CHE: İnsan – Kutsiye Bozoklar

“Bir kere özsu yürümüştür dallara
Ağır sancılarla patlayacaktır karanlıklar
Varmak için o güzel yarınlara
Bizim de dağlarımız var Che Guevara.”

Ernesto Guevara de la Serna *. Yüzyılımızın büyük devrimci kahramanlarından biri. Emperyalizme ve kapitalizme karşı yükselen sloganlarımızın sesi. Bir adanmışlık destanı. Kübalıların “Che”si. Che sözcüğü Kızılderili lehçelerinde “insan” anlamına geliyor. Arjantin halk dilinde “adam”, “arkadaş”, “ahbap” yerine kullanılıyor, teklifsiz konuşma biçimlerinde. Kübalılar Emesto’ya “Che” dediler ve o hepimiz için “Che” oldu.

Bugün bir devrim tutulması yaşıyoruz. Bu mutlaka sona erecek. Bir yanda direnmeler olacak o ana dek. Bir yanda güzelliklerimize kıskançlıkla sahip çıkacağız. Che, bizim güzelliklerimizden biridir. “Bir, iki, üç. Daha fazla Vietnam! Ernesto’ya bin selam!” diyen sesler gibi… Nicolas Guillen, Kumandan Che şiirinde, “Vuruldun ama / sönmedi yüreklerimizde yaktığın ışık / Alevden atının üzerinde / şahlanıyorsun gerilla / rüzgara doğru / başı dumanlı sıra dağlara doğru” diyordu. Che Guevara, efsanevi davranışları “profesyonel devrimci” tanımlamasına saygınlık katan, devrim davası yolunda yürüyüş tarzı tüm bir kuşağı esinlendiren ve enternasyonalizme içerik kazandıran yiğit, Arjantinli yoksul düşmüş bir soylu ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Yıl 14 Haziran 1928’di…

Ernesto Che Guevara yaşamı keşfetme tutkusunu yeni dünyada altın arayıcılığına çıkmış büyükbabasından, başkaldırıcı ruhunu annesi Celia’dan almış olmalı. Annesinin onu devrimci demokratik bir kültürle yetiştirdiği kesin. 2 yaşında ömür boyu peşini bırakmayan astım illetine tutuldu. Okumaya ve spora tutkunluğu erken yaşlarda başladı. İradesinin gücü astımın yaşam biçimini etkilemesine hiçbir zaman müsaade etmeyecekti.

Lise öğretmeni Dial Vidaz, genç Ernesto için “Marksist görüşleri vardı ve sınıf arkadaşları arasında bir sol propagandacıydı” diyor. Ateşli bir özgürlük tutkunu olduğu ve kurulu düzene kafa tutma eğilimi biliniyor. 1948’de olgunluk sınavlarını verip, Buenos Aires Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Astım hastalığını tedavi isteği onu alerji eğitimine yöneltti. Kanser araştırmaları da yapıyordu. Ama şiirin onu tıptan daha fazla çektiği kesin. Che, Rimbaud’dan esinlenen güçlü şiirler yazmıştır sonraları.

Ernesto, bir çok alanda yaşamayı bilen insanlardandı. Tüm Arjantin’i ve ardından tüm Latin Amerika’yı dolaşmıştır arkadaşlarıyla. Böylece Latin Amerika’nın yoksulluklarını, Amerikan emperyalizminin ülkedeki rolünü, diktatörlüklerin kanlı yöntemlerini gözleyebilme olanağına sahip olmuştur.

Kendini adayabilme, kişiliğinin en önemli yönlerinden biridir.

Genç bir doktor olarak Pasifik Okyanusu’ndaki Christmas Adası’nda ki cüzzamlılar hastanesine gider. Yanında arkadaşı Alberto Granados vardır. Orada ömür boyu kalmak istemektedir. Che “En büyük dayanışma ve bağlılık yalnız ve mutsuz insanlar arasında gelişir” diye düşünmektedir o yıllarda.

Kolombiya’yı, Bolivya’yı dolaşır, Guatemala’da ayaklanma ve iç savaş başlar. Devrimci kişiliği gelişmeye başlamıştır. 1953 yılında Kosta Rica’nın başkenti San Jose’de Kübalı devrimcilerle tanışır. Fidel’in adını duyar ve ünlü Moncada Kışlası baskınının ayrıntılarını öğrenir. Haziran 1954’te CIA patentli paralı asker orduları, Guatemala’ya girdiğinde başkenttedir. Yenilgi, anlayan için iyi bir öğretmendir. Ernesto’nun devrimci düşünceleri Guatemala ve daha sonra Meksika’da kökleşir. Marksist eğilimi burada belirginleşmiştir. İlk eşi Guatemala’da tanışıp evlendiği Hilda Gadea Acosta; “Guatemala onu emperyalizme karşı her zaman elde silah savaşmanın ve saldırıya geçmenin gerekliliğine inandırmıştı” der. Ernesto devrimci mücadelenin hizmetinde bir doktordur artık.

1955 yılında Meksika’dadır. Geçimini sağlamak için turist fotoğrafçılığı, gezici kitap pazarlamacılığı yapar. Fidel’le tanışır ve Küba Devrimi’ne atılmaya karar verir. Ünlü Alberto Bayo’dan askeri dersler alırlar. Gerillaya 150 Soru kitabını pek çoğumuz okumuşuzdur Bayo’nun.

25 Kasım 1956’da hepimizin bildiği Küba mücadelesi başlar. Gece saat ikide Granma yatı 83 adam ve karartılmış ışıklarla Meksika Limanı Tuxpan’dan ayrılır. 2 Aralık’ta Küba’ya ulaşırlar. İlk çatışmada yalnız 15 kişi sağ kalmıştır. Ama 25 ay sonra Fidel ve Che’nin Sierra Maestra’larda başlattığı gerilla savaşı kazanılmış ve Batista yenilgiye uğratılmıştır. Castro ve Sierra savaşçıları 1 Ocak 1959’da Havana’ya girerler.

Küba, Amerika’nın burnunun dibinde bir adadır. Küba devrimi sayesinde Amerikan emperyalizminin ana toprağı olarak kabul edilen Latin Amerika’da sömürgeciliğe büyük bir darbe indirilmiştir. Arka bahçesinde sosyalizmden söz edilir olmasını ABD bir türlü hazmedememiştir. Devrim, Latin Amerika ülkelerine esin kaynağı olmuştur. Latin Amerika’da tutuşan bu meşaleyi söndürmek ABD için bir onur sorunu olmuştur bu nedenle. Çünkü Küba, emperyalizmin altedilirliğini göstermiştir dünya halklarına.

Ernesto Che Guevara, Küba Devrimi’nin zaferiyle birlikte, emperyalizme karşı mücadelenin efsane adı oldu. Ulusal Banka Başkanlığı, Endüstri Bakanlığı, Ulusal Planlama Bürosu Müdürlüğü, Askeri Bölgeler Komutanlığı yaptı. Küba’yı birçok uluslararası konferansta, başarıyla temsil etti. Endüstri Bakanı olduğu sırada nisan 1965 ‘te tüm görevlerinden istifa etti ve yine devrimin ardına düştü.

Ailesine yazdığı veda mektubunda, Don Kişot’a bir gönderme yaparak der ki, “Bir kez daha bacaklarımın arasında Rocinante’nin kemikleri fırlamış sağrılarını duyumsamaya başladım. Yine elde kalkan yollara düşüyorum!” On yıl önce de yollara düşmüştür…

“Çok daha bilinçli olmamın dışında hiçbir şey değişmedi, Marksizm anlayışım derinleşti ve netleşti. Özgürlük adına savaşanlar için tek çözüm yolunun silahlı mücadele olduğuna inanıyorum. Ve bu inancıma uygun olarak davranıyorum.”

İnancına uygun davrandı, bir serüvenci değildi. Nerede emperyalizme karşı mücadele varsa orada oldu. Kongo’ya gitti. Brezilya, Uruguay ve Arjantin’de mücadele koşullarını araştırdı. Sonuçta Bolivya’da gerilla mücadelesine girişti. Çocuklarına yazdığı veda mektubunda “Her zaman dünyanın herhangi bir yerinde bir kişiye yapılan haksızlığı iliklerinize değin duyumsayacak kadar duyarlı olun. Bu bir devrimcinin en güzel niteliğidir” diyordu. Devrim ateşini tutuşturmak istiyordu Latin Amerika’da. Küba devrimini savunmak açısından Latin Amerika ülkelerindeki devrimci hareketi geliştirmenin önemine inanıyordu. Böylece devrim alevlerinin yükselmesi ABD emperyalizminin gücünü dağıtacak ve zayıflatacaktı. Vietnam devrimine yardım için ikinci bir cephe açılacaktı. Tüm kıtayı dolaşmıştı. Emperyalizmin silahla alt edilebileceğine inanıyordu. Bolivya’daki mücadeleyi Latin Amerika’nın öteki ülkelerine yayılmakta gecikmeyecek devrimci kurtuluş hareketinin bir parçası olarak görüyordu. Gerilla savaşı yöntemini genelleme eğilimindeydi. “Andlar, Amerika’nın Sierra Maestra’sı ve bu kıtanın uçsuz bucaksız bölgeleri emperyalist orduya karşı verilen, ölüm kalım savaşına sahne olacaktır” diyordu.

Ernesto Che Guevara, Latin Amerika halklarının taşıdığı devrimci potansiyele yürekten inancıyla Bolivya dağlarında öldü. Günlüğüne son satırlarını 7 Ekim 1967 günü yazdı. Ertesi gün, Yuno Boğazı’nda bir çatışmada esir düştü. Higueras köyüne götürüldü. 24 saat sorgulandı. Onları yanıtlamadı. Ele geçirildiğinde yaralıydı. Sorgusunda Yankee yetiştirmesi Binbaşı Miguel Avoroa ve Albay Andres Selica ve Astsubay Mario Terzan vardı. Ölüm emri La Paz’da diktatör Barrientos ve ABD uzmanlarınca verildi. Mario Terzan uyguladı. Celladın bocaladığını görünce, “Hadi korkma ateş et” dediğini söylüyor Fidel. Ne düşündüğünü soran subaya; “Devrimin ölümsüzlüğünü” yanıtını vermiş. Kendi ölümsüzlüğünün de bilincinde olmalıdır.

Che Guevara’nın yaşamı Amerika’ya ve emperyalizme bir meydan okuma ve Latin Amerika halkının bilincini aydınlatan bir ışıktı. Onu öldürdüler ve cesedini yaktılar. Sonra küllerini gömdüler. Emperyalistler büyük bir hınçla iz bile kalmasını istemiyorlardı O’ndan. Ama Latin Amerika efsaneler ülkesidir.
Devrimci yiğitlik, mücadele sürecinin küllerinden yeniden doğar hep. Bolivya halkı, Ernesto’yu San Ernesto ** yaptı. (Azizlik katına yükseltti.)

Alnı kızıl yıldızlı kumandan Che, bugün bayraklaşmıştır halkların gözünde. O’nu böylesine etkili kılan düşüncelerinin yanlışsız oluşu değil, insanlığın geleceğine olan inançla ölmesini bilmesidir. Hep doğruyu arama onu Marksizm’e yaklaştırmıştır. Revizyonizmin temel yanılgılarını sezmesini sağlamıştır.

Emek-değer yasasının Sovyetler Birliği uygulamasıyla ilgili yaptığı araştırmalar onda kuşkuya yol açmıştı. Kapitalist kökeni nedeniyle çıkar kaldıraçları olarak gördüğü fiyat, para, ücret gibi kategorilerin enerjik bir biçimde ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyordu. Sovyetlerde uygulamasını gördüğü “maddi özendirme” sistemine temelden karşıydı. “Verimlilik ve maddi özendirme” uygulamalarının toplumsal yapıya, burjuva bireyciliğinin bozguncu tohumlarını saçtığını söylüyordu. O’na göre maddi özendirme sosyalist bir ahlakın gelişmesini engellemektedir. “İşte bu nedenle onun egemen olmaması için savaşıyoruz, çünkü bu egemenlik, sosyalist ahlakın gecikmesi anlamına gelmektedir… Bilinçlenmenin, üretimin gelişmesine maddi özendirmeden daha kısa sürede daha büyük katkıda bulunabileceğini savunuyoruz… Bunun için koşul, çalışmanın sıkıcı bir zorunluluk olmaktan çıkıp zevkli bir göreve dönüşmesidir.” Çalışmanın onur sayılacağı bir dünya, yeni insanı gerektiriyordu. İstediği buydu Che’nin. İnsanların bilincinde yaratılacak bir devrim… Yeni insana giden yol buydu. “Yeni insanın şarkısını halkın gerçek sesiyle söyleyen devrimciler gelecektir… Öncüler gözlerini insanların başka nitelikler taşıdığı geleceğe yani komünist insan toplumuna dikmişlerdir… Biz 21. yüzyıl insanını yaratacağız.”

O yeni insanın şarkısını söyleyenlerden biriydi. Bir dünya insanı, gerçek bir enternasyonalistti. Kongo’dan Vietnam’a, Küba’dan Bolivya’ya dünya devriminin peşinden koştu. Latin Amerika Dayanışma Örgütü’nün yayın organı Tricontinantal’e gönderdiği mesajda şunları söylüyordu: “Altında çarpışılan bayrağın, insanlığın kutsal kurtuluş hedefi halini alacağı… gerçek bir proleter enternasyonalizmi gerekli; öyle ki, yalnızca bugün silahlı mücadeleye sahne olan yerleri sayarsak, Vietnam, Venezuela, Laos, Gine, Bolivya bayrağı altında ölmek, bir Amerikalı, bir Asyalı, bir Afrikalı ve hatta bir Avrupalı için aynı ölçüde arzu edilir ve onur verici bir şey olsun. Bayrağı altında doğmadığımız bir ülkenin topraklan üstünde dökülen her damla kan, orada yaşamda kalan kişinin daha ilerde kendi ülkesinin kurtuluş mücadelesine uygulamak için edineceği bir deney olacaktır. Ve kurtulan her halk, bir başka halkın kurtuluşu için verilecek savaşta kazanılmış bir aşamadır.”

Che’den bize kalan en önemli miras bu enternasyonal ruhun büyüklüğüdür. Onun için yaşamın anlamı hiçbir koşul ve bağ olmaksızın insanların ve toplumun sosyalist değişimi için savaşmaktır. “Devrimin dışında başka bir yaşam yoktur…” diyen devrimciliği özverili bir kendini adama olarak gören, devrimcinin kendisini ancak ölümünün son verdiği bir sürekli çabayla tüketmesi gerektiğine, inancını yaşamıyla kanıtlayan Che Guevara, devrim aşkımızı ölümsüzleştirenlerden biridir, geleceğe giden aydınlık yolumuzda. O’nun devrime adanmış ömrü ebedi gençliğimizdir bizim, ölümü güleryüzlü kılan geleneğimiz… Onun tüm bir kuşağa ışık tutan haykırışı hala kulaklarımızdadır. Tıpkı gelecek ışıklı günlerimizin sesi gibi.

“Tüm eylemimiz emperyalizme karşı savaş narasıdır… Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin… Savaş sloganlarımız dilden dile dolaşacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleriyle ve de savaş naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaksa, ölüm hoş geldi sefa geldi.”

Notlar:
* Che’nin annesinin ismi Celia de la Serna’dır. Soyun kadından geldiğini vurgulamak amacıyla kullanılır.
** Yazar burada, Che katledildikten sonra çekilen fotoğraflarının gazetelerde yayınlanmasının ardından, And Dağları köylülerinin korkuyu değil, saygıyı öne çıkardığı ‘El Cristo de Valle Grande’ (Valle Grande’nin İsa’sı) sözünü kastetmektedir…