Halklar Sistemlerin Çöküşünü İstiyor! – Yaren Tuncer

17 Kasım’da başlayan Sarı Yelekliler eylemlerinin ısrarı ve istikrarının ardından Fransa hükümet sözcüsü Griveaux; yaptığı açıklamada, hükümetin varlık vergisi uygulamasını tekrar gözden geçirebileceği belirtti. Fransa’da 68’e doğru bir yolculuk yaparsak eğer, o yıllarda grev hareketlerinin yatıştırılmasında önemli bir etken olan şaşırtıcı derecede büyük tavizler görürüz. Ancak bugün Macron bu tavizleri neden veremiyor? Macron neden en başından beri kararnameler ile yönetme ve geri adım atmama politikası izliyor ya da izlemek zorunda? Bu sorulara verilecek cevapların sarı yeleklilerin sokağa çıkma sebepleri ile aynı doğrultuda.


Artık devletlerin baskı politikalarında herhangi bir esneme koşulu kalmamıştır. Neresinden tutarsanız tutun parçalanan sistemin artık hiç dokunmasak dahi çatırdadığını görüyoruz. Krizin içinde debelenen, yönetemeyen devletler baskılamak zorunda. Çünkü kapitalizmin değişen koşulları altında burjuva devlet durduğu yerden geri kımıldayamaz hale gelmiştir. Yeni reformların yapılması bir yana, mevcut sosyal haklara saldıran bir politika izleniyor. Fransa’da büyük mücadeleler sonucu kazanılmış haklara saldırının açıklaması budur. Sermaye, neoliberal kuralsızlaştırma, devlet işletmelerinin özelleştirilmesi, piyasaların finansallaştırılması, eğitimin ve sağlığın ticarileştirilmesi, sosyal hakların gasp edilmesiyle ‘refah devleti’nin ruhuna fatiha okudu. O, sermaye birikimi önünde artık tahammül edilemez bir engel haline geldiğinden, cenazesi sermayenin ideologlarınca sevinç çığlıklarıyla kaldırıldı. Artık Fransa’nın taviz veremeyeceği, verdiğinde ise nasıl sarsılacağı açıktır. Yani eskisi gibi köşeye sıkıştırılınca rüşvet verip kitleleri egemenliğine razı etmesi mümkün değildir. Emperyalist kapitalizmin iktisadi bakımdan gelişmesinin sınırlarına dayandığı için politik manevraları hep kısmi, sınırlı ve kısa vadeli, ideolojik argümanları dayanaksız, somut siyasi ve iktisadi gelişmelerle kısa sürede boşa çıkan karakterde olacaktır. Dolayısıyla artık mücadelelerin uzlaşma yoluyla sönümleneceği bir dünyada değiliz. Sermaye-emek ve devlet-halk çelişkilerinin gittikçe keskinleştiği Fransa’da alışıldık, düzenli yürüyüşler ve barışçıl eylemlerin etkileme olanağının gittikçe zayıfladığını görüyoruz. Bazıları devletin taviz vermeme ve doğrudan bastırma politikasıyla da ilişkili olarak yenilgiyle sonuçlansa da hak mücadeleleri son yıllarda Fransa’da ciddi bir birikim yarattı. Mart 2016’da iş yasası değişimine karşı başlayan meydan işgali, ”Gece Ayakta” olağanüstü hal koşullarında dahi Paris’in merkezindeki Republique Meydanı’nda 6 hafta boyunca sürdü. Birçok kente, hatta başka ülkelere sıçradı. Bu yıl da öğrencilerin fakülte işgalleri, işçi grevleri ve çatışmalı 1 Mayıs bize Fransa’nın zaten patlamaya hazır bir bomba gibi olduğunu gösteriyor. Son aylarda Fransa ile ilgili Türkiye’de yazılıp çizilenlere baktığımızda biriken enerjisi, dinamikleri, emperyalist küreselleşmenin ulaştığı boyutun bir sonucu olarak giderek yoksullaşan halk değerlendirildiğinde bir isyan dalgası beklemek gayet doğaldı. Ancak yine de sarı yelekliler çok şaşırttı. Eylemlerin kitleselliğine, kararlılığına ya da zor ile ilişkilenişine değil de kitlelerin profiliydi ‘sol’u şaşırtan. Peki neden?

Bu isyanı değerlendirirken bir halk isyanı olduğunu unutmamak gerekir. Fransa halkının %84 gibi bir oranda desteklediği, çok geniş katılımlı ve taşralardan doğru gelişmiş eylemlerin katılımcı tipinin değişkenlik göstermesi gayet olağan. Arabasına mazot alamayan, işsizlikten ve güvencesizlikten boğazına kadar öfkeyle dolan bir halkın sokaklara dökülmeden önce oturup da artık homofobik olmamaya karar vermesini beklememeliyiz. Hele ki burjuvazinin kendisine öfkeli yığınlar üzerinde dahi ideolojik ve kültürel müdahalelerinin sonuç veriyor olmasına baktığımızda bunun çok da beklenmedik bir görüntü olduğunu düşünemeyiz. Kitlelerden bir takım ırkçı, cinsiyetçi sloganların yükseliyor olmasının vebali kitlelere bilinç taşımada eksik kalan Fransa solunun boynunadır. Hele ki emperyalist küreselleşmenin eriştiği boyutun bir sonucu olarak emperyalist ülkelerdeki koşulları zorlaşan ve işsiz kalmaya başlayan işçiler, geleceğe dair umut besleyemeyen gençlik gün geçtikçe mülksüzleşen küçük burjuvazi, yine bunun sonucu olarak gelen göçmenlere karşı kin duymaya başladı. Mevcut düzenin çelişkilerinin ezilenlerin hayatlarında gittikçe keskinleşmesi onlara buradan bir çıkışın şart olduğunu söylüyor. Eski konumlarını kaybeden, işsizleşen, yoksullaşan işçilerle mülksüzleşen küçük mülk sahipleri bu yeni faşizmin toplumsal tabanını oluşturuyor. Ayaklarının altındaki eski ulusal zemin kayarken bu kayan halıya eski fikirlerle tutunmaya çalışıyorlar. Avrupa’da faşizm geçmişte mali oligarşinin politik eğilimi, işgalci ve yayılmacıydı. Yeni faşizmler mali oligarşinin saldırganlığını sınırlandırmayı, işgalci ve yayılmacılık bir yana “ulusal” olanı korumayı öne çıkarmaktadır. Onlara önderlik edenlerin niyetleri ve bağlantıları ne olursa olsun içerikteki bu fark gözden uzak tutulmamalıdır. Bu yeni faşizmlerin gelecekte bir kez daha mali oligarşinin “kullanışlı aracı” olabileceği, bugün de kapitalizme karşı toplumsal tepkinin yönünü saptırmak için kullanılmak isteneceği elbette hesaba katılmalıdır. Dikkatlerin mali oligarşiden, kapitalizmden “yabancı işçi” ve göçmen düşmanlığına kaydırılması çabası ortadadır. Yine de söz konusu olan bir isyan olunca gerçek içerik kendini göstermekte, emperyalist küreselleşmenin sonuçlarından mustarip “aşırı sağcı” ezilenler, “aşırı solcular”la yan yana devlet güçleri ile çatışmaya girebilmektedir. Bu, yeni tipte faşist partilerin ne bir eğilimi ne de gizli servislerin bir komplosudur. Bu, sıradan insanların emperyalist küreselleşmenin artık dayanılmaz hale gelen sonuçlarına karşı kendiliğinden bir isyandır.” Devletlerin ezilenleri apolitikleştirme politikasının işlemez hale geldiğini 2010’lardan bu yana gördük, görüyoruz. Halkları ırkçı,cinsiyetçi anlayışlara iterek öfkelerini kendinden uzaklaştırma,yabancılara yöneltme politikası da emperyalist tekellerin yararına değildir. Çünkü yeni tipte sağ grupların daha kapalı bir ekonomi politikası izlemesi tekelci sermayenin çıkarına değil zararınadır. Sermaye Dünya’da özgürce gezmek, dolaşmak, istediği yere kanca atmak ister. İşsizlikten yakınan kitleler artık sebebin göçmenler olmadığını görmüştür. Yoksulluğun da patlayan bombaların da hesabı artık devletten sorulacaktır Fransa’da.


Büyük çoğunluğu daha önce herhangi bir parti, örgüt ya da sendikayla ilişkisi olmayan, belki de hayatlarının ilk eylemine katılan sarı yelekliler barikatlar kuruyor, sokakları ateşe veriyor ve polisle çatışıyor. Burada odaklanılması gereken asıl nokta eylemcilerin genellikle orta yaşlı, beyaz, sağa yatkın Fransızlar olup olmaması değildir. Odaklanmamız gereken şey sarı yeleklilerin sisteme karşı başkaldırdığı ve ekmek kırıntısı değil, ekmek istediklerini haykırmalarıdır. Bundan böyle yığınların sokaktaki ‘aşırı sol’ olarak adlandırılan direnişçilerle ilişkisi daha farklı gelişecektir. Çünkü kitleler alışılmış yöntemlerle kendilerini ifade etmenin, yıkıcı olmadan koparıp almanın gerçekliğini görememektedir. Sokakta burjuva devleti ve kimin gerçekten devlete karşı gerçek bir pratik gösterdiğini gören ezilenler ancak barikat ateşlerinin arasında politikleşme zeminini bulur.


Fransa’da çareyi isyan etmekte bulan ezilenlere sunulması gereken devrimci bir çıkıştır. Düzeniçi olan hiçbir parti sarı yeleklilerin isyanına cevap üretemez. Çünkü onların sorununun çözümü kapitalist düzenin yıkılmasındadır. Yığınları peşinden sürükleyecek olan sol; yıkıcı olandır.Ezilenler politikada uçlara kaymaktadır ve eğer Avrupa’da sol kitlelerle buluşmayı, kitlelere öncülük etmeyi hedefliyor ise yapacağı şey kitlelerin önüne devrimci bir program çıkarmak, ezilenlerle barikatlarda buluşmak olmalıdır. Bu noktada sola düşen görev burjuva ideolojisi ile, kültürüyle arasına mesafe koymak, tarihsel pratiğine ve teorisine ayaklarını sağlam basarak ileri sıçramasıdır. Bunu yaptığında kendini bulacağı yer ezilenlerin önü olacaktır.