Makbul Kadın Olmayacağız! – Senem Pektaş

Kadını yaşamın içinde karar alan ve eyleme geçen bir özne değil, erkeğin eklentisi olarak konumlandırarak bir nesne olarak gören erkek egemenliği her gün kendine sızacak yeni çatlaklar aramaya devam ediyor. Romantik ilişkilerde kadının aldığı rolden eğitim hayatımızın tamamına veyahut kendimizin de pek çok kez fark etmediği daha ‘incelikli’ halleri ile, örneğin yere nasıl eğilip kalktığımızdan bacağımızı nereye koyduğumuza dek; ekonomik, siyasal, fiziksel, psikolojik tüm varlığımızı bir kalıba dökme çabası içinde sürekli karşımızda beliriyor. Kadın özgürlük mücadelesinin gelişimi içinde hem hareketin bileşenleri kadın örgütleri hem de tek tek kadınlar cins bilincini daha sağlam temellerde inşa ederken bir yandan erkek egemenliğinin eli de boş durmuyor ve kadınları kendi sınırları içine hapsetmenin türlü yollarını arıyor. Bütün bu kadın yaşamına sınırlar çizme, kadını yaşamda edilgen hale getirme olarak uğraşı ‘makbul kadını yaratmak’ olarak tarifleyebiliriz. Mutlak hedefi ise kadınları sermaye ve erkek egemenliğinin çıkarlarının emrine amade hale getirmek. O zaman makbul kadınlık sabit ve mutlak bir kadın prototipini anlatmıyor, aksine siyasal ve ekonomik çıkarlar değişime uğradıkça sürekli bunlarla uyumlu hale getirilen bir makbul kadınlıktan bahsedebiliriz. Tarih boyunca makbul kadınlar çok farklı sıfatlar ve görünümlerle karşımıza çıkarılıyor, önümüze erişmemiz gereken bir hedefmişçesine konuluyor. Yaşamımıza çizdiği sınırları her gün derinleştiren erkek egemen faşizme karşı o zaman gözü kulağı her zaman açık tutmakta, makbul kadınlığın her görüngesine karşı mücadeleyi önümüze koymak için bu sürekli adapte edilme halini anlamakta fayda var.

Tarihten Günümüze Önümüze Konulan ‘Makbul Kadınlıklar’
Bugün, AKP- MHP faşizminin kadınların yaşamlarına yoğun saldırıları altında iken makbul kadınlığı daha çok bu politik İslamcı uygulamaları tariflemek için kullansak da makbul kadınlık ne yalnızca bu faşist iktidar döneminin bir ürünü ne de sınırları coğrafyamız ile sınırlı. Görece daha yakın tarihlere bakalım, gözümüzde çoğumuzun canlandırabileceği fotoğraflardan yola çıkalım: Yeni Cumhuriyet’in yüzü olan, kabarık etekleri ve saçları ile pozlar veren şapkalı kadınlar. Pek çok kez sosyal medyada, özellikle de nostaljik bir şekilde özlemle paylaşılan fotoğraflara aşinayızdır. Bu fotoğraflarla simgeleşen Cumhuriyet’in makbul kadınları idiler. Yıkılmış Osmanlı’nın ardından yeni bir ülkenin yeni yüzü olan modern kadınlar çıkageldi. Bir reklam yüzü görevi gören, giyim kuşamı bütünüyle değişmiş, kamusal alana erkeklerin yanına belirli ölçülerde katılabilen fakat bunların tamamı kendisine cinsinin özgürleşmesinden çok uzak bir yerden; ‘aydın’, eğitimli bir kuşak yetiştiren yeni anneler olması için önüne konulmuş kadınlar Cumhuriyet’in kuruluşu ve ardından gelen yılların makbul kadınlarını oluşturdu. Aynı zaman diliminde ise bir yandan da hâlen cefakar anne olarak aile içindeki varlığı dışında hiçbir yaşamı olmayan emekçi- köylü kadınlar ise kendi çıkarlarına göre toplumu dizayn eden erkek egemenliğinin makbul kadınlığının bir diğer yüzünü oluşturuyordu. Dünden bugüne, ‘yeni bir kadın’, bu yolla da devletin çekirdeği olan yeni bir aile ve nesil yaratma politikasının nesiller boyu kadınların üzerine bir karabasan gibi çöktüğü oldukça açık.

Coğrafyamız sınırları dışına başımızı uzatarak çarpıcı başka örneklerle de makbul kadınlığın tarihine kısaca bakabiliriz. İkinci Dünya Savaşı’nın kızışması ve savaşın tarafı olan ülkelerde erkek nüfusunun büyük bir kısmının ya cephede savaşıyor ya da kaybedilmiş olması nedeniyle tarihin o dönemine dek ev emekçiliği dışında kendisine bir görev biçilmemiş ve bu sınırın dışına çıkmasına da izin verilmemiş kadınlar zamanla ‘çalışan, güçlü, vatanının yükünü omuzlayan’ kadınlar olma propagandası ile çevirildi. İngiltere Kraliçesi’nin bile savaş uçakları tamiri ile ilgilendiği, prenseslerin bile hasta asker tedavisinde çalıştığı, tüm ulusun kadınlarının da kentlerde iş gücüne ve cephe arkası görevlere katılmaya çağırıldığı ve evlerden bu geçici çıkışın bizzat erkek devlet eliyle kolaylaştırıldığı bir zaman kesitinden bahsediyoruz. Erkeğin olmadığı alanda, kendi çıkarına olan kamusal alanda var olan makbul kadını işte böyle oluşturdu. Fakat işler tam tersine döndüğü zaman, yani savaş bitip erkekler ülkelere dönmeye başladığı, kadınlar tarafından doldurulmuş yerlerini talep etmeye yeniden başladıkları zaman kadınlara evlerine dönmenin ve ‘en büyük huzur olan çocukları ile bahçelerinde işten gelen kocasını beklemenin’ yolu tekrar gösterildi. Yaklaşık 2-3 yıl kadar önce ‘vatan savunması’na çağırılan, fabrikalarda yük omuzlayan, sermayeyi devindiren o kuvvetli kadınlar kendilerini fiziksel güce sahip olmanın, kamusal alanda zaman geçirmenin kadınlığa yakıştırılmadığı, aşağılandığı, ‘erkek gibi olmak’ olduğu bir gerçeklikte buldular. Şimdi sıraları evlerini dekore etmekte, çocukları için en iyi anneleri kendilerinde yaratmaktaydı. Bu gibi pek çok örnekte makbul kadınlığın iki yüzlü, değişken ama asla kadını kalıba dökmekten imtina etmeyen halini hep birlikte görebiliriz.

Günümüzde Bu Sınırlar Nerede ve Nasıl Çekiliyor?
Bugün sınırlarımız özellikle de faşizmin kadınlara yoğun saldırıları altında daha da keskin hatlarla çizilmeye çalışılıyor. Kürsülerden ısmarlama söylenen ‘ahlaksız, iffetsiz’ diye nitelenen; kendini erkeğe hizmet dışında var etmeye çalışan, çocuk doğurmayı ya da bakmayı istemeyen ya da hatta yalnızca daha geç yaşına ötelemiş olan, arkadaşları ya da ailesi yanında rahatça zaman geçirebilen ve sosyalleşen kadınlar sıkça günlük olarak hedef gösteriliyor. Dolayısıyla dışarıda daha çok zaman geçiren, yaşamı keşfetmeye çalışan, çizilen sınırlara karşı daha uyanık olan, aynı zamanda sınırları yıkma iradesi daha güçlü de olan genç kadınlar makbul kadın dayatmalarının merkezini oluşturuyor. Özellikle de erkek şiddeti bu kalıba dökme politikasının uçlaştığı ayağını oluşturuyor. Erkeğin çizdiği sınıra girmeyen genç kadınlara fiziksel ve cinsel başta olmak üzere pek çok şiddet türü yönetiliyor. Özellikle son dönemde yoğunlaşan kaybetme, yüksekten düşme, uyuşturucu madde ile zehirlenme şeklinde gündemimize giren erkek şiddeti biçimlerini makbul kadınlıktan ayrı değerlendirmek mümkün değil. Erkeği reddeden, ilişkisini sona erdirmek isteyen, yaşamına dair karar almak isteyen kadına uygulanan şiddet bir bütün olarak tüm genç kadınları sindirmek için uygulanıyor. Bir kadına uygulanan şiddet ile tüm kadınlara şiddet sopası ile ‘hizaya geçme’ uyarısı yapılıyor. Özellikle de erkek yargı işbirliği ile bu şiddet faillerinin aklanması sonucu erkeklere sınıra girmeyen kadına şiddetin meşru olduğu hakkı devlet tarafından veriliyor. Kadınlar tacizi gündemleştirdiklerinde medya işbirliği ile de özel yaşamı didik didik aranıp ne kadar makbul kadın olup olmadığı inceleniyor, şiddeti gören kadın sanık sandalyesine oturtuluyor. Bunun en yakıcı örneğini geçtiğimiz aylarda Pınar Gültekin örneğinde gördük: katil Cemal Metin Avcı yakılarak vahşice katledilen Pınar’ın yıllar önceki içki içtiği fotoğrafları deşilip yandaş basına servis edildi, kendisinin katille ilişkisine dair uydurulmayan türlü dedikodu bırakılmadı. Katledildikten sonra bile yaşamımız teraziye konularak makbul kadınlığımız ölçülüyor. Katletme boyutuna varan fiziksel şiddetin yanı sıra özellikle de romantik ilişkilerde genç kadınlar yoğun bir psikolojik şiddet cenderesi içinde. Kimi zaman giyimi erkek tarafından ‘uygun görülmediği’ için kıskançlık adı altında bir sevgi biçimi olarak önümüze konulan ‘O üstündekini değiştir’ler, kimi zaman ise erkeğin istediği romantik ya da cinsel ilişki şeklini reddettiği için ‘eski kafalı’ olmakla bir nevi suçlanan kadınlar iki farklı uç gibi görünse de aslında yalnızca aynı amacın farklı vuku buluş şekli ile karşılaşıyorlar. Bir bir erkeklerle kurulan ilişkilerin dışında daha geniş kapsamlı ve bunların tamamını üretir olan kapsamlı yasa değişiklikleri, kamusal alanda kural ve zorunluluklar, eğitim hakkı gibi temel haklara direkt müdahale ile saldırı genişletiliyor. Şu anda mecliste her gün tartışılmakta olan ve bir referandum konusu olarak önümüze konan, daha çok ‘başörtüsü yasası’ olarak gündem edilen yeni anayasa değişikliği teklifi de tam buraya oturuyor. Bu anayasa düzeyindeki değişiklik ile kadınlar başörtülü- başörtüsüz ya da daha kaba bir tabirle kapalı- açık olarak ayrıştırılıyor. Gündelik yaşamda kadınların giyimine dair direkt hükümler barındıran bu değişikliğin ana gündemlerinden biri de aile. LGBTİ+ düşmanlığına sırtına yaslayarak aileyi kendi sınırları ile tabir eden yasada ‘Devletin en temeli olan kutsal ailemizin sapkın ve yozlaşmış akımlardan korunması’, ‘Erkek ve kadının resmi devlet onaylı birlikteliği dışında bir şeyin söz konusu bile edilemeyeceği’ maddeleri bulunuyor. Kadının adını erkeğin eşi olmak dışında anmayan değişiklikte kadının adı tekrar ve tekrar aileye gömülüyor. Makbul kadınlığa uymayan ve bu aile sınırları içinde kendini var etmeyen kadına da aynı zamanda gelecekteki olası cezai yaptırımlarının kapısı böylece açık bırakılmış olunuyor. Evlilik bağı üzerinden kurulmak istenen bu ‘uygun birliktelik’ düzenlemesine aslında elimize bir kazanım olarak tutuşturulmak istenen HPV aşısı sürecinde de tanık oluyoruz. Kadınların yıllardır süren Sağlık Bakanlığı üzerinde basınç oluşturma ve gündemine sokma çabalarına karşılık olarak nihayet Sağlık Bakanlığı HPV aşısının aşı takvimine ekleneceği açıklaması yaptı, fakat açıklamanın bir de makbul kadınlık eklentisi var: Aşı medeni hal durumuna göre yapılacak. Bu da aşının yalnızca evli kadınlara yapılacağı anlamına geliyor, yani erkek devletin resmi ilişki onayını vermediği ve yaşamı üzerine bu yolla denetiminin olmadığı kadınlar aşı takviminin dışında bırakılıyor.

Makbul Kadınlığı Kırma ve Özgür Genç Kadınlar Olmak
Politik İslamcı rejimin kadını aile içine hapsetme ve dışarı burnunu uzattığında yalnızca kendi siyasi çalışması çıkarları için yapmasına izin vermesinin karşında özgürlüklerimiz ve yaşamlarımız için şu dönemde ‘Makbul Kadın Olmayacağız’ı en gür sesimizle haykırma zamanı. Olmayacağız dedik, makbul kadını tarifledik fakat makbul kadınlığı nihai olarak kıracak olan nedir? Bu soruya cevap verirken en dikkat çekmemiz gereken nokta bizlere her gün yöneltilen söylemlerin, saldırıların, hak gasplarının erkeklerden bireysel olarak gelen nefret ile değil, erkek devletin bizzat çizdiği, tüm kurumları ile baştan sona örgütlü cinsel politikası sonucu ortaya çıktığıdır. Böylesine örgütlü bir erkek devlet saldırısı ise ancak yine örgütlü kadın aklı ile defedilebilir. Makbul kadın resminin karşısına bireysel özgürlüklerini tek başına yaratmaya çalışan ve makbul kadınlığı yalnızca bir bir kadınların dış tırnağı ile içinden çıkabileceği bir kuyu olarak görmek yerine kadın özgürlük mücadelesi çizgisinde yürüyüş ve bütün bir kadın cinsi için bunu kırma iddiamız ile ancak başarabiliriz, bireysel özgürlüklerin korunması ve yenileri için ter dökülmesi ne kadar bir bir kadınlar için yaşamda nefes aldırıcı olsa da etki alanı kişi ile sınırlı ve sürelidir. Makbul kadınlığa karşı özgür kadını günümüz siyasi koşullarının tahlili ve bunun zorunluluk olarak önümüze koyduğu kadın özgürlük yürüyüşüne katılmak ile yaratma adımlarını almaya başlamalıyız. Erkek devletin makbul kadınlığına karşı Özgür Genç Kadınlar olma yolunda yürüyecek güce sahibiz ve mutlaka bu bariyerleri kıracağız. Bariyerleri yıkmak mücadelenin her anında önümüzde dursa faşist erkek devletin saldırıları böylesine yoğunlaşırken şimdi 8 Mart’ı, 25 Kasım’dan aldığımız güçle de bir makbul kadınlığa karşı direniş mevzisi haline getirmenin zamanı. Önümüzdeki 8 Mart’ta; LGBTİ+ fobik, kadın düşmanı aile yasasına, sağlık hakkımıza ulaşım için konulan engellemelere karşı tüm gücümüzle odaklandığımız bir tarih haline gelmeli. Erkek devletin makbul kadın ölçütlerini kent kent sokaklara gömmeye, kadınların yaşamına uzanan elleri kırmaya, 8 Mart’ta sokağa!