AKP ve Cinsel Politika – Deniz Gök

Cinsel politika toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyet  ve cinsellik ekseninde iktidar ilişkilerini,cinsiyetler arasında gücün nasıl paylaşıldığını, eşitsizliğin nasıl üretildiğini ve sürdürüldüğünü, bu eşitsiz taraflar arasında çarpışan fikir ve eylemleri tanımlamak adına kullanılan bir kavram olarak açıklanabilir. Kavram ikinci dalga feminist hareketin önemli isimlerinden Kate Millett’ın aynı isimli kitabıyla literatürde daha kapsamlı tartışılmaya başlanmıştır. Bu kitapta Millett edebi eserler, ev, aile ve romantik ilişkiler gibi görünürde a-politik olan alanlardaki güç ilişkileri ve bu alanlarda erkek egemenliğinin aslında nasıl politik olarak kurumlaştığı üzerinden bir analiz yapmıştır. Cinsel politika yoluyla cinsiyet basit bir biyolojik olgu olmaktan çıkarılarak iktidar ilişkilerinde bir grubun diğer grup üzerinde ayrıcalık sağladığı bir sisteme dönüştürülür. Kısacası cinsiyetler arası iktidar paylaşımındaki eşitsizliğin ve bu eşitsizliğin sürmesini sağlayan dinamiklerin, ilkelerin ilişkisi olarak açıklanabilir.

Erkek egemenliğinin kendi sürdürülebilirliğini sağlamak adına izlediği cinsel politikayı anlamak, çözümlemek ve kadın yanlı bir cinsel politika üretmek kadın özgürleşmesi için elzemdir. Kadın cinsinin tahakküm altında tutulması tek başına kadınların tutsaklığı anlamına gelmemektedir. Erkek cinsinin, sınıfsal konumundan, toplumun hangi katmanından olduğundan bağımsız kadının tahakküm altında tutulmasından sağladığı çıkarlar vardır. Kadın gerek ücretli iş gücünde katıldığında, gerekse ev içi emeğiyle sömürülür ve bu her iki durumda da en nihayetinde erkek egemen sistemin güçlenmesi ve sürdürülmesi sağlanır. Kadın bedeninin ve emeğinin bu biçimde tahakküm altında tutulması aynı zamanda kapitalist sistemi besleyen önemli bir noktadır, zira sermaye birikimine katkı sağlar. Kadının ücretsiz ev içi emeği, gerekli iş gücünün üretiminde ve yeniden üretiminde ev işlerinin kamusal olması durumunda olacağından çok daha karlı bir biçimde kapitalist sistemi besler. Kadın aynı zamanda erkeğin sistem içinde, kamusal alanın yarattığı stresle başa çıkma yolu olarak özel alanda kadın bedeninin sömürüsü ile yaratılmış bir sığınak görevi görmesi ve erkeklere yabancılaşma denizinde güvenli bir ‘ada’ sağlaması misyonuyla eve kapatılır, köleleştirilir, bedeni, emeği ve cinselliği üzerinde tahakküm kurulur. Cinsel politikanın tek işlevi kadınların cinselliği ve emeği üzerinde tahakküm kurmak değildir. Çünkü bunun doğrudan sonuçlarını kadınlar deneyimleşse  dahi, bir bütünüyle sosyal ve ekonomik hiyerarşinin, iktidar mücadelesinin yaşamın her alanında nüfuz ettiği bir sistemin oluşumunu sağlar. Haliyle cinsel politika sadece kadınların ve ezilen cinslerin erkekler tarafından sömürülmesine katkı sağlaması bakımından değil toplumdaki diğer eşitsizliklerin üretiminde de önemli bir yerde durmaktadır. Erkek egemenliği bir kurum olarak tarihsel  anlamda değişim gösterse de genel olarak toplumdaki diğer eşitsizliklerin sınıfsal, zümresel ve başkaca katmanlaşmaların içine nüfuz etmiş ve bunların bir bileşeni olmuştur. Örnek vermek gerekirse milliyetçilik, ırkçılık ve sömürgeciliği erkek egemenliğinden ayrı düşünemeyiz. Fethedilmeye çalışılan topraklar kadın bedeni ile özdeşleştirilerek bütün bu süreç içinde erkek egemenliği daha güçlü üretilir. Kapitalizm kendini ataerki üzerinden güçlendirir, milliyetçi ve ırkçı söylemler kadın ve ezilen cinslere karşı bir düşmanlık ve erkekliği yücelten bir anlayışla kol kola gider.

Biraz güncel cinsel politika örneklerine bakarsak, AKP iktidarının kadınları bir direniş öznesi olarak tanıdığını ve kendine tehdit olarak gördüğü bu kesimi bertaraf edebilmek adına belli politikalar izlediği açıkça görülebilir. Daha fazla hak talep etmelerine karşı tahammülsüzlüğü yanı sıra, kazanılmış alanlara saldırarak kadınların kamusal alanda var olabilecekleri, nefes alabilecekleri her türlü alanı boğarak yeniden eve kapatmaya çalışmaktadır. Ancak kendi makbul profiliyle örtüştüğü ölçüde evden çıkabilecekleri alanlara izin vermekte ve yine kendi makbul profilini yaratmak için bu alanları bizzat örgütlemektedir. Yaratmak istediği kadın profili geleneksel rollerini kabullenen, aile içinde ve toplumda bu geleneksel rollerle yetinen ve erkeğin yanında kendi yerini bilen ve daha fazlasını talep etmeyen bir profildir. Siyasal İslamın gölgesinde oluşturmaya çalıştığı yeni devlet ideolojisi ile örtüşen, erkek için ve devlet için çocuk doğuran, büyüten, emeğini ve bedenini bunların hizmetine sunan kadın profilini yaratmak için sahip olduğu tüm imkanları kullanmaktadır. Meclisten geçirmeye çalıştığı cinsel istismarı meşrulaştıran yasa tasarıları olsun, kadın ve erkeğin fıtratının farklı olduğu ve eşitsizliğin doğal olduğu yönündeki söylemlerde bulunan Diyanete nikah yetkisi verilmesi olsun, kendi bedeni ilgili karar hakkını elinden almaya yönelik kürtaj karşıtı söylemler ve yasaklama girişimlerinde bulunmakta, hukuk sistemini kadının kazanılmış haklarını tehlikeye atacak biçimde değiştirilmesi yönünde adımlar atmaktadır. Siyasilerin ‘ En az üç çocuk yapın.’ gibi söylemleri, kadınların toplum içinde nasıl davranacağına dair ifadeler günlük siyasetin doğal bir parçası haline getirilmekte, cinsel suçlarda cezasızlık, ödül gibi cezalar, ‘iyi hal’ indirimleri kanıksanmış bir pratik olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınların nerede nasıl davranacaklarına, nasıl giyineceklerine, nasıl güleceklerine dair kurulan cümleler kendi erkek egemen zihniyetlerinin kazara yansıması değil sadece, bunun sürdürülmesi için bilinçli olarak geliştirilmektedir. Medya, diziler ve televizyon programları yoluyla yaratmak istediği kadın profili sunulmakta, kadına karşı şiddet meşrulaştırılmaktadır. Eğitim sistemini yeni baştan cinsiyetçi bir yaklaşımla kurgulayarak ‘milli ve dini değerlere uygun’ aile yapısına kolayca eklemleyebileceği yeni kuşaklar şekillendirmeye çalışıyor.Sonuçları da son yıllarda taciz,tecavüz ve kadın cinayetleri oranlarındaki büyük artışlar olarak görülüyor.Bütün bunlar mevcut iktidarın kendi temellerini erkek egemenliği üzerinden yükseltmek,güçlendirmek ve sürdürmek için izlediği cinsel politikaların birer parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mevcut iktidarın, dünyanın her yerinde iktidarların, ve bir bütün olarak erkek egemen sistemin sahip olduğu olanaklar ve güç ile izlediği bu cinsel politika, karamsar bir tablo sunuyor gibi görünse de, kadınlar kazanımlarından kolay kolay vazgeçmeyecektir. Kadınlara yönelik daha saldırgan bir politika izlenmesinin altında kuşkusuz artık kendi iktidarını tanımayan, erkeğe tabii olmayı reddeden kadını kontrol altında tutmak için çırpınan erkek egemenliğinin kendini kurtarma çabaları yatmaktadır. Yüzyıllardır sahip olduğu güç ellerinden kayıp giderken tutunmak için saldırganlaşan bir sistem vardır. Kadınlar bu güç ilişkisinin ezilen bir tarafı olarak kendileri üzerindeki kurumsallaşan bu baskıya karşı ürettikleri cinsel politikaların etkinliği oranında bu baskıyı bertaraf edebilir. Devrimci-demokrat ve bütün toplumsal hareketler de erkek egemenliğinin toplumsal ve politik kurumlar üzerindeki etkisine gereken önemi atfetmediği takdirde hiçbir radikal toplumsal değişim mümkün olmayacaktır.