Dayanışmadan Yeni Yaşamı Kurmaya – Senem Pektaş

Antakya ile tarihin en acı günlerinden geçerken buluştuk, çadır sağlamak için değil yardım merkezlerine kayyum atamak için, arama kurtarma yapmak için değil işkence ile sokaklarda halkımızı sindirmek için konumlanan bir katil devlet gerçekliği karşısında devrimciler olarak katliama, yıkıma, talana hayatımızı ellerimize alıp dayanışmayı örmek için attığımız mütevazı adımlardan biri ile Kadından Kadına Dayanışmamız ile geldik Karyer Mahallesi’ne. Her kriz ve afet anında olduğu gibi bir yandan ailenin yükünü sırtlanıp bir yandan yaşama tutunmaya çalışan kadınlarla buluşmak, görünmez kılınmaya çalışılan ihtiyaçları hafifletmek ve her şeyin ötesinde bu kentin bir daha asla eskisi gibi olmayacağının çünkü kadınların burada, ayakta olduğunu söylemek için geldiğimiz mahallemizde her sohbetten çıkacak bir ders, her ziyaretten doğrulan bir öfke olsa da bir kısmını paylaşma gayretinde bulunacağız.

Depremin üzerinden neredeyse bir ay geçmiş olması ve bu süre boyunca halkımızın girdiği seferberlik ile pek çok erzak ve imkan toplanmasıyla gıda sorunu önemli ölçüde çözülmüş durumda. Ama biliyoruz ki bu gıda ve erzak yardımı herkesin elinde olan iki tanenin birini kolileyip deprem bölgesine göndermesi ile oluştu. Depremin tüm ülkenin tek gündemi oluşu, sürekli tekrarlanan dayanışma çağrıları ve nihayetinde herkese tesir eden halkın yardımına koşma isteğinin sonucu olarak bu dayanışma çok kıymetli olsa da bulunduğumuz ekonomik krizi de hesaba katacak olursak, hali hazırda yavaşlayan bu akışın duracağı açık. Çağrılar ile pek çok ihtiyaç çözülebiliyor ama yarını belirsiz bir yaşamda tek seferlik çözümlerin ötesine geçmek zorundayız. Bu yüzden de evet halkımızın yaralarını sarmanın her anının emekçiliğini yapmalı, bir bardak su dahi olsa elimizde bir çocuğa içirmek için koşmalıyız ama sınırsız imkan ve olanağı halktan sakınan devlete basınç yaratmak döndüğümüzde ilk işimiz olmalı. Su çağrıları yapılıyor, su bulunuyor, bu sefer sabun ihtiyacı oluyor, bitiyor, gıda toplanıyor, tükeniyor… Bu sarmaldan çıkmak için tırları dolduran ellerimiz Antakya’nın taleplerini siyasi teşhir ile buluşturarak devleti imkan sağlamaya mecbur bırakmayı halkımıza borç bilmeli.

Pek çok kez gözden kaçırılan fakat hâlâ bir çözüm arayışına bile girilmemiş olan bir diğer sorun ise eğitim. Hem depremden etkilenen on binlerce çocuğun tekrar arkadaşları ile yan yana gelmesi ve oldukça kısıtlı alanın olduğu çadırlar- seralar dışında zaman geçirebilmesi için hem de kadınların üzerine çift kat binmiş çocuk bakım yükünün azaltılması için mahalle mahalle eğitim merkezleri yaratmak büyük bir ihtiyaç. Çocuklar tekrar deprem olur korkusu ile annelerinin yanından asla ayrılmıyor, yaptıkları her şeyde çekingenlik var, bu nedenle özellikle çok çocuklu ailelerde kadınlar tam bir çembere alınmış. Mahallede AFAD kontrolündeki çadırkent dışında eğitime ulaşılabilen hiçbir yer yok. Sürekli olarak askerler tarafından tutulduğu için ise çocuklar buraya gitmekten çekiniyor, çadırkentin tam içinde olduğu için de kalabalıktan kaynaklı hijyen sorunu çok fazla. ‘Bitleneceğine en azından burada otursun’ diyerek bu kısıtlı okula bile çocuğunu göndermekten çekiniyor aileler. Kentin yeniden kurulmasında çocuklar hayati yer tutuyor, çocukların da depremin yarattığı korku ve sinmişlikten bir nebze de olsa kurtulabilmesi için bu eğitim olanaklarını ‘olmayan devlete’ alternatif olarak yaratmamız gerekiyor.

Antakya halkının kendi topraklarını terk etmeme inadı ve kente bağlılığı çok güçlü. Yıllardır burayı yuva etme ve onca zulme karşı bir arada olmanın mekanı eyleme deneyimi ile ‘Terk etmeyeceğiz’ herkesin dilinde. Çeşitli zorunluluklarla akrabalarının yanlarına, çevre kentlere gitmiş olanlar da ilk iş geri dönmeye başlamış. Köylere ve merkez dışındaki mahallelere şu an akış güçlü. Burada olmayanların dilinde de gelecekleri günün planları var. Küçük bir çocuk da olsa yaşlı bir teyze de fark etmez, ‘Başka yerde yapamam’ deniyor. Her sohbetimizi mutlaka ‘Gerek kalmayacak, burada olacağız zaten’ diyerek karşılıklı birer tebessüm ile bitiriyoruz. Tarih boyunca onlarca kez yıkılmış, bu kadar güzel olmuş yine yeniden, şimdi neden olmasın fikri ve yaşamı yeni baştan kurma isteği direkt çalışmaya da yansıyor. Antakya halkı yalnızca deprem mağduru değil, aynı zamanda bu kentin yeniden kurucusu. Bunu görmezsek, kendimizi yalnızca mağdur olandan kurarsak yeniyi kurma iddiasında olamayız. Tam da bundan dolayı ‘Yeniden kurarız bu kenti’ sözümüzü deprem bölgesinde yaptığımız en ufak bir yemek dağıtımından, doktor tedavisinden, saç kesiminden ayrı düşünmememiz gerekiyor. Yeniden kurmak sonraya ertelenecek, ihtiyaçlar bir gün tamamlandığında yapılacak geleceğe dair belirsiz bir düşünce değil. Şu an mahallede attığımız her adımda kendini var ediyor, örgütlüyor. Mahalleli halk dayanışma komitesinde çalışıyor, dağıtımlara dair tartışmalar yürütüyor, çevre köylere erzak ulaştırıyor. Kadınlar yalnızca hijyen malzemelerinin dağıtımı için Kadın Çadırı’na uğramıyor, forumlarda buluşarak depremin kadının yükünü nasıl artırdığına dair paylaşımlarda bulunuyor, sorunlarını listeliyor, dayanışma ağları kuruyor, komşusunun akrabasının kolundan tutup 8 Mart eylemine getiriyor. Özetle; acımız ve yasımız büyük ama yeniyi bugünden kurmamız gerek, buna gücümüz var.