Alışkanlıkları Kıralım, Akıntıya Yön Verelim! – Adnan Özcan

Alışkanlıklar hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor. Peki bu alışkanlığı gündelik eylemden ayırt eden, onu bir kavram haline getiren nedir? İlk olarak, “alışkanlık” olarak nitelendirdiğimiz eylemin süreklilik arz etmesi gerekmektedir. Peki Marksist-Leninistler bakımından süreklilik nasıl bir yerde durmaktadır? Kuşkusuz bizler için süreklilik kelimesinin en çok kullanıldığı yerlerden biri, hareket ve değişim kavramları ile birlikte kullanımıdır, hareket ve değişim kavramları diyalektik yöntemin temel bileşenlerini oluşturmaktadır, diyalektiğin dört temel yasasından biri olan “doğada ve toplumda hareket, değişim ve gelişme” yasası bize hiçbir şeyin sabit kalmadığını ve her şeyin “sürekli” değiştiğini gösterir. Ancak bahsedilen rastgele bir hareket ve değişim değildir. Hareket; ilerlemeyi, değişim ise eskinin yerini yeniye bırakmasını koşullayan bir gelişimi kasteder. Alışkanlık kavramı ise sadece açıkladığımız tanıma uygun yani içinde değişimi ve gelişimi barındıran süreklilikleri değil, aynı zamanda durağan, hareketsiz ve gerici süreklilikleri de kapsar. Bizim bu yazıda üzerinde duracağımız işte bu ikinci nitelikte olanlar; düzen içi alışkanlıkların devrimci gençlik içindeki görünümleri. O zaman coşkunca çağıldamak için alışkanlıklarımıza hep birlikte bakalım.

Örgütlendiysek Artık ‘Tamam’ mıyız?
Küçük burjuva karakterli alışkanlıkların içinde bulunduğumuz toplumsal koşullar ile derin bağları vardır. Sınıflı toplumların tarihinde egemenler her daim bu düzendeki çatlakları büyütmeye girişenlere karşı amansız bir ezme politikası gütmüştür, iki saf arasındaki bu mücadele, hegemonya mücadelesi olarak kendini gösterir. Çubuğu daha yakın tarihimize bükecek olursak coğrafyamız bakımından 7 Haziran 2015’ten bugüne rejim kendini yeni bir savaş konseptiyle ve yeni bir dizilimde örgütlemektedir. Bu yeni biçimle devreye sokulan “çöktürme planı” zamanla burjuva hegemonyayı genişleterek devrimci hegemonyayı zayıflatmış olsa da egemenler bakımından istenilen sonuçlar tam olarak elde edilememiştir. Devrimcilerin iradesini kıramayan rejimin belki de en önemli kazancı, özellikle örgütlü gençliğin saflarında görülen, bir nevi sızıntı yapmış olan düzen içi alışkanlıklardır. Bu sızıntılar acilen onarılmayı gerektirir çünkü düzenin akıntısında kapılmak yalnızca örgütsüz, mücadele saflarından uzakta bir yaşam sürmek olarak görülmekte; mücadeleyle buluşmak ise tüm savrulmanın bıçak gibi kesildiği bir yaşama tekabül ettiği yanılgısı vardır, bu nedenle de bu sızıntılar en görünmez ve de bir devrimciyi yıkmada en tehlikeli yanları oluşturur. Bu alışkanlıklar mücadelenin öznelerini tabiri caizse “akıntıya kapılmış odunlar”a dönüştürmüştür. “Odun”dur çünkü esneme payı ortadan kalkmıştır, suda batmamakta ama yüzebildiği de söylenemez. Akıntı nereye isterse oraya sürüklenir. Kendi gelişimi ve kolektifin gelişiminde değiştirici olmaktan yoksun biçimde var olanı bir memurmuşçasına uygulamaya koyulmuştur. Daha net ifade etmek gerekirse kendiliğindencidir, dar ve ezbere pratiklere saplanmıştır, yaratıcılığı körelmiştir, kendini yeni bir düzeyde örgütleyemez, yeniyi yaratma heyecanı ise sönümlenmiştir. Tüm bu gerçekler kitleyle buluşma anlarında ve politika yapış tarzımıza gelindiğinde somutlaşmaktadır.

Düzenin Değirmenine Su Taşımak
Giriş kısmında belirttiğimiz gibi burjuva ideolojik hegemonya ve onun yarattığı toplumsal koşullar, politika yapış tarzına yansımıştır. Bu yansımanın altında yatan, mücadele saflarına sızmış düzen içi alışkanlıkları somutlayalım: Dar pratikçilik bu alışkanlıkların başında gelmektedir. Siyasi çalışmayı afiş-bildiri-basın açıklaması üçgenine indirgeyen bu bakış açısı, üçgenin dışına çıktığında adeta sudan çıkmış balığa dönmektedir. Elinde afiş olduğunda kendini katkı sunuyormuş gibi hissederken afişlerin bitmesiyle mesaisi bitmiş insanlar gibi davranmak, açıkça saflardaki erozyonu işaret etmektedir. Afiş-bildiri-basın açıklaması elbette ki siyasal çalışmanın kullanımda olan araçlarıdır. Ancak şu soruları sormak gerekir: Başka araçlar kullanılabilir mi? Günümüz gençlik kitlelerinin yaşadıkları çelişkileri derinleştirecek diğer kanallar nelerdir? Onları mücadelenin birer öznesi haline getirmeyi nasıl başarabiliriz? Burada sorulan sorular ve daha nicesiyle kitlelerin geri bilinciyle uzlaşan pratiklere sapmadan pekala yeni yöntemler geliştirilebilir. Kitlelerle ilişkilenişte diğer bir büyük sorun ise somut bir çalışma programı olmadığında örgütçülerin mesai dışı hissetmesidir. Birebir örgütçülüğü ve yaşamın her alanında, sahip olduğumuz devrimci özelliklerle her anımızda politik çalışmanın içerisinde olduğumuzu unutmamalıyız. Başkaca sızıntılar arasına neler yazılabilir? Saflarda erkek egemenliği, kendiliğindencilik, sekterlik, uzlaşıcılık gibi alışkanlıklarla savaşmamanın getirdiği pek çok başlığı da burada sayabiliriz. Bu kavramların politika yapış tarzımıza etkisine baktığımızda şunları görüyoruz: “Sınırlı, statükocu, kitlelerde bir eğilim örgütlemekten uzak, devrimin çözüm olduğunu kitlelere anlatamayan bir devrimcilik” en genel tabiriyle bu düzen içi alışkanlıkların bizlere çıkardığı fatura olarak görülebilir. Tüm bu alışkanlıkların arasındaki pozitif geri besleme mekanizması, burjuva hegemonyayı hem bir bir devrimcilerin kendisinde hem de ondan oluşan kolektifte besleyip geliştirmektedir.

Günümüz gençlik hareketi son sekiz yılda sürekli sertleşen koşullarının ve kitle hareketinin yükseliş anlarında kendini örgütleyememenin getirdiği özgüvensizlik ve bunun sonuçlarından biri olarak ufuk darlığı da bu alışkanlıklardan kurtulmamızı zorlaştıran etkenlerden bazılarıdır. Çat kapı gazete dağıtımlarında veya bildiri dağıtımındaki tutukluk bahsettiğimiz özgüvensizliğe günlük pratiğimizden bir örnek olabilir. Hegemonyaya karşı savaşım ve düşmana karşı tutumda en ileri pratiği gösterenler bile eğer “reddedilmek” konusunda tahammülsüzse bir süre sonra yaptığı çalışmadaki ataklığı kaybederek özgüvensizleşecektir. Yine küçük burjuva duygu ve alışkanlıklara dayanan bu tahammülsüzlük, devrimciliği sınırlar. Kitlelere gitmeden, onların vereceği kötü tepkilere karşı devrim ve sosyalizm mücadelesini savunmadan devrimci hegemonyayı nasıl büyütebiliriz ki? Ayrıca reddedilme konusundaki ön kabulü gözden geçirmemiz gerektiğini unutmayalım. Kendimizi bağrında yetiştiğimiz bu toplumdan ayrıksı mı görüyoruz? Yoksa bu coğrafyanın devrimci potansiyeline mi güvenmiyoruz? Bugüne kadar çelişkiler birçok insanı devrimcileştirdi, öyle yapmaya da devam edecek. Yeter ki bu atıllıktan kendimizi sıyıralım. Bu örnekleri çoğaltabiliriz; kariyercilik, konformizm gibi başlıkları da alışkanlıklarımızla bağı içerisinde ele alabiliriz. Bir bütün olarak tüm bu alışkanlıklar ve eğilimler politika yapış tarzını kötürümleştirerek “düzenin değirmenine su taşımak”ta, devrimci mücadelenin öznelerini akıntının düzen içi kanalında sürüklemektedir.

Akıntıya Yön Verebilmek
Tüm bu bizi zemine çakan ve hareketsizleştiren alışkanlıkları görerek kendimizi yeni bir düzeyde örgütleyerek “akıntıya karşı durmamız”, hatta suyun yönünü kendi açtığımız kanallara çevirmemiz gerektiği açıktır. Bu değişimi ve gelişimi örgütlemek için politika yapış tarzımızı değiştirmemiz gerektiğine de işaret etmiştik. Peki bu değişim için ne yapmalı? Devrim yolundaki amaç ve hedeflerimizi netleştirmek atmamız gereken ilk adım olacaktır. Amaç açıklığı bizi yöneten ilk unsur olmalıdır. Bunu yaparken dünya devrimci hareketinin tarihinden, daha özelde ise kolektif tarihimizden öğrenecek çok şeyimiz olduğu aşikar. Gerek kolektifimiz gerek dünya devrimci hareketi bu tarz dönemleri amaçlarımız çerçevesinde defalarca tersine çevirmeyi başarmıştır. Ancak bu deneyimlerden öğrenmek, o dönemlerin çözümlerini bugüne doğrudan uygulamaya çalışmak olmayacaktır. Bugünün çözümlerini ufkumuzu açık tutarak, gerçekçi bir kitle analizine dayanan somut bir siyasal çizgi ile geçmişin pratiklerinden çıkardığımız özü birleştirerek aramalıyız. Bu çizgi böylece kolektif tarihimizin çizgisi olmakla birlikte günün ihtiyaçlarına uygun araç ve biçimlerle donatılmış olacaktır. Her konuda olduğu gibi burada da bu “öz”den edineceğimiz şey elbette ki yöntemdir. Bu yöntem bize yaratıcı çözümler üretmeyi, örgütler kurup dağıtmada ve inisiyatif almada cesur olmayı, sekterliğe düşmeden devrimci çizgiyi korumayı, esnek bir politik akılla birlikte sınırsız ve adanmış devrimciliği işaret etmektedir. Bu kavramların tamamının somutlaştığı yer bizlerin yenilenme gücüdür. Çünkü en başta belirttiğimiz gibi düzen içi alışkanlıklar durağan, hareketsiz ve gerici karakterli olmaları nedeniyle diyalektiğe terstir. İşte bu yüzden diyalektiği kavradığımız ve uyguladığımız ölçüde gelişecek olan yenilenme gücü, politika yapış tarzımızı devrimin ihtiyaçlarına uygun hale getirecektir.

Alışkanlıkları kırmayı başarmak için metafizik bir güce ya da ilahi bir müdahaleye ihtiyacımız yok. Nehirlere iyi bakarak öğrenecek ama onun akışına kapılmayacağız. Kolektifin ihtiyaçlarını tespit ederek tek tek bireysel sonuçlardan ziyade kolektif sonuçlar çıkartmayı ve bu sonuçları kendimizde uygulamayı önümüze koymalıyız. Örgütle, örgütlü bir şekilde politika yapış tarzımızı değiştirmek için, kendimizde yeniyi yaratmak için barikata yüklenir gibi düzen içi alışkanlıklara yüklenelim. Yenilenme gücümüzü artırdıkça bugün var olan sorunların yanında yarın karşımıza çıkacak olan sorunlara da hazır hale gelebilir, yöntemi özümseyerek küçük büyük tüm sorunları aşarak akıntıya yön verebiliriz.