Sanat İsyana Büründü

Gezi ayaklanmasını bir çok farklı yönden değerlendirmek mümkün. Kültür ve sanat alanından baktığımızda ise karşımıza direngenliğin melodisiyle mizahını raks eden, dize dize bir ayaklanmayı yazan, umudun ve gülümsemenin, bilinçli bir öfkenin öyküsü geliyor kulağımıza.

Gezi ayaklanmasına ev sahipliği yapan bu topraklarda sanatın genel halk kitlelerindeki anlamı, salonlarda gerçekleşen smokin ve abiyeli kesimin ilgi alanıydı. Ancak yaşamın her anında kendini var edebilen sanat; bu topraklarda da deyişleriyle, destanlarıyla, müziğiyle en unutulmuş köyden metropollere kadar, farklı biçimlerde de olsa, vardı. Halk edebiyatı ve müziği birbirinden beslenerek işçi ve köylü halk kitlelerinin sisteme ve boyunduruklara karşı öfkelerini anlatımda en önemli yoldu. Ancak 1980 askeri darbesiyle beraber kitleleri apolitikleştirme çabalarından biri de, başta gençlik içinde var edilmek istenen popüler kültürdü. Kendinden önceki tüm politik sinemayı, edebiyatı, şiiri görmezden gelen, yaratılmak istenen kültürün bir parçası olarak lüksü, rekabeti, kör şiddeti kendine konu alan pespaye haldeki bir kültür çıkıvermişti.Oysa tüm birikenler gibi, ezilenlere dair ve ezilenlere ait dizeler, ritimler, figürler birikti Gezi’ye dek.

Gezi ayaklanması öncesi, toplumsal tüm dinamiklerde biriken öfkelerden biri de sanat alanında birikiyordu. Sanatın özgürce üretilebilmesi ve geniş kitlelerle buluşmasının önünde ise devletin baskı ve sansürleri duruyordu. Sanat üretimi AKP’nin rant ve sansür politikalarının kıskacında bir haldeyken sokaklar ve sahneler birer eylem alanına dönüşüyordu. Özellikle 2006 yılında Taksim sahnesinin, 2008 yılında da Atatürk Kültür Merkezinin ve sonrasında tarihi Emek Sinemasının kapatılması ve binanın yıkılmasına karşı milyonlar sokakları doldurmuş, bu mücadele ayaklanmanın ardından da devam etmiştir. Aynı zamanlarda İBB Şehir Tiyatrolarının idari yönetmeliği değiştirilmiş, sansür ve oyuncu alımı kılıfına uydurulmuştur. Tüm bu baskılarla sıkışan sanat, Gezi ayaklanmasıyla beraber soluğu sokakta almıştır, Ayaklanmanın ardından ise alternatif bir sanat üretimi kendini var etmiştir.

Gezi ayaklanması sırasında, direnişi bir çekim merkezi haline getiren noktalardan biri de salonlarda, televizyon ekranlarında gün geçtikçe pespayeleşen popüler kültüre karşı, direnişçilerin bu coğrafyanın asıl sanat ve kültür eserlerini sokaktaki isyanla birleştirmesiydi.

Bir köşede “Göğe Bakma Durağı”na rastlarken bir duvardan Nazım ‘Ben bir ceviz ağacıyım’ diyordu.Ece Ayhan’ın “Aşk Örgütlenmektir” dizesi ise ayaklanmanın sonrasına da işaret eden perspektifiyle tüm sokaklarda yazılıydı.Ve aslında edebiyat derslerinde adından bahsedilmeyen nice şair ve yazar gezdikleri sokaklarda, tam da olmak istedikleri şekilde, dizeleriyle isyanımızın sapanına taş koyuyorlardı.

Mizahını dilinden, gaz maskesini suratından eksik etmeyen direnişçiler, sloganlarla kalmıyordu sadece. Direniş kendi müziğini yaratırken, direnişin ritmine uygun notasını vuruyordu Gezi bandosu.Devletin tüm imkanlarıyla saldırmasıyla- ve imkansızlıkları zorlamalarına- tomalarıyla, sıktığı biber gazlarıyla karşı karşıya kalan direnişçiler bandonun ritmine, bando ise direnişçilerin ritmine uygun bir türkü tutturmuştu. 31 Mayıs sabahı, Şamarı yüzümüze,Garezi dilimize olanlara karşı,hep bir ağızdan “Kaldırın eli çekinmeden ve korkmadan Meydanlar bizim unutmayın” diyen şarkıya katıldı direnişçiler.Hep bir ağızdan “Eyvallah” diyorlardı. Hiç bilmediği türküleri değiştirerek “Çapulcular oldu mu, meydanlara doldu mu?” diye sordu Gezi’nin genç ayaklanması. Ezcümle, bu coğrafyanın gerçek müziği, gerçek sahibiyle, olması gereken yerde ve şekilde buluştu. Öfkeli bir bilinç, direncin ortasında, ayaklanmanın ritmine harman oldu. Müzik salonlardan çıktış smokinini yırtıp attı, ayağında terlikleriyle sokaklarda gezmeye başladı. Kafasında baretleriyle oturan yüzlerce direnişçinin arasında, Taksim meydanının ortasındaki piyano, bu toprakların yüzyıllık türkülerini çalıyorken devletin, burjuvazinin, elitizmin gelenekleri bir bir yıkılıyordu.

Duvarlarda en komik haliyle resimleri çiziliyordu Tayyip Erdoğan’ın. Sanatın kalemi mizahla buluşmuştu. Gerçek resim galerilerden, sergilerden çıkıp duruyordu. Michael Jackson’ın ünlü “moon walk’’ dansı sahneden inmiş, caddelerde polisle çatışan direnişçilerin içindeydi.

Tüm bunların ardından sanat, özgürlüğün ve özgünlüğün yegane mekanında tüm fiyatlardan, sansürlerden, devlet mekanizmasından kurtulmuş şekilde ayaklanmanın içinde yeniden biçimlenmiş, ayaklandırmayı da biçimlendirmiştir. Gezi, bir çok belgesel-filme, gösteri sanatına, romana ve müziğe konu olmuştur. Ancak asıl etkisi, gezi direnişiyle beraber sokakla buluşan sanatın bir daha salonlara dönmeye çok da hevesli olmayışıdır. Düzenlenen forumlarla, festivallerle sokakta kalmaya devam eden müzik gibi, edebiyat da ‘Şiir Sokakta’ gibi projelerle duvarlardaki yerini korumaya devam etmiştir. Gezide rahat koltuklu salonlarda, televizyon kutularında saatlerce süren bakışmalarda, az sayfalı sadece kapağı farklı,aynı yerde dönüp duran binlerce sayfanın içinde sıkıştırılmış sanat bir soluk aldı. Bu soluk ise Gezi’nin rengini, müziğini, öyküsünü yarattı.