Kriz ve Sınıf Mücadelesi – Apaz Kuzey

ABD ve Türkiye arasındaki Brunson gerilimi ile kitlelerin gündemine giren ekonomik kriz, esasında Dünya’da neoliberalizmin çöküşünün işaretlerindendir. Türkiye’de ise 16 yıllık politik islamcı diktatörün faşist ve sömürgeci politikaların iflası anlamına gelmektedir. Yaşanan mali kriz ülkenin kendi iç ve dış dinamikleriyle de birleşerek hızla derinleşmekte. Kuşkusuz Türkiye ekonomisi bu noktaya bir anda gelmedi. Adım adım işleyen emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin bir ürünü olarak bu duruma geldi. Bütün bunlar üretime dayalı bir ekonomi yerine, dışa bağımlı, dış borç ve ithalata dayalı, üretkenlik yerine, sıcak paraya, tüketime paralel gelişen bağımlı ekonominin sonucudur diyebiliriz.

Toplamda yaşanan krizi 16 yıldır besleyen, politikalar üreten, aynı zamanda bu krizden de beslenen iktidarın, nesnel koşullar itibari ile krizi fırsata çevirme şansı kalmamıştır. Bugün işbirlikçi sermaye ve politik islamcı Saray’ın hareket alanı olabildiğince daralmış olmakla birlikte, tercih edeceği herhangi bir hamle krizi tersine çeviremeyecek daha da derinleştirecektir. Öyle ki her geçen gün daha fazla hissedilen bir kriz mevcut. Dövizin sürekli yükselişi, yıllar sonra enflasyon oranlarında gerçekleşen ciddi artış, dış borcun sürküle edilmeyecek hale gelmesi ve üretimde yaşanan daralma çöküşün en temel göstergeleridir.

Hayatın her alanına tesir etmeye başlayan krizin, sorumlusu olan iktidarın planı, işbirlikçi sermaye ile kader birliği yapmak, ki seçimlerin ardından oluşturulan kabine doğrudan kriz karşısında alınan pozisyonu ifade ediyor, krizi işçi ve emekçilerin sırtına yüklemek. Çeşitli hamleler ile çıkış yolu arayan/arayacak olan Saray diktatörlüğü, sınıfsal karakterine uygun olarak çıkışı daha fazla sömürüde, daha fazla soygunda buluyor. Başkanlık seçimlerinin ardından peş peşe gelen kriz açıklamaları ve ‘tedbir’, ‘tasarruf’ adı altında dile getirilen ekonomik planlamaların anlamı ise daha fazla vergi – zam soygunu, daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk, eğitim, sağlık gibi alanlara harcanan bütçenin kısılmasıdır. Kemer sıkacağız diyenlerin niyeti kemerin yoksulların boynuna geçirilmesidir.

Varolan kriz konjektürü içerisinde egemenler yaptıkları çıkış planlarının çok da kolay olmadığını ve sınıf mücadelesinin daha yakıcı bir şekilde ortaya çıkacağını öngörebiliyorlar. Seçtikleri kabinede buna bağlı bir politik hat oluşturacaklarını, öncelikli hedeflerinin sınıf mücadelesini ve onun öncülerini ezmek olacağını söylersek hata yapmış olmayız. Yani önümüzdeki dönemde daha da derinleşecek olan mali krizin yaratacağı potansiyel toplumsal hareketlerin ve bu hareketleri besleyecek politik öznelerin önüne geçecek zeminlere ihtiyacı var. Bunlardan ilki şüphesiz ki bir süredir devam eden içerde ve dışardaki savaş politikasının yarattığı şovenizmi daha da yükseltmek. Milli duygular üzerinden kitlelerin gözüne perde çekmek olacak. Bir diğeri ise hayali düşman ‘dış mihrak’ yaratıp göbekten bağlı olduğu emperyalizme karşı sahte kabadayılık yapmak hali hazırda uzmanlaştıkları bir alan. Saray’ın dolar bozdurma çağrıları gibi yöntemlerle kendi tabanını hayali dış mihraklara karşı hareket ie çağırması, uzun vadede ihtiyaç duyacağı kitle tabanını konsolide etmek arzusundan kaynaklanıyor. Dönemin politik özneler bakımından karşılığı ise daha fazla artan devlet terörü ve tam anlamı ile tasfiye saldırıları olacaktır. Hacmi ne olursa olsun toplumsal alanda gerçekleşecek hareketleri doğrudan hedef alacağı gibi kazanılmış mevzilerdeki hareketleri olabildiğince daraltacak mümkünse yok edecektir. 23 yıldır Galatasaray Meydanında oturan Cumartesi Annelerine gerçekleştirilen saldırı bu yönüyle de ele alınabilir.

Bir altyapı olarak tarfilediğimiz ve gittikçe derinleşen bir borç krizi içine giren ekonomi,  birçok üst yapıya ve hayatın hemen her alanına giderek artan bir şekilde tesir devam edecektir. Şüphesiz egemenler ve ezilenler arasındaki çelişkinin zirveye ulaşacağı bir döneme giriyoruz. Gerek işbirlikçi sermaye gerek politik islamcı faşist sarayın temel 2 politik hattı olacak. ilki daha önce bahsettiğimiz ‘borçları’ ezilenlerin sırtına yüklemek. İkincisi ise bunu yaparken toplumsal dinamikleri hareketsiz, felç bırakmak. OHAL’deki grev yasağı işbirlikçi sermayeye göz kırpmanın yanında, doğrudan krize alınan bir önlemdi. Şüphesiz egemenlerin en geniş ittifakları kurarak girdiği bu döneme ( AKP-MHP ittifakı, TÜSİAD ve MÜSİAD görüşmeleri, CHP’nin sınıfsal pozisyonu) ezilenler ve politik öznelerde buna, karşı devrim gerçekliğine uygun, birleşik bir politik mücadele programı etrafında kenetlenmelidir.

Öncelikle en ufak kitle hareketini abartısız anında hedef alan Saray karşısında birleşik mücadele esas alınmalı, politik öznelerin dışında bu süreçte gelişecek olan kendiliğinden hareketleri kapsayacak perspektifte zeminler inşa edilmeli / varolan zeminlerin öncü perspektif kitleler ile doğrudan bağ kurmayı hedeflemesi ve hareket etmesi elzemdir.

Anti-kapitalist ve anti-faşist karakterin öne çıktığı bir program şüphesiz dönemin parolası olacaktır. Saray’ın emperyalizm ile olan işbirliğinin teşhiri ve doğrudan sosyalizm propagandası programın en temel karakteridir. Politik bir hareketi öngören Saray’ın kendi kitlesini kemikleştirme ve konsolide etme çabası karşısında mahalle mahalle örgütlememiz gereken bir anti-faşist cephe en acil görevlerdendir. Hareket halinde veya harekete geçmeye hazır olan/hazırlanan yeni halkanın şoven zincirlerini kırmak için bugünden daha iyi bir zemin bulunamaz.

Ekonomi ve özgürlük başlıklarında mücadelenin sıçrama gösterebileceği bu dönemde temel hareket noktamız ekonomik kriz ve onun görüngüleri olmalı. Şantiyede, fabrikada, pazarda, lisede, üniversitede, mahallede bazen doğrudan bazen dolaylı şekilde ekonomik krizi, hak gasplarını politik mücadele ekseninde birleştirir kitlelere öncülük misyonunu üstlenirsek ancak Saray’ın ve sermayenin bindiği bize engel olan ‘aynı gemiyi’ batırırız.