Nobel’in Ardından; Ezidi Kadınların Öğretisi – Zarife Gürsoy

Kadın ve vatan özdeşleştirmeleri savaşta erkeği koruması gereken “nesneleri” işaret eder. Kadının “fethi”, vatanın fethi demek olacaktır. Bu nedenle cinsel şiddet savaşların vazgeçilmez bir aracı olarak kullanıla gelir. Bunu daha öncede vurgulamıştık. Yinelemek pahasına vurguluyoruz çünkü bu gerçek kadınları her koşulda savaşta taraf haline getiriyor. Faşizmle sarılı, sömürüyü ve egemenliği hedefleyen her savaş beraberinde cinsel şiddeti de getiriyor. O noktada taraflar silikleşi veriyor. Ezidi kadınlardan bahsediyoruz ya, IŞİD’in vahşetinden sayısız Müslüman kadın da sayısız tecavüze uğramadı mı sahi? Her koşulda savaşın hedefi olan kadın bu nedenle her koşulda savaşın karşısında barışın tarafındadır. Savaşın karşısında olmak savaşın tarafı olup ona göre konumlanmayı gerektirir. Erkeğin koruyacağı “nesne” olarak kalmak ya da değiştirici bir özne haline gelebilmek. Ezidi kadınların “bir daha asla” diyerek çıktıkları yol bu özneleşmedir.

Bir Daha Asla…

“Dağlara çıkıp savaşmalıydık. Erkeklerin bizi koruyacağını düşündük fakat yanıldık. O nedenle Kadın Meclisi’mizi Şengal Dağı’nın doruklarında ilan ettik. Özsavunma birliklerimizi oluşturuyoruz.” Şirin Salih, Ezidi Kadın Meclisi’nin kurucularından, yürüdükleri yolu özce böyle anlatıyor. PKK ve YJA-Star gerillaları ile kurulan Ezidiler, hızlıca özsavunmalarını oluşturmaya girişti. Ocak 2015’te Şengal Direniş Birlikleri (YBŞ) ve Ezidi Kadın Birlikleri (YJE) kuruldu. 20 Temmuz 2015’te kuruluşunu ilan eden Ezidi Kadın Meclisi ise yaşamın her alanında özsavunmayı örgütlüyor. Kuruluşundan bu yana Şengal’de kadınların çetecilere karşı silahlandırılması ile de ilgileniyor. Çetecilerin ellerinden kurtulan kadınların rehabiliteleri ile de IŞİD’le savaşmanın ötesinde toplumun zihniyetinde bir değişim yaratmayı esas alıyor. “Biz dünyanın bizi silahlarımızla değil düşüncelerimizle bilmelerini istiyoruz…” diyen YPJ komutanlarından Sozda amaçlarını şöyle özetliyor; “Biz yalnızca IŞİD’e karşı savaşan kadınlar değiliz. Biz toplumun zihniyetini değiştirmek ve dünyaya kadınların başarabileceğini göstermek istiyoruz.”

Ardından Düşündürdükleriyle…

Faşizm kendini-eylemlerini yaşamın her anına sirayet ettirerek örgütlüyor kendini. Sokaktaki kadının kahkahasına da karışarak köle pazarları da kurarak. Ve savaş en çok da kadının savaşı olarak sürüyor. İşte Nobel’in ardından, savaş her yanımızı sarmalamışken ve farklı coğrafyalarda kadınlar ortak bir ezgiyi söylemeye koyulmuşken benim düşündüklerim bunlar oldu. Köle pazarlarında “satılan” Ezidi kadınlar kurutulup Rakkalı kadınları özgürleştirecek bir güçle sarıldılar birbirlerine. Özsavunmalarının gücü meşruluklarından ve tüm dünya kadınlarından aldıkları güç. Peki ya ben? Peki ya sen, biz? Belki yanıbaşımızda bir şeylere “koyarken” tecavüzü diliyle besleyen arkadaşımızla çarpışmak; belki bir tacizcinin-saldırganın kızıl sopalarımızla ağzını burnunu kırmak; Namme’nin ya da başka bir özsavunma tutsağının sesine ses olmak; yapabileceklerimizden haberdar mıyız? Yoksa bunları faşizm-cinsiyetçilik kusan tek adamla savaşmaktan farklı mı görüyoruz? Konumuzu da ne çok dağıttık. İyisi mi bütün bunları düşünmemize vesile olan Nadia Murad’a teşekkür edelim. Ve bizleri özneleştirmeye çağıran Şirin Salih’e, Sozda’ya, tanıklarını anlatan isimsiz onlarca kadına, o sesleri bize taşıyan gazeteci kadınlara, kamplara emekleri için Gülten Kışanak’a ve yaşamın her yanında direniş ezgisini büyüten tüm kadınlara bir kez daha teşekkürler…

Kaynakça

  • Zehra Doğan, Ezidi Kadınlarla Röportajlar