Enrico Ghio ve Cenova Üniversitesi profesörü Fausto Cuocolo da şehir gerilla tugaylarının kurşunlarına hedef olacaktır.

 

General Dozier Eylemi Ve Dağılma

 

Ne var ki burjuvazi, Aldo Moro eylemiyle kalbine aldığı bu darbeden sonra, Kızıl Tugaylar başta olmak üzere devrimciler üzerindeki devlet baskısını kapsamlı biçimde artırır. Devlet baskısının yoğun tutuklama dalgasıyla artarak devam etmesi, tutuklananların ya işkence altında ya da pişmanlık yasası karşısında vermiş oldukları örgütsel bilgiler, yeni katılımlarla büyüyen yapının lojistik ve örgütsel işleyişinin giderek bozulması ve merkezi önderlik içerisindeki krizle birlikte örgütün özerk yapılar halinde bölünmeye başlaması, Kızıl Tugaylar’ın dağılma sürecini başlatan ana etkenler olmuştur. NATO’da görevli Amerikalı general James Lee Dozier’in kaçırılma eyleminin başarısızlıkla sonuçlanması ise, başlayan

dağılma sürecini hızlandıran bir kırılma etkisi yaratmıştır.

 

1988 yılına gelindiğinde,ikiye ayrışan Kızıl Tugaylar’ın hem BR-PCC’nin hem de BR-UCC’nin birçok önder kadrosunun tutuklanması ve ardından silahlı mücadelenin bitirildiğini resmen duyurmasıyla birlikte, Kızıl Tugaylar’ın 18 yıllık aktif mücadele tarihi sona erer.

 

*Yazı Marksist Teori 26.sayısından derlenmiştir.