Eril Tahakküm – Ceren Çoban

“Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf savaşımlarının tarihidir.” yazar ünlü manifestoda. Özel mülkiyetin varlığıyla birlikte sınıf savaşımlarının tarihi yazılmaya başlar. Özgür-köle, usta-çırak arasında diyerek açılan bu savaşımın en eski ayağını kuşkusuz kadın-erkek arasındaki cins savaşımı oluşturur.

İnsanın evrimleşmesi ve anayanlı ilkel komünal toplumun başından itibaren üretimin esas kaynağı kadındır. Klanda yönetici olan, insanlığın yabanıl hayvanlar olmaktan çıkıp toplum halinde yaşamasını denetleyen düzenleyen pozisyonda olan, kadındır. Kadınların konumundan ötürü yalnızca avcı ve savaşçı olarak konumlanabilen erkeğin üretim aşamasına girişi belli bir evreden sonra olur. Belli bir süre sonra avcılık ve toplayıcılığın belirsizliğine karşın düzenli bir üretim modeli olarak hayvancılık ve tarım ön plana çıkmaya başlar. Öncesinde avcı pozisyonunda olan erkek cinsi tüm toplum yararına hayvancılık/ tarım işleriyle ilgilenmeye başlar. Engels kadının klanın yöneticisi/ yetiştiricisi olarak, erkeğin de avcılık-tarım-hayvancılık işleriyle ilgilenir şekilde konumlanmasını “ilk doğal iş bölümü” olarak tanımlamıştır. Düzenli bir üretim hali üretim fazlasını da beraberinde getirir. Bu iş bölümü erkeği servete yakın bir noktada tutar.  “İlk doğal iş bölümü” sonrasında toplumun iki sınıfını sömürenler ve sömürülenleri doğurur. Anayanlı ilkel komünal toplumdan kapitalist erkek egemen sisteme geçiş evresi meselenin yalnızca biyolojik olmadığını da açıklamaktadır. Kadınlık da erkeklik de tarihsel, kültürel ve toplumsal bir yapıdır.  Toplumun yaşam biçimini belirleyen temel etmen üretim ve yeniden üretim biçimleridir. Kapitalist düzende aile gerek ekonomik-iktisadi gerek siyasi düzenin bir parçası, ideolojik aygıtı olarak toplumsal düzenin temelidir. Bireyin toplumsal cinsiyet rolleriyle ilk karşılaştığı, öğrenip şekillendiği yerdir. Kapitalist erkek egemen düzen, ataerkil düzenin doğuşu da aile kavramıyla özdeştir.

Ataerki kavramı, anayanlı toplumdan kopuştan itibaren tarih yazımlarının ilk cümlesinden itibaren karşımıza çıkar. Latince pater (baba) ve archie(yönetim) kelimelerinden oluşan patriarchy “ataerki” demektir. Birleşen kelimelerden de anlaşıldığı üzere kabaca babanın egemenliğidir. Elbette ki hiçbir kelime kaba kodlamalarla tariflenemez. Scott’un da ifade ettiği gibi “Kelimeler de -tıpkı belirtmeleri amaçlanan fikir ve nesneler gibi- bir tarihe sahiptirler.” Ataerki, kadının hak ve fiil ehliyeti bulunmayan bir toplumda Roma’da şekillenen bir kelimedir. Erk; köleci toplumda babada, feodal toplumda krallarda- derebeylerinde somutlanmaktadır. Cinsler arası çelişkilerin derinleşmesiyle birlikte kavram bir bütün olarak erkek egemenliğini tarifler.  

Erkeklikten, ataerkiden beslenen eril tahakküm tarih anlatımlarında ebedileştirilmeye çalışılmaktadır. Bourdieu “Paradoksal itaatin mükemmel bir örneği olan eril tahakküm” olarak bahsederken bu kadar kokuşmuşluğuna, sakatlığına rağmen halen işliyor oluşuna hayretini yansıtır. Gelinen noktada erkek egemen kapitalist düzen varolan krizlerini aşamamaktadır. Emperyalist küreselleşme Türkiye’de OHAL uygulamalarıyla, tecavüzü meşrulaştırmaya çalışarak, mecliste kadın iradesine saldırarak yansıtıyor; ABD’de kürtaj yasaklamalarıyla, ırkçı uygulamalarıyla bu krizin içinde boğulduğunu gösteriyor. “Erkeklik, diğer erkeklerin önünde ve onlar için, kadınlığa karşıt olarak ve her şeyden önce kişinin kendi içindeki bir tür dişil korkusu içinde inşa edilmiştir.” der Bourdieu. Dişil korkusu- nefreti üzerine inşa edilen eril tahakkümü tarihsel olarak ele alıp iyi irdelemek bize eril tahakkümü nasıl ortadan kaldıracağımızı da göstermektedir.