Pandemi’de Sömürgecilik ve Mücadele – Dilgeş Aksu

Covid-19 virüsü ile birlikte kapitalizm, sonundan kaçmak için var gücü ile yeni bir evre savaşı verirken, kullandığı ilk silah ezilenlerin yükselen sesini bastırmak için korku ve sindirme politikası oldu. Dünyanın birçok ülkesinde kriz karşıtı ayaklanmalar gelişirken birçok ülkede baskı aygıtına karşı kitleler ve öncü kuvvetler sokağı tutmaya çalıştı. Sömürgeci Türk devleti Kürdistan’da baskı, kayyum, gözaltı ve tutuklama seyrine hız kazandırdı. Bakur’da inkâr ve imha, diğer parçalarda işgal siyaseti ile sömürgeci faşist türk devleti pandemi koşullarında yaratılan krizin faturasını Kürdistan’a kesti.

 

Siyasi iktidar pandemiyi fırsata çevirerek HDP belediyelerine kayyum saldırıları, maden ocaklarında işçilere düşük ücret verilmesi ve işçi ölümlerini saklama, Kürdistan’ın tarihi yapılarını ve doğasını talan etme gibi her türlü zorbalıklar ile ilhak siyasetini derinleştirerek sürdürüyor. 7 Haziran 2015’ten beri HDP ve devrimci güçlere aralıksız sürdürülen darbe siyasetine salgın koşullarında da devam edildi. KCD/DTK eş başkanı ve Colemêrg/Hakkari vekili Leyla Güven ile Amed vekili Musa Farisoğulları’nın vekillikleri düşürülüp ardından tutuklandılar. CHP vekili Enis Berberoğlu ise vekilliği düşürülüp tutuklandıktan bir gün sonra salgın tehlikesine karşı tahliye edildi. HDP ve HDP’li vekillere uygulanan darbenin ötesinde bir düşman siyasetidir. Kayyum bu saldırı siyasetinin önemli bir yerinde duruyor. Özellikle 15 Mayıs Kürt Dili Bayramı’nda yapılan kayyum darbesi Kürtlerin diline, kültürüne ve tüm kazanımlarına açık bir saldırıdır. Kayyumların ilk işi Kürtçe tabelaları indirmek olurken faşist şefin posterlerini belediye binalarına asma ve dev Türk bayrakları ile halkı uğratmak istediği asimilasyonu saklama gereği bile duymuyor. En son Sêrt/Siirt belediyesine atanan kayyumun Mîr Celadet Elî Bedirxan Kütüphanesini yıkmasını hep birlikte gördük. Peki, bu kayyum darbesi başta olmak üzere saldırılar nasıl bir durum açığa çıkarıyor? Çok açık ki tüm kayyumlar önce emekçileri işten çıkararak işsizlik tablosunu büyütüyor. Türkiye cephesinde de göründüğü gibi patronlara kredi paketleri açıklarken emekçileri açlığa terk ediyor, işçileri de coronavirüs günlerinde çalışmaya zorluyor. Emekçi yoksulları ise PTT kuyruklarında saatlerce bekletip verdiği bin TL’yi bir lütuf gibi sunuyor. Tıpkı devrimci enternasyonalist Che Guavera’nın dediği gibi “ Toplumu bir ekmeğe muhtaç ettirip yardım etmek, planlanmış bir cinayettir.”

 

Türkiye cephesinden farklı olarak ele alınması gereken nokta Kürdistan’da halkın onur ve değerleri ile savaşma çabası.  Mezarlarını yıktıkları, çocuklarını öldürdükleri, evlerini bombaladıkları insanları yoksulluk ve açlık ile terbiye etme savaşıdır. Ama bilinmelidir ki mezarlara saldırarak tarihimizi unutturamazlar.  Kürdistanlı bir annenin dediği gibi; “Onlar mezarlara, değerlerimizi unutalım diye saldırıyorlar. Şeyh Said’in Seyit Rıza’nın mezarı yok mesela, amaç onları unutturmaktı. Ama onları unutmadık, mücadelelerini büyüttük. Bugün de sonuç aynı olacak!”

 

Yakın tarihin diyalektiği içerisinde düşünürsek işgalci güçler ideolojik ve psikolojik savaşı imha savaşı içerisinde daima kullanmışlardır. Burada önemli olan nokta, işgal ve imha savaşına karşı Kürdistan Halkları’nın nasıl karşı koydukları ve direndikleridir. Parçalanma sürecinden bu yana Kürdistan’da irili ufaklı, kitlesel onlarca isyan hareketi gelişti. Gelişen ayaklanmalar ve mücadele tarihi Kürdistan halklarına,  dolaylı olarak da Türkiye ve dünya halklarına birçok kazanım bıraktı. Dahası bu kazanımlar sayesinde bugün onlarca mücadele sahamız ve çeşitli araçlarımız bulunmaktadır. Pandemi sürecinde artan devlet terörüne karşı direnmek ve savaşmak için eksik olan hiçbir durum söz konusu değildir. Peki, o zaman ne bekliyoruz? Neyi bekliyoruz?

 

Nisêbîn, Elîh, Amed ve daha birçok Kürdistan kentinde yaşanan polis, bekçi zabıta terörünü hep birlikte gördük. Evet, bu tür faşist saldırganlıklar Türkiye cephesinde de gelişiyor. Türkiye’deki genel faşist saldırganlığın bir ürünü, Kürdistan’da ise sömürgeci imha ve inkâr politikalarının bir ürünüdür.  Korku ve sindirme politikalarını çocuklardan başlatarak yaymak istiyorlar.  Mezar saldırıları sömürgeci saldırganlığın başka bir yüzüdür. Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak değerleri olan ölümsüzlerin mezarlarını yıkmak, cenazeleri kargolar ile ailelere göndermek, Garzan mezarlığını boşaltıp cenazeleri Kilyos mezarlığında kaldırım altına gömmek ve daha nice örnek verebiliriz. Bütün bu saldırıların işaret ettiği yön ise mücadele sahasıdır. Bu zulme sessiz kalmak inkâr ve imhanın derinlemesine yayılmasının önünü açacaktır.

 

Mayıs ayında on beş HDP Belediyesi’ne kayyum atayan tek adam rejimi Kürdistan’da kürt halkının iradesini ve temsiliyetini darbe politikaları ile yok saymaya devam ediyor. Öyle ki geçtiğimiz günlerde HDP milletvekilleri Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın vekilliklerinin düşürülmesinin ardından tutuklanmaları ardından Leyla Güven tahliye edildi. Faşist diktatörlük HDP’ye yönelik her türlü faşist saldırı ile Kürt halkının iradesini topyekün yok sayıyor ve görmezden geliyor.

 

Mücadele deneyimlerinin tarihine baktığımızda ise açıktır ki Kürdistan halklarının özgürlüğü gençliğin ellerindeki meşaledir. 71 devrimci atılımının açtığı yoldan yürüyen gençlik bugüne dek ön mevzide konumlanıp sömürgecilerin diz çöktürme planlarını çökertmiştir. Kürdistan için yakın tarihte bile gençliğin öncüllük ettiği sayısız ayaklanma vardır. 2006 olayları, 2012 açlık grevi serhildanları, 6-8 Ekim serhildanı, özyönetim direnişi bunlardan bazılarıdır.  Unutulmamalıdır ki Kürdistan gençliği başta olmak üzere yurtsever ve komünist gençler Rojava Kadın Devriminin yaratılmasında büyük bir emeğin sahibidirler. Bunun içindir ki sömürgeci güçler de gençliğe karşı kaçırma, tehdit, gözaltı, tutuklama ve katliam gibi birçok saldırganlığa girişiyor. Her türlü saldırganlıktan gençlik daha güçlü bir şekilde çıktı. Suruç katliamı bunun en net örneğidir.

 

Tabi ki sürecin farklılıklarını göz ardı edemeyiz. Kürdistan gençliğinin son yıllarda üzerinde yürütülen ağır saldırılara karşı örgütlenme sahası daraltıldı ve hareketsiz bırakılmaya çalışıldı. Ama yine en yakın tarihimizden örnekler ile pandemi sürecinin akışını sokağa çevirebiliriz. Dönem olanakları ve riskleri iç içe barındırıyor. Sosyalist yurtsever gençlik riskleri görüp olanaklara yoğunlaşmalıdır. Nasıl ki sömürgecilik bu süreçte daha çok ivme kazanıp saldırıyor aynı şekilde devrimci gençlik bu süreci örgütlenme, propaganda ve ajitasyon faaliyetini yükseltmek için kullanmalıdır. Türkiye gençliği nasıl ki Kürdistan gençliğinin serhıldan pratiklerinden öğrendi ise aynı şekilde Kürdistan gençliği de bu zor dönemleri Türkiye gençliğinin pratiklerinden öğrenerek aşabilir. Bunun için Türkiye cephesindeki İstanbul, Ankara ve İzmir’de son dönemde açığa çıkan birkaç eylem örneği verilebilir. SGDF’nin emek mücadelesi için 1 Mayıs’ta yükselttiği “ücretli izin” ve “yaşam grevi” çağrısında kullandığı sokak hattı faşizmin yasaklarına karşı öncülere ve kitlelere devrimci çizgiyi işaret eden eylemlerdir. Gençlik örgütlerinin İbrahim Kaypakkaya ve Mayıs ayı şehitleri için izlediği yol ise cenazelerimizi ve değerlerimizi savunma hattımız olarak örnek alınmalıdır. Bu örneklerden sonuç çıkarmak ve Kürdistan gençliğini örgütlemek sosyalist yurtsever gençliğin öncelikli görevidir.