Öğrenci Hareketinin Yönü – Ali Deniz Esen

Gençlik hareketi toplumsal hareketlerin dönem dönem yol açanı dönem dönem en dinamik kesimi olmuştur. Bu kesim tüm toplumsal sınıflar içinde bulunmasına karşın dinamik yapısıyla ayrı bir nitelik oluşturur. Bugün emperyalist küreselleşme çağında, zenginliğin ufacık bir azınlıkta toplandığı, hızlı bir proleterleşmenin gerçekleştiği koşullarda gençlik giderek daha fazla mülksüzleşiyor. Geçmişte burjuvazi ve proletarya arasında sallanıp duran gençlik proletaryaya doğru itiliyor. Yani ezilenler cephesi safına itilen dinamik bir güç ile hızla genişliyor demek.

Öğrenci hareketi ile gençlik hareketini birbirinden ayırmak zor. Tarihin bazı anlarında aynı anlama gelirken, bazı anlarında ise öğrenci hareketi gençlik hareketinin bir parçasını ifade ediyor. Fakat değişmez gerçek tarihin değişik anlarında gençliğin siyasal savaşımlarda ezilenlerin önüne geçtiğidir. Ekim Devrimi’ni öncüleyen günlerden 68 isyanlarına kadar pek çok alt üst oluşta bunu görebiliyoruz. En belirgin örneklerden 68 isyanını ele alırsak Fransa’da öğrenci gençliğin isyanıyla başlayan dalga, hızla küresel bir devrimci dalgaya dönüşmüştü. Gençlik hareketi -özel olarak da öğrenci hareketi-, toplumsal mücadelelerin bir dinamiği olmanın çok ötesindeki bir kurucu özne olarak bağrından devrimci örgütleri çıkardı.Türkiye’de de 68 isyanının sonuçları benzer şekilde yaşandı. Akademik-Demokratik mücadele kendi sınırlarını hızla aştı. 

Son 50 yıllık dönemde Türkiye ve sömürgesi Kürdistan’da faşist askeri darbelerle kitle hareketlerinin ezildiği dönemlerin ardından öğrenci gençliğin kıpırdanışı, yeni kitle yükselişlerinin ilk kıpırtısı oldu. 12 Mart darbesi sonrası ilk kıpırdanmalar öğrenci hareketiyle olmuştu. Keza 80 darbesi gibi tüm kitle hareketinin ezildiği, politik öznelerin askeri zorla dağıtıldığı korkunç koşulların ardından 86 yılındaki yeniden kıpırdanmalar öğrenci dernekleri içinde gerçekleşiyordu. 

Öğrenci hareketinin mücadelesi akademik-demokratik sınırlar içinde gelişiyordu. Akademik- demokratik mücadele, demokratik mücadelerin bir alanı olmakla birlikte, kendi talepleriyle şekillenen bir hattı vardı. Bu hattı üniversitelerin kurumsal, sosyal ve siyasal yapısı belirliyordu. Geçmişte burjuva aydınlanmacılık feodalizme karşı ileri bir tarihsel dinamik olarak ortaya çıktığında üniversitelerin baskın bir aydın karakteri vardı. Bu karakter, kapitalizmin serbest rekabet döneminden emperyalist küreselleşme dönemine doğru hızla evrildiği süreçte rol değiştirmeye başladı. Özellikle son neoliberal saldırganlık döneminde üniversitelerin sınıf atlama aracı ve toplumsal aydınlanmacı rolü hızla rekabet koşullarına uyumlu olarak teknik bilginin geliştirilmesi ve vasıflı işçinin üretimi halini aldı.

Türkiye’de üniversiteler neoliberal saldırganlığa uyumlu hale getirildi. Bilim, toplumsal ilerlemenin değil, bir avuç şirketin rekabet ihtiyacı için ARGE çalışmalarının aracı haline geldi. Sosyal bilimlerin yerini mühendislik gibi teknik bilimler aldı. Üniversitede barınmadan bilgiye kadar pek çok alan piyasalaştırıldı. Öğrenim kredileriyle hayata borçlanmış ve emeğini ucuza satmak zorunda olan işçiler yetiştirildi. Üniversiteye giriş sınavındaki fırsat eşitsizliği özel üniversitelerle daha da derinleştirildi. Yönetim şeması YÖK gibi kurumlar vasıtasıyla faşist rejime entegre edildi. Hatta son dönemde Tek Adam rejiminin merkezi yapısı üniversiteleri Saraya bağladı.

90 sonrası neoliberal saldırganlık döneminde öğrenci hareketi kendi yolunu aradı. Paralı eğitime (harçlara ve yemekhane zamlarına) karşı protestolar dönem dönem kitle eylemlerine dönüştü. YÖK protestoları öğrenci hareketinin 1 Mayıslarına dönüştü. Yılın bir dönemi öğrenci hareketinin önemli bir konusu haline geldi. Akademik- Demokratik mücadele hattının sınırlarıyla kalmayan öğrenci hareketi politik gündemlere müdahale etti. Ayaklanmalardan geniş kitle protestolarına kadar bütün kitle hareketlerinin en önemli bileşeni haline geldi.

Bugünlerde ise öğrenci hareketinde birkaç gündem etrafında kendiliğinden hareketler gelişiyor. İlki rejimin Siyasal İslamcı dönüşümünde ideolojik saldırılarına karşı yaşam alanlarını koruma refleksiyle şekilleniyor. Kampüslere yönelen talan saldırılarına, fakültelerin taşınmasına, getirilen yeni yasaklara karşı direnişler filiz veriyor. Örneğin; son yıllarda ODTÜ’de ormanların kesilerek bulvar yapılması, devrim yürüyüşünün ve bahar şenliğin engellenmesi, mezuniyet pankartlarının susturulmaya çalışılması ve son olarak da Kavaklık’a KYK yurdu yapılmak istenmesi gibi saldırılara karşı kitlesel eylemsellikler gerçekleşti. Son dönemde Siyasal İslamcı rejimin kentlere bırakmak istediği simgelerinden biri olan Millet Bahçelerinin bir kaçının Ege Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ne yapılmak istenmesine ve Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi’nin yetersiz bir ofis binasına taşınmak istenmesine karşı sergilenen direnişler, güncel birer örnek olarak duruyor. Ayrıca sözde akademisyenlerden Saraya kadar Siyasal İslamcı rejimin öğrencilerin yaşamlarına dönük yasakçı ve ötekileştirci nitelikteki söylemleri bu ideolojik saldırı dalgasının parçasıydı. Bu saldırı dalgasının bir başka kısmını üniversite etkinlikleri oluşturdu. Tüm sosyal alan Siyasal İslamın ideolojik anlatısına dönüştürüldü. Bürokratlardan sözde aydınlara kadar Siyasal İslam savunucularının katıldığı etkinlikler ideolojik saldırıların örneklerini oluşturdu.

Bir başka gündem ise YÖK’ün Saraya doğrudan bağlanması, yani üniversitelerin rejime entegre edilmesi. Atanmış kayyum rektörlere karşı mücadeleler öne çıkıyor. İstanbul Üniversitesinde Raşit Tükel’in ezici çoğunlukla seçilmesine karşı Saray tarafından Mahmut Ak atanmıştı. Bu gelişmeler kitlesel eylemsellikler ve forumlar süreciyle karşılanmıştı. Yine Boğaziçinde Memed Özkan’ın Saray tarafından ilk atanan kayyum olması OHAL gibi sert bir süreçte bile üniversitede kitle eylemselliğini önleyememişti. ODTÜ rektörü Verşan Kök’ün tarihsel bir atıfla “Verşan Kök ODTÜ’ye rektör olamaz” sloganıyla hedefleşmesi yine sayabileceğimiz örnekler. 

Akademinin tek bileşeni öğrenciler değil. Sarayın kirli savaşına karşı bildiri yayınlayan akademisyenler KHK ile gerçekleştirilen tasfiyelerin muhatabı oldular. Üniversitenin bileşeni olarak, üniversiteye yönelik saldırıların eksenine oturdular. Adeta akademik bir kıyımı andıran bu tabloda akademisyen uğurlamaları gibi kitlesel eylemlilikler ortaya çıktı. Özellikle Ankara Üniversitesi’nde akademisyenlerin cübbelerinin polis postalları altında ezilmesi yaşanan süreci simgeleyen bir fotoğraf olarak hafızalara kazındı.

Kadın özgürlük mücadelesinin yükseldiği koşullarda üniversitede genç kadın hareketi de bir ivme kazandı. Hatta dönem dönem üniversitelerden yükselen tek ses oldular. Genç kadınlar, kampüslerdeki taciz-tecavüz saldırılarına karşı hızla teşhir etme ve öz savunma pratiği sergilediler. Yine toplamda erkek söylemlerin birinci muhatabı genç kadınlardı. Dolayısıyla öğrenci hareketi, son dönemde genç kadınların güçlü bir politik bileşen olduğu, hatta harekete ön açtığı bir niteliğe büründü. 

Öğrenci hareketi, yaşam biçimine müdahale saldırıları, atanan kayyum rektörler, KHK’lı akademisyenler ve genç kadınların isyanıyla büyüdüğü tabloda, kendiliğinden hareket eden ve siyasi öznelerinin alabildiğine zayıf olduğu bir dönemden geçiyor. Üniversiteler, OHAL süreci boyunca gençlik öznelerine yönelen baskılar, kampüslerde polis postalları eşliğinde konulan yasaklar, kapatılan öğrenci kulüpleri, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakların bile zor yoluyla törpülendiği bir saldırı dalgasıyla karşı karşıya. Demokratik karakterde hiçbir örgütlenme bırakılmadı. Üniversiteler rejim tarafından, tepesinde Sarayın yer aldığı, kayyum rektörler ve kayyumlar etrafında kümelenen yandaş akademisyenlerle, son olarak da faşist gençlik örgütlenmeleriyle restore edilmiş durumda. 

Bu tabloda sosyalist gençlik, demokratik devrime giden yolları açabilecek, buzu kırabilecek politik müdahale biçimlerini geliştirmelidir; politik mücadelelerin en önemli mevzilerinden biri olan akademik-demokratik mücadelede neredeyse inin cinin top oynadığı koşullarda, akademinin taleplerini ve gençliğin çelişkilerini hızla direnişlere dönüştürebilecek nitelikteki dayanışma ağlarından forumlara kadar bütün araç biçimleri inşaa etmeyi önüne koymalıdır. Öğrenci hareketi, üniversitelerin mevcut durumunda kampüs içinde dahi kendi öz taleplerinin mücadelelerini veremez durumda. Bu durumdan çıkmak için öncelikli olarak asgari demokratik talepler etrafında en geniş kesimlere hitap edecek siyasi araçları yaratmak gerekir. Öğrenci kulüpleri içinde çalışmaktan antifaşist – demokratik çatı örgütleri kurmaya, üniversitelerin kendi özgün taleplerine hitap edecek örgütlerden nihayetinde gençlik örgütlerinden oluşacak geniş bir ittifaklar bloğuna kadar demokratik cephe siyaseti yapılmalıdır. Bu cephenin de form olarak meclislere, forumlara veya kitle örgütlenmesine dayalı örgütler biçimine dönüştürülmesi gerekmektedir. 

Devrim kitlelerin eseri olacaktır, dolayısıyla sosyalistler tarihsel olarak sadece öncülük misyonuna takılıp kalamazlar. Tek adam rejiminin faşist tekelini kırmak için yalnızca öncü çıkışlara sıkışmadan, kitlelerin faşizme karşı mücadele edeceği koşulları hazırlamak görevi önümüzde duruyor. Dar politik çıkarları gözeten ve günü kurtaran yaklaşımlar, ancak kıpırdanan kitle hareketinin peşinden bakar. Faşizme karşı en geniş kitleleri mücadele ettirecek politik hattı kurmalıyız. Bu hattı kurarken elbette ki özgün koşullar ve dönemlerde öncü müdahalenin vazgeçilmezliğini yadsımamalıyız. Faşist tek adam rejiminin tepetaklak olduğu, kampüsler içinde kendiliğinden hareketlerin patladığı ve öğrencilerin alabildiğine örgütsüz olduğu koşullarda öğrenci hareketinin yönü, kitleleri aynı hayaller etrafında yan yana getirebilmek olmalıdır.