Dağlı Kızın Türküsü’nü Anlatabilmek – İmera Xakûrkê

Diyorsun ki; Bak sadece kalanlar değil gidenler de türkü söyler!

Diyorsun ki; Kalanlar gidenlerin de yaşamın da türküsünü söyler.

Benim için en zor görevlerden biridir geçmişte tanıdığın, canından çok sevdiğin, beraber anılar biriktirdiğin yıldızlara ulaşan yoldaşını anlatmak, anlatabilmek… Dünyalara bedel yaşanmışlıklar biriktirmişken birden giden kişi yoldaşım, yazması gereken ben olunca yüküm daha ağır hale geliyor. Biliyorum ki gidenler mücadeleye daima ışık olacak. Kalanlar ise gidenlerin yasını tutmayacak, onların emanetçisi olacak, onları sürekli yaşatacak.

Şevin yoldaş ile ilkokul döneminde tanışmıştık. Kürdistan’da asimilasyon politikalarıyla tanışmamız da o yaşlarda başlamıştı. Bizi egemenlerin asimilasyon politikaları sonucu sokaklardan toplayarak bir kurumda “eğitmeye” başlamışlardı. Projenin amacı “sokaklarda çalışan çocukların topluma kazandırılmasıydı”. Şevomuz ile de o projede tanışmıştık. Ortak yanlarımız çoktu. İkimizin de babası yoktu ve evin geçimini sağlamak için kardeşlerimizle beraber sokakta çalışıyorduk. Kimi zaman sakız, kimi zaman çekirdek satıyorduk. Bizler için toplama kampı gibi olan o kuruma istemeye istemeye gidiyorduk. Ama gitmek de zorunda idik. Çünkü okul ihtiyaçlarımızı karşılıyorlardı. Okul ihtiyaçlarımızı karşıladıkları için bizde çalışarak kazandığımız paraları kırtasiye masrafları yerine mutfak ihtiyaçlarına ayırıyorduk. Bu kurumda gelişti ilişkimiz. Kendimi en yakın hissettiğim kişilerden biri olmuştu Şevin yoldaş. Sürekli beraber o kuruma gider kurum çıkışı beraber oynardık. Kurumda bizi kentte düzenlenen bütün Valilik ve Kaymakamlığın etkinliklerine götürüyorlardı. Bir gün bir etkinlikte Valiye çiçek vermem gerektiği söylenildi. O zamanlar henüz bir şey anlamıyorken Valiye çiçek vermeyeceğimi söyledim. “Eğitmenlerimiz” de ısrarla o çiçeği Valiye vermem gerektiğini emretti. Şevin de o ara çocuk korosunda idi. Tartışmaya şahit olunca “Hocam istemiyorsa vermesin, siz isteyen birine verin o çiçeği.” demişti. Onlar da bana takmış olacak benim vermem gerektiğini söylediler. Şevin beni teselli etmeye çalışırken ben ne olursa olsun o çiçeği vermeyeceğimi söyledim. Sonrasında etkinlik başladı ve tam Vali geldiği zaman ben elimdeki çiçeği atıp ordan kaçmıştım. Biraz arkama baktığımda Şevin ve bir kaç çocuğun da benimle beraber koştuğunu gördüm. Sonra durup onlara neden geldiklerini sorduğumda seni tek mi bırakacağız demişlerdi. İşte Şevomuz ile böyle büyüdü ilişkimiz, beni yalnız bırakmamıştı, bırakmazdı da. Sonrasında disiplin cezası almıştık. Kısa bir süre sonra da bize gelip sizi yatılı okula gönderme kararı aldık ailenizi çağırın demişlerdi. Bunun üzerine son kez o kurumdan kaçmıştık. Bir daha da oraya gitmedik. Araya zaman girince birbirimizi de kaybettik. Yıllarca görüşemedik. Sonra ben lisede örgütlü mücadele ile tanıştım. Bir gençlik şöleninde de Şevin yoldaş ile karşılaştık. Onu görünce yaşadığım mutluluğun tarifi yoktu. Hemen yanıma koşup sarılıp seninle böyle ortamlarda buluşacağımıza inanıyordum demişti. Öyle gece boyunca beraber halay çekip, slogan atmıştık. Gece şölen bitince beraber yürümüştük. Yürüyüş boyunca geçen 7 yılı konuşmuştuk. Değişen bir şey yoktu. Ailelerimiz yine geçim sıkıntısı yaşıyor, sömürü yine devam ediyor, eğitimde Kürt gençleri yine asimile ediliyordu. Bunun yerine susmak yerine daha gür haykırmak için mücadeleyi tercih etmiştik birbirimizden habersiz. Çünkü acılarımız birdi. Şevin liseyi Mardin’in Kızıltepe ilçesinde okuyordu. Şölenin ardından Kızıltepe’ye dönmüştü ama ondan sonra iletişimimiz hiç kopmadı. Hep ortak eylemlerde, liseli buluşmalarında, lise komiteleri toplantılarında bir araya geliyorduk. Şevin hem Kızıltepe’de olması hem de yurtta kalıyor olmasından pek aktif çalışamasada katıldığı etkinliklerde sürekli kendini belli ediyordu. Gerek merakıyla, gerek sorgulamalarıyla, gerek tartışmaları ve fikirleriyle çok şey katıyordu buluşmalara. Dikkat ediyordum yüzlerce kişinin katıldığı etkinliklerde Şevin yoldaş konuşunca herkes daha bir dikkatli dinliyor not alıyordu. Aralarda birçok kişi onun etrafında toplanıyor sohbet ediyordu. Hele bir gülmesi vardı. Kahkaha atınca te uzaklardan herkes Şevin yoldaşın geldiğini anlardı. Çok gülerdi, doya doya gülerdi. Sanki yarın göçüp gidecekmiş gibi buralardan içinden geldiği gibi gülerdi.

Kadın, gençlik ve kültür sanat çalışmalarına çok önem verirdi. Türkü dinlemeyi ve söylemeyi çok severdi. “Heval, sizi biraz rahatsız edeceğim.” diyerek başlardı söylemeye. Oysa dediği gibi hiç de rahatsız etmezdi beni. O türkü söylemeye başladığında ben susar dinler ve çok uzaklara giderdim. Türkülerinde her zaman bir acı, bir zulüm ama sonrasında da direniş vardı. Kendini rahat hissettiği zamanlarda ise gözleri dolu dolu söylerdi. Kadın çalışmalarının gelişmesi ve büyümesi için kadınların ayrı komiteler kurmasını önerirdi. Liselerde, üniversitelerde, mahallelerde gençlik kurumlarında kadın komitelerinin kurulmasını önerir ordaki yoldaşları zorlardı. Bir gün bir buluşmada divanda yer alıyordu. Aktarımları alırken 2 mahallede kadın komitesinin kurulmadığını ve o mahallede genç kadın ilişkisinin olmadığını öğrenince çok sinirlenmişti. Koskoca 2 büyük mahallede hiç genç kadın ilişkisinin olmaması ordaki erkek yoldaşların sorunu olduğunu bunun için de kendisinin gidip orada kısa bir süre çalışacağını söylemişti. Gerçekten dediğini yapıp o mahallelerde emekçilip yapıp kısa bir sürede genç kadın komiteleri kurmuştu.

Lise bittikten sonra üniversiteye hayalini kurduğu, sevdalısı olduğu Karadeniz’de başladı. Üniversite sürecinde SGDF’de örgütlendiğini öğrenince daha bir mutlu olmuştum. En kısa süreçte onu görmek isterken Özgecan Aslan’ın katledilmesinin ardından ülkenin dört bir yanında yüz binlerce kadının sokaklara çıktığı bir kadın eyleminde Şevin ile karşılaşmıştık. Yanımda Minbiç şehidi Sevda Çağdaş (Raperin Dicle) yoldaş vardı. Hemen ikisini tanıştırmıştım. Sonra beraber kol kola girip yürüyüşte yerimizi almıştık. Attığı her sloganda şişen damarları, sıktığı dişinin gıcırtıları erkek şiddetine karşı öfkesini gösteriyordu. “Bu böyle olmamalı yoldaş yakıp yıkmamız gerekiyor her yeri. Artık bir kadını kaybedecek sabrımız yok!” diyordu. Raperin yoldaş da onun bu öfkesinden etkilenip daha yakından tanımak istemişti yoldaşı. Şevin yoldaş ile o eylem sonrası Kobanê’ye gitme kampanyasında karşılaştık. Kampanya sürecinde çalışmalarda öyle heyecanlı idi ki “Ya kız kardeşim görüyor musun Kobanê’ye otobüs kaldıracaz, oradaki yaraları beraber saracağız, inşaa sürecinde orada olacağız.” diyordu. Akşamları beni arayıp heyecandan uyuyamadığını, uyuması için ona çok kötü olan sesimle şarkı söylememi isteyip öyle iyi geceler diliyordu. Kobanê’ye gidecekleri gün Karadeniz’den gelen yoldaşlar ile beraber yola çıkmışlardı. Yoldayken bilgi formunda yazan Kobanê’de ne iş yaparsınız sorusuna herşey diye cevap vermiş. Gerçekten yazdığı gibi elinden her iş gelirdi, her işte çalışırdı. Suruç’taki katliamın hemen öncesindeki o son slogan olan “Arin’den Sibel’e Yürüyoruz zaafere” sloganını attıran genç kadınlardan biri idi. O alçak katliamın ardından döndüğünde taziye çadırında görmüştüm onu. Hiçbir şey konuşmadan öylece birbirimize sarılıp ağlamıştık. Sımsıkı tutuyorduk ellerimizi sanki her an bizi de ayıracaklarmış gibi. Çok kişi gittik çok eksik döndük diyordu. Karadeniz ekibinden çalışma arkadaşları Aydan Ezgi Şalcı ve Alican Vural şehid düşmüş, Mert Cömert ise yoğun bakımda idi. Katliamdan sonra Mert yoğun bakımda iken Şevin yoldaş onu ziyarete gitmişti. Döndüğünde gözleri dolu dolu ama bir o kadar umutlu bir şekilde “gittim Mert’i gördüm öylece uzanmış uyuyordu. Ona uzun uzun baktım ve konuştum kalkacaksın dedim. Ben bunu derken beni duymuş olacak kıpırdadı bunu gördüm.” diye anlatmıştı. Mert eğer uyansa idi o çok merak ettiği Amed’i Şevin gezdirecekti ona. Ama olmadı. Şevin’in ziyaretinden kısa bir süre sonra Mert’i de ölümsüzlüğe uğurladık. 33 yoldaşını bir katliamda kaybetmek kadar daha acı bir şey yok. Acımızı tarif edecek bir söz bir ifade henüz bulunmamıştı. Aklımızda yüreğimizde tek bir şey vardı Suruç’un hesabını sormak! Katliamın hemen ardından kendimize gelip yasımızı tutmadan gece gündüz demeden sokak sokak mahalle mahalle çalışmalara koyulmuştuk. Şevin ile 5 Haziran Amed Katliamı sırasında “Bırakın Yakınmayı” şarkısını söylemiştik. Suruç Katliamı sonrasında da aynı şarkıyı birbirimize hatırlatıp Ceboların, Aydanların, Veysellerin, Polenlerin bayrağını devralmıştık. Şevin yoldaş o dönem Kürdistan çalışmasına geçip yine sevdalısı olduğu şehirlerden biri olan Dersim’de aktif mücadeleye devam ediyordu. Şevin tam bir doğa sevdalısı idi. Dağlara, akarsulara, ovalara aşık idi. O nedenle tercihi genellikle böyle kentlerdi. Karadeniz’i ve Dersim’i özellikle tercih etmişti. O dönem Kürdistan’da kurduğumuz SGDF yürütmesi sadece kadınlardan oluşuyordu. Her yürütme toplantımızda kendimi en özgür ve mutlu hissettiğim toplantı bu oluyor diyordu. Suruç Katliamı’nın ardından oluşan boşluğu kapatmak adına Dersim ve çevre illeri Elazığ, Erzincan, Sivas, Malatya gibi illerde ve bu illerin ilçelerinde gençlik çalışmalarında sorumluluk almıştı. Boş bulduğu tüm zamanlarını gençliğin içinde geçiriyordu. Kürdistan SGDF meclisinin kurulması için büyük çabalar harcamasının ardından bölgede ve illerde ÖGK meclislerinin kurulması için çalışmaya başladı. Başta yerellerde genç kadın meclisleri kurup ardından Kürdistan genç kadın meclisinin kurulmasında büyük emekler harcıyordu. Yan yana geldiğimizde ‘Ne yapıyorsun?’ diye sorduğumda “Daha çok işimiz var sıra lise meclislerini ve semt meclislerini kurmakta.” diyordu. Şevin yoldaş için yeter diye bir kavram yoktu. Yetmez diyordu “Devrim olsa bile yetmez, devrimden sonra da çok işimiz var.” diye ekliyordu. Tüm eylem etkinliklerin örgütlenmesinde büyük emekler harcıyor partinin hamalı kavramını kendinde yaşatıyordu.

Bir Cumartesi Anneleri eyleminde elimizde Hasan Ocak fotoğraflarıyla gittik. Bi ara Şevin yoldaşı kaybettim. Gözüm onu arıyorken birden en önde Ömer Söğüt isimli bir fotoğraf taşıdığını gördüm. O an biraz dalıp babası mı acaba diye düşündüm. Yanımdaki yoldaşlar da görmüştü onu. Eylem sonrası öyle yürürken bir yoldaş babanın resmi miydi diye sordu o yine gözleri dolu dolu evet demişti. Çocukluğumdan bu yana bilirdim babasının olmadığını ancak geçmişte yaşamış olduğu acıyı tekrar tekrar yaşatmamak onu incitmemek için hiç sormamıştım nedenini. O gün bize uzun uzun anlattı. Henüz 3 yaşında iken babası Lice’ye köylerindeki bağda gözaltına alınıyor ve bir daha kendisinden haber alamıyorlar. Acılarımız o kadar çok ki önümüzde yine tek şey mücadele kalıyordu bizi ayakta tutan.

Kafası birçok konuda hep açıktı. Sorgulayan, merak eden, tartışan, yorumlayan bir yoldaştı. Sosyalist Kadın Meclisleri’nin kongresinde LGBTİ+ yoldaşların katılımı ve kürsüde trans ve eşcinsel yoldaşların konuşmasına çok sevinmiş bu konuşmaların birinde iki eşcinsel arkadaşın kongrede mutluluktan birbirine sarılması üzerine gözyaşlarını tutamamıştı. Kadın cinayetlerine karşı mücadele ederken homofobi ve transfobiye karşı da eşcinsel ve transların katledilmesine karşı da aktif mücadele yürütüyordu. LGBTİ+ hareketi ile daha fazla yakın durmak, beraber mücadele etmeyi önemsiyordu. Bazen bu duyarlılığından dolayı bazı yoldaşların yoldaşa “Lezbiyen misin?” diye sordukların da “Velevki lezbiyen ne olmuş?” cevabını veriyordu.

Bir gün bir erkek tacizcinin cezalandırma kararı çıktı. Bu erkek Şevin yoldaşın yakın arkadaşı idi. Bu mesele üzerine Şevin yoldaş ile konuşulup cezalandırma eyleminde yer alacağı söylendiği zaman başta itiraz etmiş. Olayın kendisine çok sinirlenip böyle bir tacizci erkeğin nasıl en yakın arkadaşlarından biri olduğunu kabullenememişti. Eylemde ise duygusal davranıp kadınları tutup engelleyebileceği kaygısını yaşamış. Onunla beraber olan kadınlar Şevin yoldaşın yer almasını bu duygusallığından dolayı istemiyorlardı. Ancak inisiyatif yoldaş, gerici yanıyla yüzleşip bu yanını pratikte aşması gerektiği kararı verip beraber eyleme gitmişler. Tacizci erkeğin sorgusundan sonra bir kez daha kendi aralarında konuşup kararı onaylamışlar. Cezalandırma sırasında inisiyatif kadın arkadaşın tokadından sonra birden Şevin uçan tekmelerle tacizciye saldırmış. Kadınların hepsi şok tabi. Olayı sonra anlatan yoldaşlar Şevin yoldaşın yumruklarını ve uçan tekmelerini sayamadık diye belirtmişti. Hatta çevrede toplanan ve müdahale etmek isteyen erkekleri de uyarıp geleni de vururum demiş.

Özyönetim direnişleri sürecinde neyi varsa ortaya koyuyordu. Günlerce, gecelerce çalışıp daha fazla ne yapabiliriz, nasıl daha fazla güçlendirebiliriz diye emek harcıyordu. Nusaybin’de düzenlenen Botan yürüyüşüne katılıp günlerce nöbet tutmuştu köylerde. Yine Sur, Silvan ve Bağlar direnişlerinde ablukanın yıkılması için düzenlenen tüm eylemlere aktif katılıyordu. Cizre bodrumlarında yüzlerce kişinin diri diri yakılmasının üzerine gecelerce uyuyamayıp hep bir hesap sorma, intikam alma duygusuyla doluyordu. Kadının mücadelede önderleşmesi, komutanlaşması üzerine çok yoğunlaşıyordu. Böyle bir süreçte mücadele biçimlerinin artık değişmesi durduğu konumdan çok daha ileri bir yere geçmek için netleşip yönünü özgür alanlara döndü. En büyük hayallerinden biri olan Suruç’un hesabını sormak için tecavüzcü barbar daiş çeteleri ile savaşmak adına düştü yollara türküleri ile birlikte. Sonra Dağlı Kızın Türküsü oldu Sarin adını aldı. Hızlı büyüdü, hızlı gelişti ve hızlı yürüdü. Arjin Selçuk’un açtığı yolda Roza Renas’ın takipçisi olduğu yolda yürüdü. Kürdistan topraklarını işgalcilere karşı savunmak için ölümsüzlüğe yürüdü bu yolda. Dağlı Kızın Türküsü, dağların türküsü oldu şimdi dilden dile.  

Sarin Awaz’ın mesajı çok net. Şimdi onu anlama, mesajını doğru alma vakti. Genç kadınlar tarih yazıyor. Şehid Şengül Boran’ın izinde Arjinler, Rozalar, Destan Temmuzlar, Dicle Newaller yürüyerek tarih yazdı. Başta genç kadınlar olmak üzere tüm gençlik Suruç Katliamı özelinde tüm katliamlara, sömürüye, işgale, talana karşı mücadeleyi büyütmek adına genç kadın şehitlerimizin bayrağını yükseltme zamanı.

Sarin canım yoldaşım, kız kardeşim şimdi nerde yatıyorsun bilmiyorum. Yattığın yerler hiç incitmesin seni, yattığın yerlerde ışıklar hiç sönmesin. Çok ama çok özleyeceğim seni.

 

İMera Xakûrkê