Kürtaj Hakkı Polemiği – Simge Altunkaya

Tıbbi bir terim olarak kürtaj; dölyatağını kazıyarak dölütü alma işi olarak tanımlanır. Dünyada genel anlamda 12. haftaya kadar kürtaj yaptırma hakkı olmasına rağmen Türkiye’de 10. haftaya kadar eşlerin ortak rızası ile yapılması siyasiler tarafından uygun görülmüştür. Kolombiya, Nikaragua, Nijerya, Suriye, Bangladeş gibi birçok ülkede ise kürtaj yasakları daha ağır boyutta. Bakıldığında gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerin kürtaj konusunda daha katı olduğu söylense de Avrupa ülkelerinin de tam anlamıyla kürtaj kavramını oturtamadığı, hala kürtaj hakkına nüfus planlama politikaları ile bağlantılı olarak bir özgürlük tanımamışlardır.

Dünyada Kürtaj Bilinci ve Direnişi İrlanda’da 1983 de anayasaya eklenen bir madde ile kürtaj tamamen yasaklandı. 2012’de kürtaj izni verilmeyen bir kadın yaşamını yitirince Referandum yapılmasına karar verildi. Referandum sonucunda halkın %70’i kürtaj yasağının kaldırılmasını istedi. Geçen yıllarda kadınların kürtaj olmak için İngiltere’ye gittiği ya da yasadışı şekilde merdiven altı hastanelerde kürtaj olduğu ve bunun kadınların ölümüne yol açtığı da sonradan ortaya çıktı. Kadın sağlığının bu kadar önemsiz olmaması gerekirken yaşanan bu çirkin manzaralar sadece İrlanda ile sınırlı kalmıyor. Her dört kız çocuğunun cinsel tacize uğradığı Meksika’da yaşayan kadınlar ve hatta kız çocukları tecavüz sonucu hamilelik durumlarında dahi kürtaj hakkına sahip değildi. Yine cinsel saldırıya maruz bırakılan Marimar ve Fernanda adlarındaki iki kız çocuğunun kürtaj olma hakkı engellendiği gerekçesi ile açılan davada kürtaj olma hakkının insanı bir hak olduğu kararı verildi. Belki şimdilik sadece tecavüz vakaları ile geçerli ancak bu bile kadın hakları mücadelesi açısından büyük bir kazanım olarak tarihe geçti.

Peki bu kadarla sınırlı mı? Tabi ki de hayır! Mücadele ruhu kadın haklarının kazanılması için kaybedilmemesi gereken bir olgudur. Mücadele ruhundan bahsederken mücadelenin diri bir örneği olarak hiç şüphesiz Polonya protestolarından bahsetmemiz gerekir. Avrupa’nın en katı kürtaj yasalarına sahip olan Polonya’da kürtaj yalnızca fetüsün tehlikede olduğu durumlarda ve annenin sağlığını tehdit ettiği durumlarda yapılıyordu. 2016’da politikacıların kürtajı tamamen yasaklama girişimi ile birlikte “siyah giyinen kadınlar” başkentte başlayıp ülkenin diğer şehirlerine de yayılan protestolarla hükümetin kararına tepki göstermişlerdi. Hükümet eylemler sonucu tasarıyı geri çekmek zorunda kaldı. Polonya’daki kadınlar kadın bedeni üzerinden yapılan politikalara ses getiren ve tasarıyı geri çektirecek kadar güçlü bir direnişin simgesi oldular.

Türkiye’de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programının uygulanmasına ilişkin 2012 Parlamenterler Konferansı’nın kapanış konuşmasında “Sezaryen ile doğuma karşıyım, kürtajı cinayet olarak görüyorum.” ifadelerini kullandı. Bilindiği üzere dünyada ve özellikle Türkiye’de nüfus politikaları erkek egemenliğinin hakim olduğu kapitalist sistemin ihtiyaçları doğrultusunda kadın cinselliği ve doğurganlığı üzerinden sürdürülür. Kadını doğurgan bir mekanizma olarak gören devlet gerektiğinde savaşa sürülecek asker ihtiyacına göre ve sermayeye ucuz, güvencesiz iş gücü oluşturma doğrultusunda doğum politikalarını belirler. Kadınların kaç çocuk yapacaklarına, hangi yolla doğuracaklarına karışma cüretinde bulunan devlet; sıra o çocuğun bakım masraflarına gelince yorumsuz kalmaktadır.

Türkiye’de kürtaj ile ilgili herhangi bir yasal düzenleme olmamasına rağmen siyasi söylemler sanki değişiklik varmış gibi bir algı yarattı. Bunun üzerine bir de sağlık bakanı Recep Akdağ kürtajın ”vicdani bir değer” olduğunu, doktorların kürtaj yapmayı reddetme hakkının olması gerektiğini söyleyince sağlık personelleri sanki hukuken yasaklanmış gibi bir tutum sergilemeye başladılar. Aslında hükümetin de tam olarak yapmak istediği şey bir algı yaratıp kadın bedeni üzerinden yatırım planları kurmaktı. Kadını doğurganlığını kullanarak ev içine çekmek ve sokaktan uzak tutmak en büyük hedefleri haline geldi. KADEM gibi yapılanmalarda kadını ev içinde tutup, algıladığı dünyayı sadece o ev kadar görmesini sağlamaya çalışıyor.

Kadın haklarının hiçe sayıldığı, kadın canının bu kadar değersiz görüldüğü bu günlerde kadın mücadelesinin en üst seviyelere taşınıp bütün kadınların bilinçlenmesini sağlamak en büyük görevlerden bir tanesi. Bir kadın kendi bedeni üzerindeki söz hakkını kimseye vermemeli, iktidarın gerici-faşist politikalarına fırsat vermemelidir! Kadın bedeni üzerinden pirim yapmaya çalışan siyasilere en büyük cevap kadın mücadelemizi büyütmek, örgütlenmek ve başkaldırmak olmalıdır.