Dün, Bugün, Yarın; Gençlik Hatay Halkının Yanında – Bahadır Çağırgan

2023 yılına girerken yaşadığımız deprem afetinin bir katliama dönüştürülmesinin üzerinden bir yılı aşkın süre geçti. İnsan-doğa çelişkisinin en derin kırılımlarından birini yaşadığımız deprem katliamının yarattığı konjonktür, emekçi sola ve sosyalist gençliğe yeni yollar gösteriyor. Depremin ilk anından itibaren halkı ölüme terk eden, ulusal ve uluslararası dayanışma seferberliklerini kendi siyasi kampanyasına çevirmeye girişen ve afeti bir katliama dönüştüren rejim, bir yıl boyunca enkaz altında olan halkın yarasına çare olamamış ve telafisi imkânsız yeni yaralar açmıştır. Depremi bir kader planı olarak tanımlayan rejimin tüm politik ve ekonomik paydaşları da bu katliamın ardından üzerlerine düşeni yaparak halkın yaralarını bir kenara koyup kendi politik ikballerini ve ekonomik çıkarlarını öncelemişler, depremle yerle bir olan kentlerde yeni inşaat rantları yaratmışlardır. Katliamcı burjuva ittifak üzerine düşeni yaparken emekçi halk ve sol-sosyalist tüm kesimler de depremin ilk gününden itibaren halkımızın yanında olmuş ve halkın dayanışma seferberliğine tüm imkanlarını, yaratıcılıklarını ve deneyimlerini aktarmışlardır. Depremin ilk gününde olduğu gibi geçen bir yıl boyunca da devlet; oy isteyen, çadırlara elektrik saati bağlayan ve yerle bir ettiği evleri parayla satmaya çalışır halde halkın karşısına çıkarken emekçi sol ve sosyalist gençlik halkının yanında olmuştur. Depremin ilk gününde ve geçen bir yıl boyunca olduğu gibi depremin birinci yıl dönümünde de birçok sosyalist kurum Antakya’ya gitmek için kampanyalar yürüttü. SGDF’nin “Gençlik Hatay Halkının Yanında” şiarıyla yaptığı açık çağrıya birçok şehirden sosyalist genç de dayanışmayı sürdürmek ve suçluları teşhir etmek için kulak verdi. Saldırıları, katliamları ve bunların suçlusu asıl düşmanı çok iyi bilen Sosyalist Gençlik, hafızası ve deneyimleriyle yıkılan kentlere can suyu olabilmek adına yola çıktı.

Yer yer enkazların hâlâ olduğu gibi durduğu şehirde, ikinci kışını da çadırda geçirmeye mahkûm edilen Antakya halkı hayatlarında ilk defa gördüğü onlarca farklı yüzü tanıdık bir dostmuşcasına karşıladı. Bölgedeki fiziksel zararlarla beraber özellikle çocuklar üzerindeki psikolojik hasarın çok yüksek olduğu görülmekteydi. Hâlâ insanların geceleri rahat uyuyamadığını, yakınların ve tanıdık yüzlerin ölümlerinin çok sıradanlaştığı hikayelerini duymak olağandı. Yaşanılan katliamın ciddiyetinin idrakine dâhi varamamış çocukların enkazların arasında okula gitmesi olağan manzaralardandı . Tüm bunlara rağmen Antakya halkı birçok farklı kentten yanı başlarında olmak için bölgeye gelen gençlere tüm misafirperverliklerini sundu. Gün içerisindeki ev ziyaretleri ve sokak buluşmaları, gençlere halkın sesini duymak ve düşüncelerini dinlemek için güzel fırsatlar sundu. Arap-Alevi Defne halkı, bir yıl boyunca yalnız bırakılmalarının sebebinin devletin ırkçı ve mezhepçi politikaları olduğunun farkındaydı. Bu faşist politikaya karşılık yerel dayanışma kültürünü ve araçlarını geliştiren Defne halkının bu dayanışma sayesinde zor günleri daha kolay atlattığı görülmekteydi. Mahallelerdeki hayır evlerini dayanışma merkezlerine dönüştürerek kolektif yaşamı güçlendiren halk birbirine daha sıkı tutunarak yaralarını sarmıştı.

Sokak buluşmaları ve ev ziyaretlerin hemen önceki gününde Erdoğan’ın ağzından çıkan “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı” sözleri tüm halkın gündemindeydi. Suçluyu çoktan tanıyan halk bu itirafı öfkeyle karşılamıştı. Halk bu sözleri çoktan bildikleri gerçeklerin bir itirafı olarak tanımlıyordu. Acılı günlerini yasla geçirirken Antakya’da öfke duygusunun da yoğun olarak hissedildiği açıkça görülmekteydi. Antakyalı gençlerin mahallelerdeki neredeyse her sokağa kayıt düştüğü, katliamı hatırlatan ve unutulmak istemediklerini vurgulayan duvar yazıları, şehirde yoğun olarak hissedilen öfkenin sessiz fakat bir o kadar da görünür dışavurumuydu.
6 Şubat’ta Antakya’nın birçok noktasında anmalar ve protestolar gerçekleşti. Bu protestolarda halkın ortak sesi katliamın hesabının sorulup şehirlerinin yeninden kurulması inancı üzerinde yükseliyordu. Katliamcı burjuva ittifaklardan hesap soran ve bu sesi her hak arayış alanında yükselten Sosyalist Gençlik, Antakya halkının katliamın sorumlusu devleti işaret eden sloganlarına ses verdi. Gece vaktinde yapılan mezarlık anmalarının ardından yaslarını gömen gencinden yaşlısına tüm Antakya halkı meydanlarda hesap sormak için öfkelerini haykırıyordu. 6 Şubat’ta katıldığı anmada halkın öfkesiyle yüzleşen ve anmadan kovulan Lütfü Savaş da öfkenin hedeflerindendi. Protestolardaki sloganlar sadece AKP-MHP faşizmini değil aynı zamanda katliamın işbirlikçisi CHP’yi ve Lütfü Savaş’ı da hedef alıyordu. Gece yapılan anmada katliam ortakları bakan ve Savaş’ı anmadan kaçmak zorunda bırakan halk da sorumluların karşısına dikilerek acısını yaşamasına dahi engel olmaya çalışan polis barikatlarını aşmış ve öfkelerinin hedeflerini açıkça göstermişti.
Halkın burjuva ittifak ve siyasetler karşısındaki bu iradesi sosyalistlerin ortaya koyduğu “İki burjuva ittifaka da oy yok.” perspektifinin nesnel zeminini de açıkça gösteriyordu. Sosyalist gençler, sokak buluşmalarında neden orada olduklarını anlatırlarken halkın talepleri ve istekleri de aynı seste ortaklık buluyordu. Antakya halkı ve sosyalist gençlik, düşman ve amaç konusunda ortak söylemi ortaya koyuyordu. Çok defa liberal alışkanlıklardan kurtulamamış beylik laflardan ve salon siyasetinden duyduğumuz “sosyalistlerin halktan koptuğu” iddiasının Antakya da boşa düştüğü açıkça görülebiliyordu. Burada sosyalizmin gerçekliği kendini ayan beyan ortaya koyuyor, onun yarattığı umut ise bir ihtiyaç olarak kendini dayatıyordu.
Halk buluşmalarında sosyalist gençlerle amaç ve düşman konusunda ortaklaşan halktan sık duyulan bir soru vardı: Peki nasıl yapacağız? Burjuvazinin eline aldığı ideolojik hegomonyanın etkilerini geniş kesimlerde gözlemlediğimiz gibi katliamı yaşamış halkın da deneyimlediği bir umut-umutsuzluk kırılımı açıkça gözlenebilmektedir. Bu umutsuzluk durumu bir yandan kitleleri pasifize edip sindirecek güçtedir -ki faşizm koşullarında sosyalist mücadelenin en büyük düşmanı budur- bir diğer yandan da öfkeyle diriltilebilecek umutsuzluk koşulu da örülerek güçlü bir yumrukta ses bulacak kudrettedir. Antakya’da sosyalist gençliğin doğrudan gözlemlediği bu umutsuzluk-öfke durumu polis barikatlarını aşmış ve umutsuzluğun üzerine bir kürek daha toprak atarak kolektif öfkenin gücünü göstermiştir. Umut arayışında olan öfkeli halkın sosyalist mücadele ile omuzdaş olarak düşmanın üzerine yürümesi, öfkesini ve enerjisini aynı yolda aynı düşman için tüketmesi de gelecek adına sosyalist harekete yol göstericidir. 6 Şubat’ta sosyalist gençlik neden orada olmaları gerektiğini tekrar görmüş; dayanışmayla güç almanın, umutsuzluğu öfkeyle örerek düşmanın üzerine yürümenin kudretini ve aynı sesi haykıran sosyalist gençliğin her zaman var olduğunu halka hatırlatmıştır. Bu deneyim bize bir kez daha göstermiştir ki umudu kuşanarak özneleşen sosyalist gençler, acıların umutsuzluğuyla sönümlenmek yerine öfkeli bir umudun inşası için hazırda bekleyen halk ile birbirinden güç almalı ve gençliğin öncülük rolü bu parolayla yerine getirilmelidir. Çelişkiler ve çelişkilerin doğurduğu acılarla yoğrulan halkımız öfkesini yükseltmeye hazır, sosyalist gençlik de öncü olmak için gerekli olan hafızaya ve deneyime sahiptir.