Dilli Düdük | Sınıf ve Cins Savaşında Kadın – Defne Gürsoy

Erkek egemenliğin ve özel mülkiyetin ortaya çıkışından simbiyotik ilişkisine kadar hikayeyi biliyoruz. Binlerce yıldır süregelen sınıf savaşımına eşlik eden cins savaşımı gerçeğine yüzümüzü dönüşümüz ise daha yeni. Kadın özgürlük mücadelesi yüzyıllara dayanan direniş tarihi taşısa da adının konulması ve teorisinin gelişimi 20. yüzyıl başlarına tekabül eder. 21. yy. ise daha ilk çeyreğinden kadın direnişlerinin yüzyılı olmaya göz kırptı. Bugünü direniş olanın yarın devrime evrilmesi çok mümkün.

Egemenlerin küresel boyutta yaşadığı kriz ve ezilenlerin arayışı, bir alt üst oluşu dayatıyor. Peki bu alt-üst oluşun, devrimin özneleri kimlerdir? Şüphesiz devrim demek önder güç olarak proletaryayı, işçi sınıfını akla getirir. Sınırsız-sınıfsız bir dünya yolunda öncelikle anti-emperyalist demokratik devrime ihtiyaç duyulması işçi sınıfının başka kuvvetlerle kuracağı ittifaklara da işaret eder. Peki tüm dünyada gelişen ve yükselen kadın hareketi bütün bu alt-üst oluşun neresinde? Özelde son 3 yılda Türkiye’de toplumsal muhalefeti birçok saldırıyla geriye düşüş yaşarken sokakta ısrarını koruyan kadın hareketini nasıl yorumlamalıyız? Devrimin özneleri sorununa yanıt oluşturabilmek, kadın özgürleşmesinin ya da sınıfsız bir dünyanın yollarının nerelerden geçtiğini anlayabilmek için hikayenin tarihsel kökenine inmesek de kapitalizm/emperyalist küreselleşme özelinde toplumsal cinsiyet, erkek egemenliği ve kadın özgürleşmesinin kimi özgünlüklerine bakmak gerekiyor.

Kapitalist için esas olan artı-değeri artırma ve sermayesini büyütmektir. Bunun yolu üretici güçleri sürekli geliştirmek ve genişletmekten geçer. Üretici güçler içerisinde artı değeri oluşturan yegane unsur emek gücü olduğu için kapitalizmde üretim toplumsallaşmıştır. İkinci cins olarak konumlandırılan ve gerek emeği sömürülerek gerek bedeni metalaştırılarak sömürülen kadın üzerindeki eril tahakküm de toplumsallaşmıştır. Tek tek kadınların bedeni değil kolektif biçimde kadın bedenidir sermayenin yatırım alanı haline gelen. Tek tek kadınların ev içi üretimleri değildir görünen- görünmeyen olan. Evin içinde işe gidenlerin yemeğinden, çocuğa, yaşlıya bakım emek gücünün yani insanların yeniden üretimini saglar. Bu emek görülmez ve sermaye buradan kar sağlar. Birçok genç kadın 7-8 yaşında çocukken dahi üretime tam da buralardan katılır işte. Ebeveynlerin çalışıyor olmasıyla evdeki kardeşlerle ilgilenmek,  temizlikten yemeğe elinden gelenin fazlasıyla yapmak “zorundadır.” İlkokul kitaplarında erkek çocuk babasıyla maç izlerken gösterilip kız çocuk anneyle mutfakta gösterilirken süreklileştirilmek istenen üretim ilişkleridir.

Kapitalizmin kadına açtığı istihdam alanını inceleyecek olursak bu istihdamın geçiciliğini görürüz. Düşük ücretle ve kayıtdışı çalıştırılan kadın “nitelikli eleman” olarak da sayılmadığı için her an işten çıkarılabilir. Bunun için meselenin teorik arka planından çıkıp günümüzde yaşananlara bakabiliriz. Üretimin toplumsallaşıp daha doğmamış olanları dahi işçileştiren sistemde, çocuk bakımının hala kadına bırakılması kadınların çalışma yaşamına katılmasının önünde büyük bir engel oluyor. Ev işlerinden çocuğa tüm sorumlulukların üzerine yıkıldığı kadın, bir yandan çalışarak ezilenin ezileni oluyor. Evli ve çocuğu olan kadınlar “aileyle ilgilenirken işe bakmazsın” denilerek iş bulamazken genç kadınlar açısından durum farklı mı? İş başvurularında duyulan cevap “Evli değil misin? Yarın nişan-düğün izni istersin. Sonra birde çocuk yaparsın. Biz uzun vadeli birini yetiştirmek isteriz.“ şeklinde oluyor. İktidarın söylemleri, medyanın yaklaşımı, eğitimin cinsiyetçiliği vs erkek egemen yaklaşımları perçinliyor. Yakından bildiğimiz örnekleri anımsayacak olursak 2009’a dönelim. İşsizlik oranlarının o zamana kadarki tarihi rekora yükseldiği günlerde dönemin Devlet Bakanı Mehmet Şimşek özellikle kriz dönemlerinde kadınların iş arama oranı arttığı için işsizliğin yükseldiğini söylemişti. Erdoğan’ın “Kadın erkek eşit değildir, bu fıtrata ters.” açıklaması zaten hepimizin hatırındadır. Ki Erdoğan konuşmalarında kadın ve erkeği eşit görmediğini sık sık vurguluyor. Eğitimde kadınların belli mesleklere yönlendirilmesi “Bunlar erkek işi” yaklaşımının sürmesi; dizilerde kadınların sekreterlik vs. gibi rollerde, yönetici pozisyonlarda ise erkeklerin görünür kılınması da yönlendirici oluyor. “Erkek işleri” kıymetli- değerli gösterilirken “kadın işi” kategorisiyle kimi meslekler ucuzlaştırılıyor.

Meslek kısmından önce eğitim dönemine bakmak gerekiyor. 475 liralık bir burs/kredi ile barınma-beslenme- kitap- ped-kuaför gibi tüm yaşamsal ihtiyaçların karşılanması bekleniyor. Yarı zamanlı çalışılabilecek kafelere başvurduğumuzda “diksiyon, topuklu ayakkabı ve düzgün fizik” şartları duyuyoruz. Yani tombik bir genç kadınsanız ya da topuklu ayakkabılarla yürüyemiyorsanız ek iş bulmanız da oldukça zorlaşıyor. İşyerlerinde taciz ve mobbingin en yoğun biçimini gelecek kaygısında olan genç kadınlar yaşıyor. Lise döneminden başlayan staj sömürüsüyle emeğinin karşılığı alınamazken ele geçen asgari ücretin 1/3 ‘ine ise evdeki erk el koyuyor. Ekonomik krizin derinleşmesi ile iyice görüyoruz ki kapitalizm genç kadınlara geleceksizlikten başka hiçbir şey sunamıyor.

Kapitalizmin bütün çelişkileri arasında büyüyen, bir yandan özneleşirken toplumsal hayata karışırken diğer yandan eve kapatılmak istenen genç kadınlar bu çelişkilerle nasıl yaşıyor, nereye kadar böyle gidecek?

Gördüğümüz üzere genç kadınlar yaşayamıyor ve yaşam arayışında. Kadınlar bakımından özgürlük mücadelesinin yolu, erkek egemenliği yıkmaksa erkek egemenliğin maddi dayanaklarını ortadan kaldırmadan tahakkümün parçalanması söz konusu olamaz. Çünkü erkek egemenlik, hissedilen ama dokunulmaz bir ışıma değildir. Aileden devlete, eğitiminden ordusuna, polisine maddi dayanaklarıyla kendini var eder ve üretir. Bahsettiğimiz maddi dayanaklar aynı zamanda özel mülkiyetin maddi dayanaklarıdır. Başlarken de belirttiğimiz karşılıklı ilişkileri nedeniyle bu şaşırtıcı değil. Kapitalizm veya herhangi bir sınıflı toplum biçimi kendine “ötekiler” yaratarak sömürgeleştirdiği için özü itibariyle erkek egemen karakterdedir. Bu da bizi kadın özgürleşmesinin yegane formülü olan kadın devriminin özneleri ve müttefiklerinin kimler olacağı sorusuna götürür. Kadın açısından erkek egemenliğe karşı savaşımın özel mülkiyeti de doğrudan hedef aldığını; polisinden ordusuna, burjuva ailesinden tekçi medyasına parçalamak gereken her kurumun özel mülkiyetin dayanaklarını da oluşturduğunu da açıkça ortaya koyduk. Peki bu durumda tüm kadın cinsinin tüm erkekler tarafından toplumsal olarak ezilirken kadın devriminin yegane öznesi kadınlar, düşmanı da erkekler midir?

Burada esas olan Sema Duru Boran’ın Kadın Devrimi * yazısında işaret ettiği sorularda gizlidir. Öncelikle “Kimler cinsel olarak eziliyor?” sorusundan sıyrılıp “erkek egemenliğin maddi dayanaklarının parçalanmasından kimlerin çıkarı var?” sorusuna yanıt bulmalıyız. Emekçi kadınların cins olarak ezilmenin yanında yaşadığı sınıfsal ezilme hem kadın devriminde hem toplumsal devrimde öncü konuma sürükler. Sistemin zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan sınıfında bulunan proleter erkekler de emekçi kadınların müttefikleri olur. Tabi ki bu yalnızca bir mücadele ortaklığı anlamına geliyor. Yani salt kadının özgürleşebilmesi için dahi kadınların toplumsal devrimde de kadın devriminde de özneleşme-öncüleşmesine ve örgütlenmesine ihtiyaç vardır. Müttefik gücünü de en başta proleter erkek olmak üzere toplumsal devrimin diğer müttefikleri oluşturur. Genç kadınlar birer genç olarak kapitalizmin ucuz iş gücü arayışında yeni köleler olarak tasarlanırken kadın olarak erkek cinsin tahakkümü altındadır. Ekonomik olarak aileye bağımlı oluşu özgürlüğünün de aile elinde oluşu anlamındadır. Dışarı çıkmak isterse babanın sözü geçer. Kiminle gezdiğini erkek kardeş bilmek zorundadır. Ekonomik kaygı ve özgürlük sorunu arasında genç kadın için toplumsal bir alt üst oluştan başka yaşam şansı yoktur. Cinsel özgürlük arayışı yani emeğine, bedenine, kimliğine dair kendi sözünü söyleme-karar alma isteği tüm genç kadınların özlemidir. Parola özsavunmadır. Yaşamın her alanında sözünle ve eyleminle değiştirici olarak özneleşmek ki genç kadınlar isyan seçeneğinde ilerlemeyi sürdürüyor. Kadın özgürlük mücadelesinin yüzyıllara dayanan pratiği bugün her kadında bir kadın bilinci inşa ediyor.

Gerek Özgecan isyanında gerek Gezi direnişinde gerek 25 Kasım Taksim’de gördüğümüz genç kadın yoğunluğu gelişen bilincin eyleme dönüşen halidir. Eylemle buluşan bu bilincin örgütlü bir güç halinde kadın özgürlük mücadelesini büyütürken aynı zamanda sınıf mücadelesinin, toplumsal mücadelenin her alanında özneleşmesi topyekün bir alt-üst oluşun yolunu açacaktır. Cinsiyet kavramı nasıl bugün doğduğumuzda giydiğimiz tulumun renginden, mesleğimize, yaşamımıza belirleyici bir toplumsal olgu haline gelmişse kadın devrimi gerçekleşmeden de tüm tahakküm kurumlarının parçalanması, sömürünün son bulması mümkün olamaz. Her alanda özgürlük arayışının erkek egemenliğin bizleri bağladığı prangaları parçalamak olduğunu biliyoruz. Genç kadın hareketi sosyalizm ve kadın özgürlük mücadelelerinin zaferinde kendi özgürlüğünü görerek öncüsü-sürükleyicisi nasıl oluruz sorusuyla yeni yolları açacaktır.

*Sosyalist Kadın 20. sayı, Kadın Devrimi