Kudüs Bumerangı – Hazar Özsoy

Kapitalizm her dönem daha derin krizler yaşıyor. Bu dönemlerde  küresel sermaye  var olan dünya pazarlarını korumaya çalışsa da yeni pazarlar üretmekten de kaçınamaz. İşte tam bu noktada Orta Doğu bulunmaz bir nimet görevi görmektedir. Suriye’de yaşanan savaş son demlerine varırken aniden patlayan Kudüs açıklaması şüphesiz tesadüf değildir. Çünkü Orta Doğu yalnızca Suriye’den ibaret değil.

Küresel sermaye Suriye’ye son şeklini vermeye çabalarken, bir yandan Orta Doğu’nun diğer dengelerini de değiştirmek durumunda. ABD,  küresel sermayenin en büyük temsilcisi ve Orta Doğu’yu yeniden dizayn etmenin en güçlü mimarlarından. O zaman ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının altında bu dengeleri sarsmanın olduğu ortada.

Peki ABD neyi hedefliyor ?

Birinci olarak Amerika’daki seçimlerin hileli olduğu ve aynı zamanda Rusya’nın seçimlere müdahale ettiği iddiaları yoğunca gündemi meşgul etmekte. Bu sıkışmışlıktan kurtulmak önemli. Ayrıca Trump’ın seçim döneminde arkasına aldığı Yahudi lobisinin çıkarları ve istekleri de büyük önem taşımakta. Hem dünya gündemini ve iç gündemi değiştirmek hem de ABD’nin sırtını yasladığı sermayeyi mutsuz etmemek gerekiyor.

İkinci önemli husus ise Orta Doğu’da yeniden dizayn işlemi. İsrail için Filistin sorunu bir varoluş sorunu durumunda. Orta Doğu’daki paylaşıma bu sorunu çözmeden tam anlamıyla dahil olması da zor. ABD Orta Doğu’daki yegane müttefiki İsrail’in manevra alanını genişletmek amacıyla yardıma soyunmuş durumda. ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesiyle birlikte İsrail’in Filistin üzerindeki baskısı ve şiddeti arttı ve artarak devam edecek.  İsrail yıllardır yaptığı bu zulmü bir meşruluğa dayandırma fırsatı yakaladı ve bunu kullanmaktan geri adım atmayacağı da görülüyor.

Üçüncü olarak ise Filistin’in manevra alanını daraltmak. Filistin’in şu şartlarda İsrail ile bir savaşa girip kazanması muhtemel gözükmüyor. Öte yandan Türkiye’nin başını çektiği İslam Birliği Teşkilatı’nın misillemeyle Kudüs’ü Filistin’in başkenti görmesi de Filistin’i kurtaracak güçte değil. Bu nedenle zaten İsrail’in hegemonyası altında zulüm yaşayan Filistin’in manevra alanı kalmamış oluyor.  Mevcut işgal koşullarının daha da hissedildiği, zorbalığın daha arttığı bir süreç hazırlanıyor. Böylelikle İsrail’in yıllardır planlamış olduğu Beka sorunu Filistin ile savaş stratejisiyle sonuçlandırılmaya çalışılacak.

Görünen o ki Filistin halkının sırtını dayayabileceği bir dayanak şu an yok.  Hele ki kendi içindeki Kürt sorununu savaş politikalarıyla çözmeye çalışan bir TC  devletinin ve Erdoğan’ın çözüme soyunması çok da manidar. Bir yandan ABD ve İsrail ile ortak bir ticaret anlaşması yapılırken diğer yandan mahalle kabadayısı edasıyla yaptığı açıklamaların hiçbir karşılığı olmuyor. Çünkü bu koşullarda en mutlu Tayyip Erdoğan görünüyor. Bir yandan Zarrab davası öte yandan Man adaları belgeleriyle çuvallayan Erdoğan Filistin meselesiyle kahramanlığa soyunarak bu durumu unutturmaya çalışıyor. Ne kadar başarılı olur bilinmez ama olan Filistin halkına oluyor.

Kim ne derse desin ne söylerse söylesin Filistin halkı kendi iradesini belirlemekte özgürdür ve özgür olacaktır. Dünyanın herhangi bir yerinde zulüm varsa elbette  buna karşı direnenler de her zaman olmuştur ve olacaktır. Şüphesiz ki yaşanan süreci tersine çevirebilecek, emperyalist kuvvetlerin arasındaki çelişkileri dahi derinleştirecek olan Filistin halkının öz gücü ve direnişi olacaktır.