Direniş Yol Açıyor Yolu Takip Edelim – Erkan Kesikli

Tarih 14 Temmuz 1982. Amed zindanında devrim ve özgürlük davası hapishane betonlarına gömülmek isteniyor. Devrimciler, askeri faşist diktatörlüğün en zulümkar işkence uygulamalarıyla karşı karşıya. Faşist generaller amaçlarını pervasızca açıklamaktan çekinmiyor. O çok kullandıkları meşhur tabirleriyle, başta Kürdistan devrimcilerinin dahası halk ve kitlelerin “belini kırdıklarını” daha da fazlasını yapacaklarını söylüyorlar. Dışarıdaki sessizliğe bakarak “zafer” kazandıkları sanısına kaptırıyorlar kendilerini.

Ancak uğursuz amaçları tutmuyor. “Halkımıza borçluyuz” diyen, “biz teslimiyeti değil direnişi öğrendik” diye haykıran devrimci tutsaklar, tek silahını yani bedenlerini açlığa yatırıyor. Sessizliğe sıkılan bir kurşuna dönüşüyor açlık grevi. Halka ve kitlelere “ her koşulda direnmek ve kazanmak mümkündür, faşist generallere boyun eğmeyeceğiz” mesajı kutsal bir direnişle iletilmiş oluyor. Ayaklanan ve devrime ilerleyen bir halk, bundandır ki yürüyüşünün her anında bu yiğit devrimcilerin fotoğrafını elinden düşürmemektedir.

Bu sefer yıl 1996. Türkiye’de devrimci kitle hareketi yeniden yükselişe geçiyor. Fabrikalardan yükselen grevler, sokak sokak çarpışarak ilerleyen kamu emekçileri, faşist diktatörlükle göğüs göğüse çarpışarak ayaklanan Gazi Halkı ve mücadelenin bütün araç ve biçimleriyle faşist diktatörlüğe meydan okuyan devrimci öncüler. Kadıköy’ü özgürleştirmeye gelmiş on binler devrimci öncülerin kortejlerinde kızıl fularlarıya “Yaşasın 1 Mayıs” sloganları atıyor. İşte 1996 yılına kadar Türkiye’nin durumu budur. Ancak Faşist rejim yükselen devrimci kitle hareketini geri püskürtmek amacıyla 1 Mayıs 96’ da katliam gerçekleştirir ve kitleler gözle görülür bir şekilde tereddüte düşer. Karşı taarruz ise devrimci tutsakların “tabutluklara” gönderilmesi saldırısıdır. Öncüler yenilirse bütün kitle hareketi yenilecek ve uzun süre belini doğrultamaycak. Faşist rejimin hesabı tam olarak budur.

Ancak yine başaramazlar. Farklı devrimci örgütlerden siper yoldaşları açlık grevi direnişi ile kuşatmayı yarmaya yönelir. 12 yiğit devrimci ölümüzleşir. Ancak kitle hareketi tereddütten ve geri çekilmekten kurtulur. Yeniden sokaktaki militan yerini alır.

Şimdi Leyla Güven, benzer politik koşullarda öncü bir çıkış sergiliyor. Tarihten güç alarak hareket ediyor. Öncülük iddiası olanın seyirci kalamayacağını gerekirse canını ortaya koyarak halklarımıza yeni bir yol açması gerektiğini biliyor. Bunu Kemal Pirlerden, Hüseyin Demircioğlu’ndan biliyor. Ve tıpkı onlar gibi zafere yakınlaşıyor.

Faşist rejim karşısında yeni bir mevzi

Açlık grevi direnişinde Leyla Güven 90, Nasır Yağız 80’li günleri geride bıraktı. Zindanlardaki tutsaklar 60’lı günlere gelirken, İmam Şiş’in direnişi de iki aya yakın bir süreyi doldurmuş bulunuyor. Öncülerinin en önde yürüdüğü açlık grevi direnişleri, Türkiye’de, Kürdistan’da, Avrupa’da kitlesel açlık grevleriyle birleşmiş durumda. Direnişçiler tüm dünyanın, hepimizin gözü önünde hücre hücre eriyerek ölüme kafa tutuyorlar.

Gün gün ölüme meydan okuyan , bu kutsal ve görkemli eyleme ilgisiz kalmak vicdan ve adalet sahibi hiç kimsenin kabul edebileceği bir tutum değildir. Leyla Güven ve diğer direnişçilerle dayanışma göstermek artık devrimciliğin-demokratlığın değil onurlu bir insan olmanın ölçütü durumundadır.
Elbette ki, devrimci öncülerin-sosyalistlerin ve özellikle de gençlik hareketinin direnişle kuracağı ilişki “insani” ölçütlerin sınırlarından çok daha ilerisinde olmak, direnişin politik muhtevasına uygunluk göstermek zorundadır. Hümanizme hapsedilmiş bir dayanışmadan değil, direnişe bütün varlığıyla katılan, onu yaygınlaştıran, faşist rejime karşı direniş hattına dönüştüren bir ilişkilenme tarzından söz ediyoruz.

Bu ise ancak eylemin politik işlevi ve muhtevasını kavrayabilmekle mümkündür. Eylemin içerisindeki büyük devrimci potansiyel ve olanakları kavramakla ilişkilidir. Aksi her durumda, direnişçilere büyük saygı duyulur kimi dayanışmacı pratikler de sergilenir, ancak eylemin ağırlığına ve ön açıcılığına denk düşen bir konumlanma gerçekleştirilemez.
O zaman yalnızca sosyalist gençlik olarak değil bir bütün gençlik hareketi özellikle de birleşik demokratik cephenin içerisinde yer alan gençlik örgütleri olarak soruyu kendimize sorarak başlayalım. “Biz bu eylemin neresindeyiz, eylemin ezilenler cephesindeki değiştirici gücünün farkında mıyız?”

Direnişin Politikasını Anlamayan Doğru İlişki Kuramaz

Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan ve dalga dalga yayılarak ilerleyen açlık grevi direnişlerinin doğru kavranması için üç temel soruya ihtiyaç var. “Açlık grevi direnişi kime karşı, hangi amaçla ve hangi koşullarda” başladı ve gelişiyor. Niçin bu gözü pek direniş büyük bir kararlılık ve fedakarlıkla kitleleri etrafında topluyor?

Unutmamak ve doğru anlamak gerekir. Böylesi zorlu bir eylemi “ah” demeden götürmek ve kazanmak ancak büyük amaçlara bağlanmakla mümkündür. Leyla Güven’in ve bütün direnişçilerin amacı da bu büyüklüktedir. Ve bu eylemin hedefinde faşist saray rejimi ve tek adam diktatörlüğü vardır. Saray rejiminin karşısında özgürlük mücadelesi veren herkesin bu gerçeği görmesi gerekir. Üstelik açlık grevi direnişçileri, faşist diktatörlüğe geri adımlar attırmayı başarmıştır. Saray’ı çaresizlik içerisinde bırakmayı başaran tarihsel bir eylemdir. Öyleyse bu direnişe omuz vermenin en önemli gerekçelerinden bir tanesi budur. Saray rejimine karşı çok güçlü, onurla örülmüş yeni bir mevziden ateş ediyoruz ve bu ateş saray rejimini krize sokabilecek kudrettedir. Direnişe bu temel görüş açısıyla yaklaşmamız gerekiyor.

Peki bu eylem hangi koşullarda gerçekleşiyor? Faşist rejimin bütün zor aygıtlarıyla ezilenler cephesine yüklendiği, ölüm, korku ve tutuklamayla kitlelerde yılgınlığın amaçlandığı, saray muhalifi her kesimin zindanlara doldurulduğu, birleşik demokratik mücadelenin en temel öznesi HDP örgütlerinin tasfiye edildiği, bütün temel yöneticilerinin ve üyelerinin tutuklandığı, halkın belediyelerinin kayyumlarla gasp edildiği bir ülkede, saray rejimine meydan okuyor açlık grevi direnişçileri. Kitlelelerin örgütsüz bırakılamayacağını haykırıyor. Ve kendisine yeni bir yol aramanın sancısını çeken kitle hareketine yeni bir yol gösteriyor, sessizliğin nasıl parçalanabileceğini haykırıyor. Ve başarıyor da, kitle hareketi yeniden canlanmanın belirtilerini gösteriyor, sokakları daha güçlü dolduruluyor, düzenin zor kuvvetlerinin karşısında geri adım atmıyor.

Üstelik bu direniş, özgür hareket olanaklarının en aza indirilmeye uğraşıldığı zindanlardan başlıyor. Direnişçiler, en olumsuz ve zorlu koşullarda dahi direnilebileceğini gösteriyor. “Biz dört duvar arasında direniyorsak, sizler daha fazlasını yapabilirsiniz mesajı veriyorlar”

Gençlik Direnişin Etrafında Kenetlenmelidir

Faşist saray rejimi karşısında öncü politik niteliği bu düzeyde yüksek olan, ezilenlerin bilincini ayaklandırarak sokaklara çıkartan aynı zamanda güçlü devrimci değerleri içerisinde taşıyan açlık grevi direnişlerine, gençliğin sınırlı ya da olması gerekenin gerisinde yaklaşımı elbette ki kabul edilebilir bir durum değildir. Ortada yalnızca devrimci dayanışma ile sınırlandırılamayacak bir hareket vardır ve bu hareket yol açıcıdır. Bu yol, ölüme yürüme kararlılığındaki devrimcilerin-yurtseverlerin iradesi ile oluşturuluyor.

Elbette ki bu direnişi yaygınlaştırma görevi de herkesten çok gençlik hareketine özelde ise birleşik demokratik cephenin gençliğine düşüyor. Birleşik demokratik cephe gençliği, bu eylemin destekçisi değil asli sahibidir. Ve buna uygun pozisyon almalıdır. Öncülük iddiasının en önemli taşıyıcısı olan gençlik hareketinin, öncü bir eylemle zayıf ilişki kurması kabul edilebilir bir durum arz etmez. Hem politik, hem de ahlaki devrimci değerler açısından çok daha güçlü bir sahiplenme zorunludur.

Bu aynı zamanda gençlik hareketinin politiklik testidir. Öncü bir eylemin etki çeperini genişletmemek, kitleleri açlık grevi eylemlerinin yanında taraflaştırmamak en basit haliyle “apolitizm” olarak anılmayı hak eder. Tersi bir ilişkilenme hattı tercih edildiğinde ise yapılabileceklerin sınırı ve çapı yoktur.

Birleşik demokratik cephe gençliği, gençlik hareketinin tamamını da bu direniş eyleminin etrafında kenetlemekle yükümlüdür. Bu aynı zamanda Leyla Güven’e ve diğer direnişçilere borcumuzdur.

Artık sözün anlamı ve zamanı daraldı. Eyleme geçmenin vaktidir…