Genç Kadın Hareketinin Beş Yıllık Bilançosu – Merve Havalı

21. yüzyıl, Arjantin’den Polonya’ya; Rojhilat’tan Rojava’ya dünyanın dört bir yanında erkek egemenliğine karşı cins bilincini kuşanarak özgürlüğüne yürüyen, yeni ve başka bir dünyanın haberciliğini üstlenen kadınların, kadın devriminin yüzyılı. Ne mutlu ki, coşkun nehirler gibi gürleyerek, büyüyerek, hızlanarak gelişen devrimimiz, bulunduğumuz toprakları da suluyor. Anadolu ve Kürdistan coğrafyası, devrimimizin en ileri bölüklerine ev sahipliği yapıyor. Demokratik kadın hareketimiz, yer yer zorlanmalar ve tıkanmalar yaşasa da sözü ve eylemiyle geniş kitleleri sokağa sürükleyebilen tek toplumsal hareket olarak varlığını sürdürüyor. Peki, genç kadınlar bu tablonun neresinde duruyor?

Bu soruyu cevaplama çabamız olarak devrimci demokrat gençlik hareketinin durumu ve yol arayışını gündemimize aldığımız bu sayıda, incelememizin özgün bir nesnesini de gençliğin nicel yarısının, genç kadınların, politik temsiliyeti olma iddiasını taşıyan genç kadın örgütleri oluşturuyor. Bu perspektif doğrultusunda, ilk olarak genç kadın örgütlerinin genç kadınların çeşitli gündemleriyle ilişkisini tartışacak, ardından gençlik ve kadın hareketleriyle kurduğu ilişkiye eğileceğiz. Genç kadın hareketinin farklı alanlardaki varlığını tartıştıktan sonra bir bütün olarak hareketin politik hat ve zeminini ele alacağız.

Önemli bir hatırlatma ile başlayalım: Geçtiğimiz beş yılı konuşurken katliam politikalarıyla kurumsallaşma sürecini tamamlayan, devrimci demokratik muhalefetin öncü unsurlarını tutuklama saldırıları, halk kitlelerini ise yarattığı korku ve itaat iklimiyle zapt etmek isteyen faşizm, tüm değerlendirmelerimizin arka planı olarak bir an olsun akıllardan çıkarılmamalı.

Son beş yılın OHAL ve faşizm koşullarında genç kadın kitleleri, ana gövdeleriyle kadın düşmanı AKP-MHP iktidarının faşist saflarına yedeklenmeyeceğini gösterdi. Kendini anti faşist cephede konumlandıran genç kadınlar ise doğalında AKP-MHP faşizminin yoğun saldırılarının hedefi oldu. Genç kadın kitleleri, faşizme ve erkek egemenliğine karşı taşıdıkları isyanla, faşizmin sırtını yasladığı, erkek egemenliğine can suyu olmuş politik islamcı ideoloji tarafından “potansiyel tehlikeli” olarak işaretlendi, neydi o öyle hem genç hem kadın olmaya cüret etmek!

İktidar, genç kadınların isyan değil itaat eden makbul kadınlara dönüşmesi için yürüttüğü ideolojik mücadele yetersiz kaldıkça yöntemlerini değiştiriyor, kadınlara baskı ve yasaklarla boyun eğdirmek istiyor. Kadın katillerinin cezasızlıkla ödüllendirilmesi, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere kadınların kazanılmış haklarına saldırılar, kadın üniversiteleri projesi, Cinsel Tacizi Önleme Kurullarının etkisizleştirilmesiyle tacizci akademisyen ve eğitimcilerin korunması, liselerdeki kadın düşmanı kıyafet yönetmelikleri gibi bir çırpıda akla gelen tüm örnekler bu cinsel politikanın bir parçası olarak genç kadınların yaşamlarını etkisi altına alıyor.

Bu tabloda, genç kadınların erkek egemenliğinden özgürleşme mücadelesinin öncüleri olma iddiasındaki genç kadın örgütlerinin, genç kadınların yukarıda saydığımız gündemleriyle nasıl ilişkilendiği, politik talep ve özlemlerine ne derece yanıt olabildiği bir soru olarak karşımıza çıkıyor.

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Genç kadın örgütleri, bir “genç kadın hareketi” yaratamamıştır. Genç kadın kitlelerinin erkek egemenliğine karşı kendiliğinden yükselen isyanını anti faşist safların bir kuvveti, birleşik cephenin bir bileşeni olarak örgütlemekte yetersiz kalmıştır. Genç kadın hareketimizin farklı bölükleri, dönemsel ve gündemsel yan yana gelişlerde eylem birliğinde bulunmayı başarsalar da, sürekli ve birleşik bir mücadele zemini kurmayı başaramamışlardır. Bu anlamda, kadın hareketinin Kadınlar Birlikte Güçlü örneğinde somutlanan birleşik mücadele deneyiminin genç kadın örgütlerinin toplamına taşınamadığını, gerekli derslerin çıkarılmadığını söylememiz mümkün. Geçtiğimiz beş yıllık dönemde genç kadın örgütlerinin farklı bölüklerine egemen olan perspektif, faşizm gerçekliğinde genç kadın kitlelerinin en geniş temelde kurulan cins özgürlükçü ve demokratik birleşik mücadele zeminlerini yaratmaktan uzaktır. Aksine, genç kadınları faşizme karşı saflaştırmaya değil, kendi saflarına kazanmaya çalışan dar grupçu zaafların yoğunlaştığı bir anlayış hakim.

Bu anlayış, birtakım başka yaklaşım çarpıklıklarını da beraberinde getiriyor elbette. Bunların keşfi için, genç kadın hareketimize bir soru daha yöneltelim: Genç kadınların politik aklını ve hattı inşa edebilme, bu hatla genç kadın kitlelerini buluşturma düzeyi nerededir? Son beş yılın tablosu bize gösteriyor ki genç kadın hareketi, genç kadınları bir kitle gücü olarak görmektedir. Emekçi solda da bir dönem oldukça yaygın olan bu yaklaşım, kadın özgürlük mücadelesini dönemsel bir politika olarak ele almakla, onun kitleselliğine gündelik yaklaşmak ve kadın kurtuluşu perspektifini görememek ile maluldü. Bugün genç kadın örgütlerinin bazı bölüklerinin de böylesi bir anlayış darlığıyla hareket ettiği bir gerçek. Genç kadınların hem gençlik hareketinin yarısı hem de kadın hareketinin en hareketli parçası oluşunu, bunun politik ve örgütsel karşılığını kavramaktan uzak, genç kadınlarla kitleselleşmek için, “bu dönemde kitle kazanacağımız yatak burasıdır” gibi pragmatik tarzlarda ilişkilenen fakat genç kadınların kampüslerden sokaklara kitlesel ve direngen varlığını kadın kurtuluş mücadelesinin, faşist şeflik rejimine karşı direnişin bir parçası olarak göremeyen bir yaklaşımın varlığını saptamak mümkün.

Kadın hareketinin geniş kitlelere ulaşabildiği, barikatları yıkıp polisle karşı karşıya geldiği bir örnek olarak İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı yapılan çalışmalar ve en nihayetinde 1 Temmuz ayırıcı bir noktada duruyor. Genç kadın örgütlerinin de üniversitelerde sergiledikleri pratiklerle genç kadın kitlelerinin öfkesini kanalize edebildiği, sokakta faşist erkek devletin saldırılarına direndiği ve 1 Temmuz’daki kitlesel eylemde öncülük ettiği bir tablodan bahsedebiliriz. Ancak İstanbul Sözleşmesi’nin iptali yenilgisiyle birlikte faşist erkek devletin kadın mücadelesine her zamankinden daha vahşice saldırıları, gözaltı ve ev baskınlarıyla kadın hareketini meşruiyetsizleştirme çabası, en son 25 Kasım’da Taksim’den Karaköy’e kadar tüm yolları kapattığı ve 226 kadını gözaltına aldığı vaziyete kadın hareketi layıkıyla cevap veremiyor, erkek devlet freni patlamış kamyon misali arsızca saldırıyor.

Genç kadın hareketinin, erkek egemenliğinin saldırılarına karşı tepkisel eylemler ve tutum alışlara daralması, politik yol haritasından mahrumluğun bir yansımasıdır. Katledilen genç kadınlar gerçekliğine karşı protestoculuğu aşamayan eylemselliklerden, ped fiyatlarının artışı gibi içinde bulunduğumuz hayat pahalılığında pek çok temel ihtiyacın zamlarla temin edilemeyecek hale gelmesinde ise tutum bildirimlerinden öte bir mücadele hattının örüldüğünü söylemek güç. Genç kadın örgütlerinin, liselerde ve üniversitelerde öğrenci genç kadınların özgün gündemleriyle ilişkilenerek öğrenci kadın kitlelerinin politikleştirilmesi görevini yerine getirmekten ziyade, kadın hareketinin gücü ve yaygınlığının etkisiyle zaten politikleşmiş genç kadın kitlelerinin kendi tekil saflarında örgütleme arayışında olduğunu söylemek haksızlık olmaz.

Bu politikasızlığın gençlik hareketi içinde ise genç kadınların özgün sözünü var etmekteki siliklik olarak belirmesinin altını çizmek gerekir. Örneğin, Boğaziçi Direnişi sürecinde kayyum rektörlerin kadın düşmanı cinsel politikalarından en çok etkilenen kesim olarak üniversiteli genç kadınlar barikatların en ön saflarında direnişi büyütürken, süreç boyunca genç kadın örgütleri, söz ve eylemleriyle gündeme yaklaşımda gençlik örgütleri toplamından ayrı, direnişe genç kadınların cephesinden yaklaşan ve özgün politik hatlarını çizen bir aklı oluşturmakta eksik kalmışlardır. İki yıldır giderek ağırlaşan barınma sorunu ve mücadelesinde de aynı durumu görmekteyiz. Barınma sorunu, genç kadınlar için gerek cemaat yurtlarında siyasal islamcı ideolojinin endoktrinasyonu ve şiddetle, gerekse yetersiz yurt kapasiteleri sebebiyle şehir dışında okuma, böylelikle aileden görece özgürleşme fırsatının tamamen yitimiyle çok daha ağır sonuçlar taşıyor. Bugün yetersiz kapasiteli yurtlarda kapasite, kadın yurtları erkek yurduna çevrilerek artırılıyorken, genç kadınların barınma sorunu etrafındaki söz ve taleplerini gündemleştirmek ve genç kadın kitlelerini bu sorun etrafında politikleştirmek görevini, genç kadın hareketi yerine getirememekte. Gençliğin nicel yarısı genç kadınların sözü, gençlik hareketinin de yarısı olarak ağırlığını koyamıyor.

Kadın hareketi içinde de genç kadın hareketinin hal-i pür melal. Genç kadınların özgün konumlarını açığa çıkaran, talep ve ihtiyaçlarından hareketle örülen bir politik hattın yokluğunda, genç kadın hareketinin söz ve eylemi kadın hareketinin içinde kayboluyor. “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” kampanya sürecinde gördüğümüz gibi, sokakta en direngen kesimi oluşturan genç kadın kitlelerinin cephesinden özgün bir söz ve eylem örülemedi. Kürt kadın hareketiyle kurulan bağ dayanışmadan, Kürdistan’da özel savaş politikalarının bir parçası olarak genç kadınlara uygulanan “üniformalı” cinsel şiddete karşı eylemsellikler ise protestoculuktan ileri geçemedi. Genç kadınlar tüm toplumsallığın en ileri, en ateşleyici gücüyken iradeleri yumruklarının alana yansıdığı gibi yansıyamıyor.

Bu karamsar tablonun içinde karanlık gece gökyüzü aydınlatan yıldızlar misali örneklere rastlamak da mümkün. 2021 yılında örgütlenen “Kadın Üniversiteleri İstemiyoruz” kampanyası, genç kadın örgütlerinin eylem birliğini aşıp atölye ve tartışmalarla ortak bir hattı kurmaya çabaladığı, hem geniş genç kadın kitlelerini faşist şeflik rejiminin cinsel politikalarına karşı saflaştırma perspektifiyle hareket ettiği hem de çeşitli kadın platformlarına genç kadınların gündemini taşıyarak eğilimleri ortaklaştırdığı, dar grupçu anlayışlara karşı birleşik mücadelenin zeminini kurmaya çalıştığı bir deneyim olarak hafızalarımızda.

Katledilen genç kadınlar için sürdürülen mücadelenin de basın açıklamalarından ileri bir adım atarak genç kadın kitlelerini kucakladığı bir örnek olarak Şule Çet ve Gülistan Doku için Adalet Komisyonları kampanyasını hatırlayabiliriz. Genç kadınlar, Gülistan Doku için Adalet Komisyonlarında çeşitli şehirlerden pek çok kadını yan yana getirdi, Türkiye gündeminde bir numara olan sosyal medya eylemleri örgütledi, oluşturduğu uluslararası kamuoyu ile Gülistan’ın kaybedildiği güne dair yeni görüntüler ortaya çıkardı. Şule Çet için Adalet Komisyonu çalışması genç kadınların öncülüğünde binlerce kadını kadın cinayetleri konusunda seferber ederek, kaybedilen delilleri ortaya çıkartarak davanın seyrini değiştirmiş; kadın cinayetlerine, erkek şiddetine karşı kadınların öfkesini onları bir araya getirerek işlevlendirmiş ve erkek adalete karşı gerçek adaleti sağlama mücadelemizin lafzi değil, eylemli bir örneği haline gelmişti. Şule Çet için Adalet komisyonlarının bir kadın cinayeti hakkında insanların bilincine dahi dokunabilecek ve davayı değiştirecek derecede sergilediği bu pratik, genç kadınları mücadeleyle tanıştırmasından tutalım kadınlara verdiği morale dek ayrıca ele alınması gereken bir noktadadır. Aynı biçimde 2017’de kadınların tepkisiyle geri çekilen çocuk istismarına affı öngören tasarıyı, “Küfürsüz Hava Sahası” çalışmasını ve sayıca az öz savunma pratikleri bakımından “Erkek Şiddetine Karşı Kızıl Sopalılar” kampanyasını genç kadınların öne çıkan pratikleri olarak saymamız gerekir.

Tüm bu değerlendirmelerimizden sonra karşımızda son bir soru beliriyor: Peki, nasıl genç kadın örgütleri, nasıl bir genç kadın hareketi? Satır aralarında değindiklerimizi toparlayacak olursak genç kadınların kitlesel gücünü bir yatak olarak değerlendirmekten öte genç kadınları anti-faşist cephede bir kuvvet olarak örgütleyecek, genç kadınların talep ve ihtiyaçlarından hareketle politik söz ve eylemlerini erkek egemenliğinin saldırılarına tepkisellikten ve protestoculuktan ileri noktalarda kurabilecek ve kitlelere mal edebilecek, dar grupçu zaaflarını aşabilmiş genç kadın örgütlerine ihtiyacımız var. Genç kadınların güncel sorunlarının etrafında örülecek her bir kampanyayı, elde edilecek her bir kazanımı kendinde hedefler olarak görmeyen fakat onlara kadın özgürlük mücadelesinin ateşine atılmış bir çıra olarak yaklaşacak, reformcu değil devrimci bir politik hattı kurmaya ihtiyacımız var.