İsyanla, Direnişle Kadın Devrimine!

Dünyada kadınlar özgürlüğü için erkek egemen faşist rejimlere karşı isyanıyla, sloganlarıyla sokaklara akıyor. İran’da molla rejimini sarsan kadın isyanı bir halk ayaklanmasının öncüsü oldu. İran’daki direnişi enternasyonal kadın dayanışması ile büyüten kadınlar her yerde Jina’nın adını haykırdı, eylemler gerçekleştirdi ve Rojhilat’taki ayaklanmadan umut aldı. Türkiye ve Kürdistan’da yapılan tüm kadın eylemlerinin birer parçası olan İranlı kadınlar burada da sınır dışı edilmeyi göze alarak 25 Kasım’da sokaklara çıktı.

Türkiye ve Kürdistan’da 25 Kasım erkek egemen faşist devlet terörüyle yoğun abluka, yasak ve engellemeler ile geçti. Taksim’den Amed’e, Ankara’ya Türkiye ve Kürdistan’ın her kentinde, sokağında kadınlar bu faşist devlet terörünü, engellemeleri ve yasakları tanımadı. Meydanların, sokakların kadınlara kapatılamayacağını, yasaklanamayacağını ve bu yaratılan korku atmosferine itaat etmeyeceğini söyleyen kadınlar militanca barikat başlarında direndi. Kadınlar bu 25 Kasım’da da erkek devlet şiddetine ve yasaklara rağmen özgürlüğün, isyanın sloganlarını atmaktan ve sokaklarda olmaktan vazgeçmedi. Kadın hareketinin tüm yasak ve engellemelere karşı militan, direngen sınır tanımayan çıkışlarını gören devlet Ankara’da Kürtçe döviz taşıdığı gerekçesiyle gözaltına aldığı kadınları yedi gün Ankara Emniyeti’nde tuttu. TJA’ya yönelik saldırılarda 50 kadın hakkında gözaltı kararı çıkarılırken 8’i tutuklandı. Eylemlerde gözaltına alınan, tutuklanan kadınlara yönelik artan erkek devlet şiddeti kendisini gözaltılarda ve hapishanelerde çıplak arama işkenceleri, psikolojik ve fiziksel şiddet olarak karşımıza çıkarıyor. Faşist devlet terörü ve saldırganlıkları altında geçen bir dönemin öznesi ve yürütücüsü olan kadın hareketi; işgalci savaşa, yoksulluğa, kadın düşmanlığına, emek sömürüsüne ve geleceksizliğe karşı kendisini sokakta var etmekten, sözünü söylemekten sakınmadı.

Erkek egemenliği; kadınların hayatlarını, yaşam tarzını, bedenini, cinselliğini ve kararlarını denetlemek istiyor. Yaratmak istediği itaat eden, sorgulamayan “makbul kadın” kalıplarına sığmayan, reddeden ve özgürlük için mücadele eden kadınlara ise saldırıyor. Bu saldırılar karşısında kadınların erkek egemen sisteme karşı verdiği özgürlük mücadelesi ve dalga dalga dünyaya yayılan kadın isyanları, erkek devleti sarsıyor, korku veriyor.

Ekonomik kriz ezilenler cephesinde daha da derinleşirken açlık, yoksulluk, işsizlik ve geleceksizlik artıyor. Kötü yaşam koşulları, geçinememe emekçi halk kitlelerinin en temel sorunları haline gelmiş durumda. Yoksulluğu en çok hisseden kadınlar sömürü merkezleri olan evlerde şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalıyor. Geçimini sağlayamayan binlerce genç kadın öğrenci üniversitesini dondurarak, şiddet sarmalına, aile evlerine geri dönmek zorunda kalıyor. Krizin faturasını ezilenlere kesmek isteyen faşist iktidarın saldırıları, yasak ve engellemeleri de artıyor. Yaratılan bu sisteme karşı tek çare örgütlü mücadeleyi yükseltmektir.

Kadınlar Kampüsleri Terk Etmeyecek
Üniversitelerde tacizci, cinsiyetçi akademisyenler ve kayyum rektörler kadın düşmanlığını tırmandırıyor. Faşist çetelerin kampüslerde genç kadın öğrencilere tecavüz tehditlerinde bulunması erkek devletin cezasızlık politikalarından aldığı güçle gerçekleşiyor. Üniversitelerde buna karşı etkin bir genç kadın mücadelesinden tam anlamıyla bahsedemeyiz. Kendini takvimsel günlerde söz söylemekle sınırlandıran, genç kadınların temel gündemleri ekseninde politika üretmek yerine daha genel gündemleri merkezine alan bir genç kadın hareketinden bahsedebiliriz. Bizler ise bunun değişmesini sağlamayı önümüze hedef almalıyız. Üniversiteli genç kadınların sorunlarını, taleplerini tespit etmeli ve bu çerçevede genç kadınlara özgün politikalar üretmeliyiz. Üniversitelerdeki kadınlarla anketler yapmalı, ajitasyon propaganda çalışmaları ile örgütlenme çağrısını büyütmeliyiz. Üniversitelerde CİTÖK’lerin kurulmasını, kadın dayanışmaları ve kulüplerinin işletilmesini sağlamalıyız. Bugün faşizmin genelgelerle yasaklamaya çalıştığı genç kadın mücadelesini kampüslerde var etmeliyiz.

Liselerde Kadın Özgürlük İsyanını Büyütelim
Liseli kadınlar, eğitim hayatı boyunca cinsiyetçi eğitim sistemine ve idarelerin cinsiyetçi politikalarına maruz kalıyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin eğitim müfredatı ile dayatıldığı okullarda liseli kadınların gördüğü tacizi, erkek şiddetini ve psikolojik şiddeti anlatabileceği hiçbir mekanizma yok, var olan rehberlik servisleri de erkek egemenliğine hizmet ediyor. Durum böyleyken liseli genç kadınların örgütlenmesi, mücadele etmesi ve yaşanılanlara ses çıkarması görevlerimizin başında olmalıdır. Liselerde kadın topluluklarının, dayanışmalarının kurulmasını sağlamalı ve bu toplulukların düzenli işlemesini, meclislerini ve toplantılarını almalarını sağlamalıyız. Bu topluluk ve dayanışmalar, çeşitli eğitim ve atölyelerin yapılacağı, okuma listeleriyle genç kadınların cins bilincini ileri düzeye taşıyabileceğimiz mekanizmalar olmalıdır. Lise önlerinde ajitasyon propaganda çalışmaları ile liseli kadınları, kadın özgürlük mücadelesinin saflarına kazandırmalıyız. Liseli kadınların bu kadar politikleştiği bir dönemde lise çalışması bizim için daha özgün bir yerde durmalıdır.

Geleceksizliğin, erkek şiddetinin, kadın cinayetlerinin arttığı ve nefret suçlarının işlendiği, aile yürüyüşleri adı altında kadınların ve LGBTİ+’ların her gün hedefleştirildiği bir dönemden geçiyoruz. Politik islamcı faşist rejimin kadın düşmanı politikalarının başını ise aileyi güçlendirme çalışmaları çekiyor. Her gün artan kadın cinayetleri, taciz, tecavüz, cinsiyetçi eğitim, erkek devlet şiddeti, barınma sorunu, geleceksizlik, ekonomik kriz kadınların sorunları iken, özgürlük ve yaşamak da en temel talepleri. Bizlere burada düşen görev ise 8 Mart, 25 Kasım gibi takvimsel günlerin dışında da kadınların sorunları ve talepleri ile ilişki kurmalı ve genç kadınları bu sorunlar karşısında saflaştırmaktır.

İşgale İsyanı Yükselt!
Kürdistan’a yönelik işgal saldırılarında aldığı büyük yenilgiyle kimyasal silaha başvuran ve saldırı boyutunu savaş suçlarıyla beraber büyütmek isteyen sömürgeci faşist Türk devletinin Kobanê başta olmak üzere Kürdistan’da sürdürdüğü işgal saldırıları rejimin sıkışmışlığının göstergesidir. Taksim’de kontrgerilla eliyle devlet tarafından tertiplenen katliam, sömürgeci işgal saldırı konseptinin bir parçasıdır. Katliam anında savaş suçlusu Süleyman Soylu tarafından Kobanê’ye tehditler savrulması ve katliamın hemen ardından Rojava ve Kürdistan’ın kentlerinin bombalanması bunun en açık örneğidir. Suikast sonucu Kürt siyasetçi Nagehan Akarsel’in katledilmesiyle, Kürt kadın hareketine yönelik operasyon saldırılarıyla devletin Kürdistan’da kadınlar üzerinde özel bir savaş politikası izlediğini söylemek gerekiyor. Daha özelde genç kadınlara yönelik yürütülen bu özel savaş politikasının; uzman çavuşlar, korucular ve askerler tarafından tecavüz, taciz ve kaybetme yöntemleriyle gerçekleştirildiğini görüyoruz. İpek Er’e tecavüz eden ve intihara sürükleyen Musa Orhan’ın erkek yargı tarafından korunması, tecavüzcü Ömer Ayas, Talip Korcan gibi uzman çavuşların aklanması, Gülistan’ı kaybeden polis çocuğu olan Zaynal’ın aklanması Kürdistan’da kadınlara yönelik yürütülen özel savaş politikasının bir sonucudur. Bu durum karşısında Kürdistan’da erkek devletin sömürgeci savaş politikalarına karşı çıkmalı, teşhir etmeli ve mücadele yürütmeliyiz. Kadınlara yönelik bu özel savaş konsepti karşısında tüm kadın hareketini devrimci bir tutum sergilemeye çağırmalı, söz ve eylem pratiğini örgütlemeliyiz.

Hapishanelerden Yükselen Kadın Direnişi
Erkek devlet şiddetinin, saldırılarının en çok arttığı yerler de hapishaneler oluyor. Devrimci-yurtsever kadın tutsaklara yönelik çıplak arama işkencesi, sürgün sevkler, keyfi aramalar, koğuş baskınları, işkence, taciz ve infaz yakmalar gibi saldırılar artırılarak ağır tecrit koşulları uygulanıyor. Tutsak kadınlar bu saldırılar karşısında direnişlerini de sürdürmeye devam ediyor. Burada bize düşen devrimci kadınların, hasta tutsakların mücadelesini alanlara taşımak. Erkek devlet şiddetine, saldırılarına karşı nerede olursak olalım siyasi tutsaklarla dayanışma içerisinde olduğumuzu, yalnız olmadıklarını gösteren ajitasyon, kart atma etkinlikleri, basın açıklamaları gibi pratikler sergilemeliyiz. Hücrelerdeki, koğuşlardaki atılan sloganları dünyaya haykırmalı, siyasi tutsakların sokaktaki sesleri olmalıyız.

Büyüyen bir öfkeyi faşist saldırılar ve katliamlarla dizginlemek, tüm toplumsal kesimleri kendi istediği hizaya çekmek isteyen faşist rejimin bir sıkışıklıkta olduğunu görmek mümkün. Faşist baskı ve yasaklarla, katliamlarla dizginlemek istenilen bu öfke ve isyanı sokaklara taşımalı, kadın devriminin genç kadın kadrolarını yaratarak genç kadınları devrim programımız etrafında örgütlemeliyiz. Yeni yılın, kadın özgürlük mücadelemizin kadın devrimi ile buluşmasını sağlayacak niteliklerini ortaya çıkaracağımız bir kavga yılı olması bilinciyle hareket etmeli, mücadeleyi yükseltmeliyiz.