Kendi Sonunu Hazırlamak! – Ali Deniz Esen

2013 yılının Haziran ayından itibaren Türkiye’deki politik savaşım ve burjuva devletin çelişkileri geçmişinde hiç olmadığı kadar derin bir krize girdi. Gezi Ayaklanması’ndan itibaren politik iktidarın varlığı ve hegemonya kurma biçimi çıplak zora dayalı hale geldi. Geçtiğimiz altı yılda gerçekleşen ayaklanmalar, katliamlar, darbeler silsilesinin sonucunda faşist diktatörlüğün tek adam rejimine nasıl evrilmediğini dahası çok daha keskin politik savaşımlara sahne olacağını göstermek istiyoruz.

 

Engels felsefi içerikli mektuplaşmalarında*4 materyalist tarih anlayışının tarihte belirleyici olanı yaşamın üretimi ve yeniden üretimi olduğunu söyler. Devamla ekonomik durumun temel olduğunu fakat sınıf savaşımının politik biçim ve sonuçlarının tarihsel mücadelelere etkisini vurgular. Aksi halde Marksizm’in herhangi bir döneme uygulanmasının “birinci dereceden denklem kadar kolay” olacağı benzetmesini yapar. Yani sınıf savaşımı sırasında siyasal ve ekonomik çelişkiler arasındaki ilişkiyi diyalektik biçimde ortaya koyar.

 

Son altı yıllık dönem ve öncesindeki uzun AKP iktidarı faşist diktatörlüğün sınıfsal çatışma hatlarını enlemesine kesen çelişkilerini yeniden üretti. Böylelikle burjuva devletin geçmişinden gelen yapısal çelişkileri devraldı. Bu siyasal çelişkiler faşist diktatörlüğün tekçi-sömürgeci niteliğinden kaynaklanan Türk-Kürt, Alevi-Sunni, Şeriatçı-Laik gibi çelişkilerdi. AKP ve kurduğu “tek adam” rejimi Politik İslamcı-Türkçü egemen kimliği kurumsallaştırdı. Dolayısıyla bundan önceki dönemden devralınan sömürgeci savaş başta olmak üzere politik mücadeleler şiddetlenerek devam etti.

 

Yaşadığımız coğrafyaya özgün politik savaşımlar egemenler bakımından içinden çıkılmaz krizler haline dönüşmüş, burjuva devletin “beka sorunu” adeta kırılmanın eşiğine getirmiştir. 40 yılı aşkın Kürt Özgürlük Hareketi’nin yükseltiği mücadele rejim tarafından dengelenemez hale gelmiştir. Özellikle Rojava Devrimi sonrasında KÖH’ün ulaştığı muazzam dinamik beraberinde sömürgeci politikalara Ortadoğu hatta emperyalist ilişkilerin belirleyini haline getirdi. Bu bakımdan bu toprakların en büyük devrimci dinamiklerinden olan KÖH, politikada egemenlere yönelik yıkıcı etkileri artmıştır. Sömürgeciliği daha önce hiç olmadığı kadar zayıf duruma düşürmüştür. Çıplak zorla imha politikası dışında hiçbir hamle yapamayacak kadar sıkışmıştır. Özellikle HDP ile toplumsal muhalefetin bütün dinamikleri ile canlı ilişkiler kurması rejimin demokratik-yasal zeminde bile hiçbir meşrutiyet alanı bırakmamasına sebep olmaktadır. Özetlersek rejim kendi içindeki tasfiyeleri, politik mücadelelerin önlenemez yürüyüşü içinde yalnızca karşı-devrimci şiddet ile ayakta kalmaya çalıştığı muazzam bir kriz içinde.

 

Kaçınılmaz Son; Ekonomik Kriz

 

Kapitalizm sürdürülemez bir sistem olarak çözülemez çelişkileri ile belli dönemler içinde alt-üst edici bunalım dönemlerine girer. Bunalım işçi sınıfının sömürülmesinin dayanılmaz boyutlara varmasıyla kaçınılmaz olarak tüketimin azalmasıyla gelir. Aşırı üretim ortaya çıkar. Kapitalist karı için rekabeti kızıştırdıkça bunalım kaçınılmaz son olarak gelecektir.

 

Kapitalizm egemen üretim tarzı olmaya başladığı 18.yy.’dan bu yana sıklıkla yaşanmıştır. Özellikle 20.yy başlarında tüm dünyada büyük alt-üst oluşlara, emperyalist paylaşım savaşlarına ve proleter devrimlern yolunu açmıştır.

Marx “Yani bir devrim yalnızca iki etkenin yani modern üretici güçlerle burjuva üretim biçimlerinin çelişkiye düştüğü dönemde olanaklıdır.” diyerek kapitalizmin krizlerinin devrimc durumlara kapı açtığını formüle eder.

 

Türkiye tarihine bakılacak olursa her on yıllık dönemler böylesi krizlerin olduğu görülebilir. Küresel çaptaki krizlerin yansıması olarak… Son 20 yıllık dönemde etkileri ve çapları farklı olmasına rağmen 1994, 2001, 2008 krizlerini sayabiliriz. Özellikle ekonomik krizlerin etkisinin ne kadar büyük etkileri olabileceği bakımından 2001 krizi*1 tarihsel bir veri sunabilir. 2001 krizi burjuva siyasette o güne kadar egemen olan tüm siyasi partileri (DYP, ANAP, DSP) sahneden sildi. Beklenmedik bir biçimde AKP’yi iktidara taşıdı.

 

AKP’nin ekonomi anlayışı bugün neoliberalizme tam uyumlu yabancı sermayenin ülkeye girişine bağımlı politikalar. Bu sermaye uzun yıllar boyunca inşaat gibi üretken olmayan sektörlere ve spekülatif biçimde kullanıldı. Böylece herhangi bir ekonomik krizde çok derin yıkıcı etkileri olacak suni büyüme gerçekleştirdi. Bugün ise ekonomiye dair göstergeler hızla bir krizin geldiğini gösteriyor. Yani kaçınılmaz son hızla yaklaşmakta.

 

AKP Türk Burjuvazisinin her kesiminin geniş koalisyonu altında küçük burjuva ve büyük metropollere-kentlere göçerek kapitalist ilişkilere karışmasına rağmen köylü sosyolojist ile hareket eden yığınlar var. Türkiye’deki kapitalizmin hizmet sektörünün başını çektiği sermaye birikim sürecinde ve bu yığınlar önemli oranda hizmet sektöründe. Yani işçi sınıfına mensup.

 

Hizmet sektörü niteliksiz ve esnek çalışma bağlı gelişimi ile işçi sınıfının önemli kısmının politik refleksi çok zayıf diyebiliriz. Buna AKP’nin yoksulluk yönetimini iktidarı için verdiği rüşvete dönüştürdüğünü göz önüne alınırsa kent yoksulu yığınları burjuvazinin temsilcisi parti olarak politik etkisi altında bıraktığı söylenebilir.

 

Tek Adam Rejimi ve ona karşı verilen politik mücadelelerde ekonomik kriz bahsettiğimiz yığınlarının pozisyonunu değiştirerek daha farklı bir denklem yaratabilir. Yatay çelişkiler ise egemenlerden yana pozisyon almış kent yoksullarını patlama anıyla sokakta rejime tavır almaya itebilir. Böylelikle siyaset alt-üst olur rejim daha sert krizlerle karşı karşıya kalabilir. Burada siyaseten en gerici en şoven pozisyonu almış yığınların içindeki potansiyel devrimci rolü görebilmektedir önemli olan.

 

Kriz, Yeni Devrimlerin Habercisi Olabilir

 

Lenin yürüttüğü polemiklerde*3 uzun uzun politikanın çok yönlü olarak ele alınmasını vurgular. Pratikte politikanın ekonomiyi izlemek zorunda olduğu durumların varlığından söz ederken bunu statik ele almaz. Hatta uyarır; Politikanın daraltılmasının bir biçiminden vazgeçişin politikanın daraltılmasının başka biçimine dönüşmemesinde hem fikir olunmalı diyerek karşılıklı ve canlı ilişkiler kurar.

 

Bugün Türkiye’deki işçi sınıfının durumu, rejimin kendi siyasal çelişkilerinin derinliği vs. ekonomik krizin yaratacağı devrimci duruma engel olamaz Ekonomik olarak gönenç dönemlerinde geniş kitleler şovenizm zehriyle egemen saflara yedeklenebilir. Bu durumun statik olarak sabir kalacağı anlamına gelmez.

 

Böylesi anlar için çok geniş kitleler içinde eğilim örgütlemek, devrimci özne bakımından ekonomik ajitasyonu politika yapmanın parçası haline getirmek gereklidir.Bununla yetinmeden kitle hareketinin patlama yapacağı anlara göre konumlanmak, kitle hareketinin en önüne geçme önderliğini alma perspektifi gereklidir.

 

Gençlik toplumsal kesim olarak en büyük bileşeni, yoksul sınıflara ve onların politik ilişkilerine tabidir. Bu sınıfların politik reflekslerinin en dinamik bölüğüdür. Tarih gençliğin öncü ve dinamik pratiği ile doludur. Şüphesiz gençlik ve onun politik temsilcileri ekonomik krizin  yaratabileceği patlama anlarında kitlenin en militan sokak mücadelesini omuzlarında taşıyacaktır. Devrimci anlarda kitleler, devrimci öznelerin yapacağı politik hamleler sonrası büyük bir akış başlatabilir. Meselenin özü devrimci anlara nicelikselden çok niteliksel olarak hazır olmaktır. Politik aklı ve öznenin örgütsel hazırlığı bu akışa cevap olabilmektedir. Tarihten somut bir örnek verecek olursak Şubat Devrimi sırasında Bolşeviklerin mütevazi gücü aylar içinde muazzam boyutlara varmış, Ekim Devrimi’nin kapısını açmıştı. Israrlı biçimde politika yapmak ve devrimci anlara hazırlık yapmak olarak somutlanabilir.

 

Son 6 yıllık dönemde Saray merkezli faşist saldırganlığını öğrenci hareketi en ağır biçimiyle yaşadı. Üniversiteliler akademisyenlerin ihraçları gibi kıyımlara ufak kıpırdanmalar dışında refleks gösteremedi. Elbette gençlerin yoğun yaşam alanı kampüslerin demokratik-sol öznelerden izole hale getirilmesinin, yasak ve baskı yoluyla siyaset yapılamaz hale getirilmesinin etkisi büyük. Tarihte öğrenci hareketinin oynadığı rolü göz önünde bulundurursak üniversiteye saldırıların bütünlüklü nedeni daha anlaşılır hale gelir.

 

Gençlik hareketi yeni alt-üst oluşların gerçekleşmesinin muhtemel olduğu koşullarda siyasete müdahalesinin kanallarını yaratmak zorunda. Yani kendi siyaset yapma alanlarını kazanmalı. Bu demokratik mücadele geleneği güçlü üniversitelerden, yoksul sınıflara dahil gençlerin yaşadığı varoşlara kadar geniş bir siyaset alanına sahiptir. Rejimin her türlü saldırı ile izole etmek istediği kampüslere, sokaklara, devrimci özne sesini ulaştırmalıdır. Yalnızca siyasi ajitasyonun biçimiyle sınırlı strateji tek ayaklı kalacaktır. Esaslı olan ajitasyonu, politik aklı ve örgütlenişiyle politik konumlanma sorunudur. Toplumsal muhalefetin bütün politik kavgasında gençliğin özgün sorunu siyaset yapma alanlarından başlayarak bu pozisyonu tamamlamaktan geçiyor.

 

Türkiye’de politik savaşım “sıradan kaba bir adamın”*2 Tek Adam rejimine sahne olmaktadır. Tıpkı tarihteki benzerinin yöntemlerini kullanmakta Boneparte’ın yürüdüğü yoldan yürümektedir. Nitekim son çok daha önceden yazılmışıtır!

 

*1 – 99 Maki Krizi 2001’de ekonomik krize dönmüş, finans sistemi ve Kamu Maliyesi çökmüştü. Türkiye emperyalist müdahale olan IMF’le ağır hak gaspları ile neoliberal dünya düzenine entegre edilmişti.

*2 – Karl Marx Fransa’da sınıf savaşımlarını anlattığı 18 Brumaire’nin önsözünde “sıradan kaba bir adamın kahraman gibi görünmesini sağlayarak koşulları ve durumu nasıl yarattığını göstermek istiyorum” derken imparator özentisi tek adamın hükümet darbesi ile iktidara gelişini anlatır.

*3 – V.İ.Lenin – Ne Yapmalı

*4 – Engels – Josep Bloch’a Mektuplar