Küreselleşme, Avrupa ve Fransa’da Direniş – Ali Deniz Esen

Avrupa tarihte sınıf savaşımlarının ve kapitalizmin tarihsel yazgısının belirleyicisi olmuştur. Kapitalizm Avrupa’da filizlenmiş, serpilmiş ve küreselleşme koşullarında ABD ile birlikte tüm dünyanın üzerinde sallanan kılıcı olmuştur. Sanayi Devrimi ile İngiltere’de başlayan teknik devrim, Fransız Burjuva Devrimi siyasal iktidar savaşımları ile birleşerek kapitalizmi doğurmuştu. Kapitalizm gelişimi ile birlikte varlığından kaynaklı krizleri ile derinleşmişti. 1848 Avrupa’da proletaryanın ilk ayaklanmaları olmuş, kapitalist Avrupa devletleri bölgesel savaşlar, emperyalist dünya savaşları, iç savaşlar yaşamıştır. Hem siyasal krizler hem ekonomik krizler altüst oluşlar yaratmış, sınıf mücadelelerinin görüngüleri olmuştur. 

Her altüst oluş aynı zamanda ilerleme yaratmıştır. Sınıf savaşımları ayaklanmalardan, iç savaşlardan, bölgesel ve emperyalist savaşlardan işçi sınıfının zaferlerinden bugüne gelmiştir. İşçi sınıfı grev, örgütlenme, protesto demokratik haklar kazanarak tarihi ilerletmiştir. Paris Komünü ile ilk komün deneyimini insanlığa armağan etmiştir. Nazilere karşı verilen antifaşist mücadele ile Avrupa’nın doğusunda sosyalist devletler örneklerini yaratmıştır. Avrupa sınıf savaşımlarının merkezinde ise 1871 Burjuvazinin siyasal bir devrimle iktidarı ele geçirmesiyle Fransa olmuştur. Engels “Fransa, sınıf savaşımlarının, her seferinde, herhangi başka bir yerde olduğundan daha fazla, kesin karara kadar sürdürüldüğü ve bu bakımdan sınıf savaşımlarının içinde geçtikleri bu savaşımların sonuçlarının özetlendikleri değişken siyasal biçimlerin en belirgin sınırlarıyla belirdikleri ülkedir.” tespitini yapmıştı. 

Bugüne kadar ki sınıf savaşımlarının seyri Engels’i doğrulamıştı. Fransa tarihine hızla bir göz atacak olursak bu örnekleri fazlasıyla göreceğiz. Napolyon’un bölgesel bir savaş çıkarıp Rus steplerinde karlara gömülmesi yeniden monarşiye dönülmüş. Monarşi dönemi ise 1848 işçi direnişleri ile son bulmuştu. Ardından yeğen Bonapart’ın diktatörlüğü yine bir bölgesel nitelikli Prusya Savaşı ile son bulmuş akabininde gelişen işçi ayaklanmaları Paris Komünü’yle taçlanmıştı. Komünü askeri zorla dağıtan Versay Hükümeti’nin Cumhuriyeti 1940’ta ki Nazi işgaline kadar yaşayabilmişti. Nazi işbirlikçisi Vichy Hükümeti Sovyetler öncülüğünde süren antifaşist direniş ile son bulmuştu. Kurulan 4. Cumhuriyet ise klasik tipte sömürgeciliğin krize girmesi ve Cezayir İç Savaşı ve bağımsızlık süresince çökmüş. 68 isyanı ise hızla küreselleşmesi derinleşen emperyalizmin; küresel çapta ayaklanmalarla karşılaşacağının habercisiydi. 68 tüm dünyayı kasıp kavurdu. Emperyalist Küreselleşme koşullarında ise Avrupa’yı özel olarak Fransa’yı derinden etkileyen krizler mevcut. 

ABD ve AB merkezli dünya düzeni hızla sarsılıyor. Yeni emperyalist klikler boy göstermeye başlıyor. İşçi sınıfına karşı derinleşen sömürü koşulları ve yoksullaşma kocaman proleter orduları yaratıyor. Tüm zenginliği avuçlarına almış bir avuç burjuvaya karşı artık yaşamlarını sürdüremez hale gelen kocaman bir proletarya ordusundan söz ediyoruz. İngiltere Bretix tartışmaları gölgesinde siyasi olarak felç olmuş durumda. Avrupa Birliği’nin geleceği artık yüksek sesle tartışılıyor. İspanya’da Katalan ulusunun bağımsızlık yürüyüşü krizler yaratıyor. Neofaşizm, otoriterlik, sağ popülizm gibi başlıklarda tartışılan ise aslında Almanya başta olmak üzere tüm ülkelerde yeni bir faşizm dalgası yükselmesi olarak göze çarpıyor. Göçmen karşıtlığı biz faşist zeminin can suyu oluyor. Fransa ise SSCB’nin zayıflamasıyla birlikte çöküşünden başlayarak 90’ların başındaki neoliberal saldırganlıkla birlikte sömürü koşulları ağırlaşıyor. Soğuk savaş boyunca sosyalizm korkusuyla işçi sınıfına belli sosyal haklar tanıyan Fransız burjuvazisi neoliberal saldırganlıkla hakları tırpanlamaya girişti. Bu süreçte Fransa’da sosyalist hareketi ise ortadan kayboldu. Geleneksel işçi sınıfı partilerden PCF (Fransa Komünist Partisi) “European Left” akımıyla Avrupa’daki diğer sosyalist partiler gibi devrim çizgisinden uzaklaştı, parlamentarist çizgiye girdi. Birçok işçi sınıfı partisi rolünü kaybetti. Dönem dönem Fransa’da iktidar ortağı olan ve 2012’de cumhurbaşkanlığını kazanan Sosyalist Parti (Fransızca: Parti Socialiste) ise düzenin sol makyajlı bir partisinden öte değil. 

Fransa son dönemde burjuva yelpazenin çeşitli siyasi akımlardan iktidarlardan oluşsa da (Sarkozy – geleneksel sağ, Hollande – burjuva sol ve Macron – merkez sağ) hepsinin ortak politikası sosyal güvencelerin yok edilmesini kamu hizmetlerinin azaltılması, ücretlerin düşürülmesi gibi işçi sınıfına yönelik hak gaspları oldu. Fransa’da Şubat 2016’dan beri yaşanmaz hale gelen yaşam koşullarına karşı dönem dönem patlak veren direnişler mevcut. 14 Haziran 2016’da yaklaşık bir milyon işçi ile yapılan protestolar, 2017’nin ilk yarısında, günde ortalama 270 grevin gerçekleşmesi gibi çok sayıda anı oldu. Son patlama ise 17 Kasım 2018’de başlayan, milyonlarca işçinin dahil olduğu ve bugün de devam eden “Sarı Yelekliler” hareketiydi. “Sarı Yelekliler”, emperyalist küreselleşme aşamasında varoluşsal krize saplanmış kapitalizme karşı kendiliğinden bir halk hareketi olarak ortaya çıktı. 

Emperyalist küreselleşme koşullarında entegre ağır sanayinin ucuz iş gücü olan Uzakdoğu ülkelerine transferi ‘’proletarya zayıfladı’’ yanılgısını yaratmıştı. Proletarya hizmet sektörüne kaymış, kronik işsizlik ve esnek çalışma koşulları altında debeleniyordu. Orta sınıflar hızla erimiş ve sınıf atlama imkansız hale gelmişti. Hayatta kalmak için çalışan kocaman bir yoksulluk ordusu oluştu. Bu durum doğrudan en yaygın biçimde gençlik kitleleri üzerinde etkisini gösterdi. Yani sarı yelekliler işçilerinin en yoksul ve sendikal ya da politik olarak en az örgütlü kesimlerinden oluşan kesimlerinden oluşuyordu. Hayatı durdurma perspektifli hareket tarzı ve alışılagelmiş politik örgütlenmelerin (sendikalar ve yahut anarşist hareketler) hareket tarzından olmaması yeni bir durum olarak belirirken Macron’un hedefi bu hareketi bastırmak oldu. Sokaklar neredeyse 1 yıl boyunca her Cumartesi Sarı Yelekliler ile doldu. Çıkış taleplerinden olan akaryakıta getirilen zamların geri çekilmesi kapsan tavizler hareketi durduramaması ise esas noktanın yoksullukla birleşen dayanılmaz koşullar olduğu gerçeğini açığa çıkarıyor. 

Son 30 yıl Fransa sınıf savaşımları sermaye saldırılarına karşı hakları savunmak ya da saldırı törpüleme olarak belirdi. Sarı yelekliler ise bu saldırıyı durdurmak ile kalmayıp, sisteme yönelik sistematik öfkeye dönüşmesini “saldırı” dönemi olarak söyleyebiliriz. Şimdi gerçekleşen emeklilik reformuna karşı gerçekleşen genel grev bu “saldırı döneminin” derinleştiğini gösteriyor. Fransa’nın kritik tüm sektörleri enerji, demiryolları, havayolları grevler ile hayatı durdurdu. Paris başta olmak üzere tüm kentlerde milyonlar sokaklara çıktı. 

Aslında Fransa’dan ve Avrupa bölgesiyle doğrudan ilişkili olmayan dünyanın birçok bölgesiyle aynı anda ve benzer taleplerle ortaya çıkması küresel bir direnişin parçası sıfatını da “genel greve” yüklüyor. Gençlik sokak isyanlarının belirgin yüzü oluyor. Tüm yaratıcılıkları ve militanlıklarıyla gerçekleşen ayaklanmaların esaslı dinamiği olacağını kanıtlıyor. Hem sarı yelekliler isyanı hemde emeklilik reformuna karşı genel grev politik özne sorunu yaşaması ve geleceği yönelik alternatif programsızlığı ile soru işaretleriyle dolu olsa da ezilenlerin öfkesini gösteriyor. Sınıf bilinci yeniden şekilleniyor, sosyalizm yeniden yüksek sesle tartışılmaya başlanıyor. Bir havayolu şirketinin tanıtım bülteninde “Bırakın Paris sizi de ışıklarıyla, eğlencesiyle, sanatıyla, mimarisiyle ve elbette tadına doyulmayan Fransız yemekleriyle büyülesin.” diyordu. Şimdilerde “ışıklar kenti” Paris caddeleri barikat ateşleri, haykırılan sloganlar ve biber gazlarıyla işçi sınıfının gelecek rüyalarını büyülüyor. Yaşanmaz olan kapitalist düzenin değişeceği umuduyla büyülüyor.