IŞİD Kobanê’de Kırıldı, Saray Afrin’de Kırılacak! – Deniz Yılmaz

Politik islamcı diktatörlüğün yürütücü şefi Erdoğan ve kurmay heyeti, Afrin’i işgal planlarını her fırsatta ve hiç olmadığı kadar sert bir tonda dillendirmeye başladı. Öyle ki; Beştepe’den yükselen “vurduk vuracağız” nidalarıyla Hatay’dan Afrin’e ateşlenen topların sesi birbirine karışıyor. Olası bir operasyonun psikolojik harp komutanlığını ise havuz medyasının öncülüğünde tüm renkleriyle burjuva basın üstleniyor.

Artık Türk Devletinin bölge politikası büyük ve derinlikli analizlere konu olamayacak kadar yalın ve ortadır. Erdoğan’ın söylediği ve bir hafta mühlet verdiği gibi “Afrin ve Menbiç’i son terör unsuru etkisiz hale getirilinceye kadar teröristlerin başına yıkmak” saray cuntasının uğruna bir çok şeyi göze alabileceği yegane politik hedefidir. Yalnızca saray cuntasının yeminli yardakçıları değil  Cumhuriyetçiliği ve laikliği öne çıkaran egemen sınıf muhalefetinin bugüne kadarki temel dayanakları olan kişi ve kurumlarda Türk devletinin  stratejik işgal harekatınının başarıya ulaşabilmesi için Erdoğan iktidarının önünde/yanında/arkasında hiza almış durumdadır.

Unutulmaması gereken ezber :  Türk Devleti’nin Kürt Düşmanlığı

Her şeyin aslına rücu etmesi gibi, Türk Devleti’nin bütün politikaları da son kertede tek bir kapıya, işgalci sömürgeciliğe çıkmaktadır. Bu Türk devletinin hareket tarzına yön veren en temel düşüncedir. Saray cuntasının anlık ya da dönemsel bölge politikalarını anlamak isteyen herkesin bu ezberi aklının bir köşesine yazması zorunludur : Kürdistan’ın sömürge, Kürt ulusunun da sömürge bir ulus olarak varlığını sürdürmesi Türk devleti için her şeyden önceliklidir. Bu politik islamcı diktatörlüğün de üzerinde yükseldiği Türk devletinin kurucu harcıdır ve bu harcın çatlaması faşist sömürgeci rejimin tepetaklak edilmesi demektir. Saray cuntasının Afrin’i, Menbiç’i ve mümkünü olsa bütün Kuzey Suriye’yi işgal menziline koymasının esbabı mucibesi tam olarak budur.

Son söylenecek olanı en başta söyleyerek başlayalım. Saray Cuntası için Afrin’e yönelik olası bir işgal saldırısı aleyhine dönük uluslararası politik denkleme rağmen, imkansız değildir. Faşist diktatörlüğün içerisinde bulunduğu rejim krizi, saray cuntasını Afrin’e doğru hareket etmeye zorlamaktadır ve Türk devleti bu hususta her şeyi pazarlık konusu yapabilecek kadar çaresizdir. Bir de denklemi tersten okumak gerekiyor. Saray cuntasının gözünü diktiği Afrin, Menbiç ve bir bütün olarak Rojava ‘nın varlığı, Türk devletinin tarihsel varlık hakkını elinden almaktadır.

Elbette ki saray cuntasının Afrin’e yönelik işgal girişimleri yeni değildir. Ancak bu zamana kadar ne ABD ne de Rusya, Türkiye’ye beklediği yeşil ışığı yakmamıştır. Her ne kadar Erdoğan “gerekirse göbeğimizi kendimiz keseriz” dese de, açık olan Türkiye’nin en azından bir emperyalist merkezin onayını almadan böylesi bir harekete kalkışamayacağıdır. Bu hususta belirleyici olansa Rusyadır. Zira Fırat’ın batısında kartları karan Moskovadır.

ABD’nin mevcut konjonktürde Türk Devleti’nin, Afrin’e yönelik olası bir işgal saldırısına destek vermesi pek mümkün gözükmüyor.  Ankara ve Beyaz Saray arasındaki çelişkilerin varmış olduğu düzey bir yana, bölgede tutunmak isteyen ABD, Kuzey Suriye’nin politik ve askeri varlığına muhtaçtır. Bu anlamda Erdoğan’ın yükselen işgal salvolarına, ABD’nin resmi olmayan yanıtı,  DSG’ye bağlı 30 bin kişilik sınır gücünün Türkiye ve Irak sınıra konumlandıracak projede sorumluluk üstlenileceği olmuştur.

Rusya ise Fırat’ın Batısında daha etkili bir oyun kurucu olmanın özgüveniyle hareket ederken, tabiri uygunsa bir koltukta üç karpuz götürmeye çalışıyor. Suriye Rejimi ve ordusunun egemenlik alanlarını genişletmek, Afrin başta olmak üzere Kuzey Suriye Federasyonu ile ilişkileri belirli bir düzeyde tutarak daha fazla derinleştirmek bu hedeflerin ilk ikisidir. Sonuncusu ise ABD ile artan çelişkilerine dayanarak Türkiye’yi kendi arkasında hizalamaktır. Ancak gelişmeler gösteriyor ki, Rusya’nın kucağındaki Türk karpuzu İdlip ve Afrin dönemeçlerinde çatlamakla yüz yüzedir.       

Afrin’e İşgale Giderken Herşeyini Kaybetmek   

Politik islamcı çetelere karşı yürütülen mücadelede son adresinin İdlib olacağı geçtiğimiz Kasım ayından bu yana netleşmiş durumda. Artık taraflar İdlib’in El Nusra’dan ya da onun İdlib’teki ismiyle Heyet’ül Tahrir Şam’dan (HTŞ) temizlenmesinin ardından Suriye’de  yeni bir dönemecin başlayacağını öngörüyor ve hazırlıklarını da buna göre oluşturuyor.  

Ancak gelişmelerin doğrultusuna bakarak şimdiden bazı şeyleri söylemek mümkündür. Ve ilk söylenmesi gereken de Türk Devleti için Suriye’de denizin bitmiştir.

Hatırlamakta fayda var. Saray cuntası, Astana masasına “ılımlı muhalafetin garantörü” olarak oturdu ve politik islamcı çetelerin teslim alınmasında aracı olmayı vaaderek kapağı İdlib’e atmayı başardı. Rusya ve İran’ın, Ankara’ya verdiği onay ise bu görevin yerine getirilmesinden ibaretti.

Türk Devleti ise İdlib’te olmayı daha en başından itibaren, Afrin’i güneyden kuşatma altına almak için bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirdi. Bundandır ki İdlib’e giren Türk tankları mola bile vermeden soluğu Afrine bakan tepelerde aldılar ve ilk iş olarak Afrin’e dönük gözetleme kuleleri inşa ettiler.  Elbette ki bu tepeleri daha önce elinde tutan HTŞ’den de helallik istediler ve kendilerine dönük hiç bir askeri faaliyette bulunmayacaklarına dair bir kez daha söz vermeyi de unutmadılar.

Elbette ki bu durumun Moskova’nın ya da, Suriye’nin  gözünden kaçması mümkün değildi. Astana’da Ankara ile aynı masada oturan Rusya, “ortağı Türkiye’yi” mutabakatı ihlal gerekçesiyle suçlamakta geç kalmadı. IŞİD, El Kaide ve El Nusra’nın ılımlı muhalefete ve ateşkese dahil olmadığı saray cuntasına bir kez daha iletildi.

Sorunun katmerlisi ise eskı yılın son yeni yılınsa ilk günlerinde belirginleşmeye başladı. İlk olarak 31 Aralık’ta Hmeymim üssü vuruldu. Rus Savunma Bakanlığı’na göre saldırıda iki Rus askeri öldü. Suriye’nin resmi haber ajansı SANA da Rus kaynaklara dayanarak üssü vuran Vasilyok tipi topun Türkiye üzerinden Suriye’ye sokulduğunu iddia etti.

Ardından 5 Ocak’ta ise Hmeymim ve Tartus üsleri insansız hava araçlarının (İHA) saldırısına uğradı. Türkiye’nin denetim altında tuttuğu bölgelerden gerçekleşen saldırılar üzerine Rus Savunma Bakanlığı, Türk Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a mektup göndererek “Türkiye’nin, kontrolündeki silahlı grupların çatışmasızlık rejimine uymasını sağlamak konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini” belirtti.

Erdoğan Rejimi ise, Suriye Ordusu’nun İdlib’te ilerleyişi karşısında Rusya ve İran’a veryansın ediyor. Astana’da böyle konuşmamıştık diyerek Moskova ve Tahran büyükelçiliklerine uyarı bile gönderildi. Türk devletinin canhıraş feryadı anlaşılırdır. Suriye Ordusu ilerlediği müddetçe Türk Devleti’nin sahadaki varlık hakkı daralacak ve Afrin’e yönelik olası bir işgal saldırısı sekteye uğrayabilecektir. Ayrıca Suriye Ordusu’nun her ileri adımı saray cuntası ile HTŞ arasında kurulan mutabakatın dengelerini de sarsacaktır. Bu yüzdendir ki Erdoğan, Suriye Ordusu’nun ilerleyiş hızını alabildiğine yavaşlatmak istemektedir.

Ancak Rusya ve Türkiye arasında gün geçtikçe daha fazla belirginleşen mevcut çelişkiler, çok bilinmeyenli Ortadoğu denkleminde doğrusal bir sonuca işaret etmiyor. Bu denklemin diğer tarafında Esad Rejimi’nin olabildiğince egemen bir kuvvet olarak varlığının tahkim edİlmesi Rusya için stratejik hedeftir.

Böylesi bir konjonktürde Rusya, hem Türkiye’yi bir süre daha gönyesinde tutabilmek adına, hem de Kuzey Suriye Federasyonu’nu Esad Rejimi karşısında  güçten düşürmek ve kendisine muhtaç edebilmek amacıyla saray cuntasının olası bir işgal saldırısına bir süreliğine göz yumabilir. Üstelik Ankara bu izni koparabilmek için bir çok şeyi vermeye hazırken…

IŞİD Kobane’de Kırıldı,  AKP Afrin’de Kırılacak

“Tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder…”  Marx’ın tarihten ders almayan ahmaklar için söylediği bu söz, Erdoğan yönetimindeki Saray cuntası için tek bir farkla tereddütsüz geçerlidir. Faşist diktatörlük, Afrin’e yönelik saldırılarını ve işgal çabalarını yürütürken ahmaklıktan değil çaresizlikten muzdariptir. Türk Devleti’nin ve egemen sınıflarının bekası için Rojava ve Kuzey Suriye, sömürgeciliğin bağrına saplanmış devrimci bir hançerdir. Sömürgeci politik islamcı diktatörlüğün bu hançerle uzun süre hayatta kalabilmesi kabil değil.

Şimdilerde burjuva basının bütün sesleri, itaatkar saray kalemşörleri ve yekpare devlet erkanı Afrin için “geri sayımın” başladığından dem vuruyor.  Unutulan şu ki , Afrin’de tarihi bir direnişe hazırlanıyor, saray cuntasını Afrin zeytinliklerinde yenilgiye uğratmak için hazırlıklarını büyütüyor.

Afrin ve Rojavalı siyasi güçlerin bu konudaki açıklamaları yaşanacakların kısa bir özeti mahiyetindedir :

“Efrîn’e saldırmaları onlar açısından hiç iyi olmaz. Onlar da bunun farında. Öte taraftan Kobanê örneği var. Efrîn de hazırdır. Kürtler nerede olursa olsun kentlerine sahip çıkacaklardır. Efrîn’e saldırı bütün Kürtlere saldırı demektir. Kobanê savaşı döneminde Kuzey Kürdistan’da gençler alanlara dökülmüş ve amansız bir direniş sergilemişti. Bu, Efrîn için daha da büyür. Kürt halkı bir bütünen ayaklanır. Topyekûn bir savaşa döner”.

Elbette siyasi güçlerin yanı sıra  bir de namluların söyleyecekleri var. Onların daha çok savaşta konuşacağı doğrudur. Ve Afrin, YPG öncülüğündeki bütün askeri kuvvetleriyle böylesi bir konuşmaya hazırdır. Afrinlilerse işgal saldırılarını topyekun olarak mevzilerde yanıtlamak için eğitimlerini ve öz savunmalarını çoktan hazırlamış, dahası uzun bir süredir taburlar düzeyine çıkarmıştır.

Kobane, AKP yönetimindeki  politik islamcı çeteler için sonun başlangıcıydı. Kobane’yi düşürerek Rojava’yı yenilgiye uğratmanın hesaplarını yapan sömürgecilik, direnişin karşısında çözülerek tarihi bir yenilginin muhatabı oldu.

Kobane ise bir kırılma anıydı ve o andan zaferle çıkan devrimci güçler politik islamcı çetelerin başkentinde özgürlük bayrağını dalgalandırmayı başardıkları gibi, Türk Devleti’nin karşısında daha güçlü ve yıkılmaz bir Rojava Devrimi çıkardılar.

Afrin ise, Kobane olmayacaktır. Çünkü Kobane sömürgeci faşist diktatörlük için gerçek bir trajedi olarak yaşandı. Afrin’se saray cuntasının yenilgisini izleyeceğimiz komedinin ta kendisidir. Hatırlayalım; AKP beslemesi IŞİD çetelerinin elindeki El Bab’dan aylarca çıkamayan ve parçalanmış tank paletlerini arkasında bırakan Türk Devleti’nin, IŞİD’i başketinde yenmiş askeri bir kuvvetin karşısında tutunma şansı yoktur.

Devrim güçlerinin ve onların komutanlarının söylediği gibi:

“Savaş, Kürtler ve AKP devletinin savaşı haline gelecektir. Bu savaş, Efrîn ile sınırlı kalmayacak, her yere yayılacak. Yani ortaya çıkacak olan durum; Kürt halkı olarak bizler ile Türk devleti arasında stratejik bir savaş olacak.  Türk devleti orada kırılacaktır. Efrîn, Türk devletinin mezarı olacaktır. Nasıl ki Kobanê DAİŞ için sonun başlangıcı oldu, Efrîn de AKP rejimi için yıkımın başlangıcı haline gelecektir”