Güncel Gelişmeler Işığında Akbelen Direnişi – Deniz Yıldız

Akbelen’deki doğa katliamı aç gözlü iki yandaş şirket ve onları kollayan iktidarla sınırlı değil, halka karşı işlenen bir suç olarak mahkum etmemiz gereken bu doğa katliamından çıkarı olan daha geniş bir toplam var. Devrilen her ağaçtan sermayenin farklı unsurlarının payını koparıp aldığı bir zincir söz konusu. Akbelen’i savunmayı, toprağımıza, ağacımıza dört elle sarılmayı daha bütünlüklü bir mücadele perspektifi ile buluşturarak bugün gelişen değişik ekolojik tahribatların ortak paydasını görmek istiyorsak işte bu halkayı sıkıca tutmamız gerekmekte, ancak buradan zinciri kırabiliriz. Gelin Akbelen’de yaşanan doğa talanına beraber bakalım. Bir ormanı yok etmeyi kendi bakımlarından ‘zorunlu kılan’ rant ve sömürü düzenini güncel gelişmeler ışığında anlayalım. İşin sonunda kapitalizmin ne kadar vahşi bir sistem olduğunu beraber görelim.

Akbelen Direnişi’nin köklerini takiplersek yılların emeği ve birikmişliğinin bizi buraya vardırdığını görebiliriz. Muğla İkizköy’de emekçi köylüler ve bölge halkı, termik santralin kömür ocağının köylerini ve Akbelen ormanının yok edilmesine karşı dört yıldır çeşitli biçimlerde direniyor. Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri ile Linyit Maden İşletmesi’nin, 2014’te yapılan ihale ile IC İÇTAŞ Enerji – LİMAK Enerji ortaklığına özelleştirildi. Santrallerin kullandığı linyit madeni sahasını genişletmek isteyen LİMAK şirketi, özelleştirmelerden sonra Akbelen Ormanı için de ÇED raporu olmadan kesim izni aldı. Şirket, bölgeyi “2019 yılı endüstriyel plantasyon alanı” olarak tanımlanmış olduğunu açıkladı ve 2019 yılında gönderdikleri ihbarnameler ile köylüleri topraklarını satmaya dayattı. Yaşam alanlarından olmak istemeyen bölge halkı idari başvurularda bulundular fakat sonuç alamadılar. Yerinden edilmek istemeyen ve ormanlarının yok olmasını istemeyen köylüler, 2019’dan itibaren eylemler düzenlemeye başladı.

İkizköylüler aslında ilk termik santralin açıldığı 1982’den beri doğa sömürüsüne karşı mücadele ediyor. Santrallerin faaliyete başlaması ile köylerinin bir bir kömür ocağı tarafından yutulmaya, bacalarından saldıkları küllerle zeytinliklerinin, bağ ve bahçelerinin üzerinin kararmaya başlaması ile daha ilk yıllarında kendilerini nasıl bir “kader”in beklediğini anladılar. 1997 yılında yılında 3 santral (Yatağan, Kemerköy ve Yeniköy) hakkında mahkeme tarafından kapatılma kararı verildi ve bu karar Danıştay’da onandı. Ancak santrallar kapatılmadı. Kapatma kararı 2005 yılında AİHM tarafından da onandı. Ama elbette mahkeme kararlarına uyulmadı. Bugün mevcut bulunan olağanüstü hal rejimi işte böylece ilk önce AKP’nin “ileri demokrasi” vaatleriyle caka sattığı dönemde, “çevre yönetimi” alanında tesis edildi.

Muğla İkizköy’de yaşananlar, birçok açıdan önümüzdeki günlerin “kader planı”nın ipuçlarını gösteriyor. İkizköylülerin başına musallat olan LİMAK Holding, en fazla devlet ihalesi alan şirketlerden biri olduğu için rantçı soyguncu sermaye düzeninin tam göbeğinde bulunmakta. Kendine yeni rant ve kar alanları yaratmak için doğa katliamcısı olarak konumlanan bu sermaye düzeni ve onların etrafında örülen inşaat-enerji sektörünün son 20-30 yıllık gelişimi, nasıl kamu kaynaklarının merkezi ve yerel hükümet organları eliyle sermayeye aktarılarak tekelleşme yaratıldığının, diğer taraftan da doğanın çeşitli unsurlarının nasıl yoksullaştırıldığının, köylünün protelerleştirildiğinin ve kendi toprağında ücretli köle yapıldığının ifadesidir. İnşaat-enerji sektörü ile sermayeye yeni birikim imkanları yaratmak için hareket eden iktidar, emekçi köylülüğü eritip, kırsal alanları boşalttı, boşalan kırları maden ve enerji şantiyesine çevirdi. Böylece sermayeye hem “ucuz doğa” hem de “ucuz iş gücü” olanağı yarattı. Bunu gerçekleştirmek için de furya halinde saldırdılar; vadiler, nehirler, yaylalar, meralar, tarım alanları, parklar, bahçeler, parklar, köyler, mezraları, her yeri şantiyeye, birer emek ve ekolojik yıkım mahalline çevirdiler.

Termik santrallerin kömür ocakları genişledikçe ormanları, zeytinlikleri ve köyleri yuttu. Şu ana kadar 8 köyün tamamı, 15 köyün önemli bir bölümü kömür ocakları için yok edildi. Ruhsat sahası içinde kalan 37 köy/mahalle yok edilme tehdidi altında. 2043 yılına kadar faaliyetlerine devam etmek isteyen termik santralin kömür ocağı Akbelen ormanının sınırına dayandı. İkizköy bölgesinde bulunan üç mahalleden biri olan Işıkdere, 2018 yılında termik santralin kömür madeni için boşaltıldı. Işıkdere’den Karadam Mahallesi’ne yerleşen köylülere, bu sefer de bu mahalleyi boşaltmaları için tebligat gönderildi.

Köylerinin dibindeki Akbelen Ormanı, Orman Genel Müdürlüğü gençleştirme planlaması kapsamına alınıp 2019 yılı ‘endüstriyel plantasyon alanı’ olarak tanılandı. Orman adeta şirkete altın tepside sunuldu. Şirket, sunulan bu ormanı maden sahasına dönüştürmek için 2020 yılında girişimde bulunarak gereken izni aldı. İkizköylüler, 2019 yılında kendilerine gelen istimlak tebligatlarından sonra köylerini terk etmeme kararı aldı. Maden sahasına dahil edilen Akbelen Ormanı’nın hukuksal süreci devam ederken Eylül 2021 yılında Orman Bölge Müdürlüğü ekiplerinin kesim girişimi köylüler tarafından engellendi. 17 Temmuz 2021 itibari ile ise Akbelen Ormanı içerisine kurdukları çadırlarda nöbete başladı. Şirket, İkizköylülerin direnişini kırmak için birçok hamle gerçekleştirdi. Maden ocağında çalışan işçilerin üye olduğu sendikalara açıklama yaptırdılar. Bakanları ve diğer yetkilileri, yandaş basını Akbelen’de ev sahibi olarak ağırladılar, bunun mesajını verme gayretine giriştiler. Bununla beraber seçim öncesinde, Akbelen’deki mevcut potansiyelin yeni bir Gezi’ye evrilmemesi için orada adım almamayı ve ölüm sessizliği içinde süreci atlatmayı kolladılar. Seçim sonrası ise vakit kaybetmeden doğaya saldırdılar. Ormanlarının yok edilmesine karşı direnen ve yaşam alanlarından edilmek istemeyen halka ise biber gazlarıyla, tomalarıyla, joplarıyla engel olmaya çalıştılar. Direnişin dinamizminin devrimci kuvvetlerle buluşmaması ve ekoloji hareketindeki kıvılcımın bu sefer dönüp kendilerini yakacak bir yangına dönüşmemesi için il ve ilçeye giriş yasağı uygulamasını yoğun olarak uygulamaya başladılar. Akbelen’e kentlerden taşınacak enerjinin bu yolla kesilmesi amaçlandı; direnişi ilçe sınırlarına hapsetme ve direnenlerin sesinin kendi yankı odasında kalması amacı ile devlet tarafından hareket edildi. Görüyoruz ki iktidar, sermayesine sermaye katmak için zorla ezme ve baskı biçimlerini daha da derinleştiriyor. Burjuva muhalefet bloğuna baktığımızda ise vekillerini alana gönderip bölge halkının yaşadığı acıyı oy toplama amacıyla propaganda aracına dönüştürdüğünü gördük.

Bu açıdan son günlerde İkizköy’de yaşananlar önümüzdeki dönemde neler yaşacağımızı ve ne yapmamız gerektiğini bize gösteriyor. Öncelikle faşist rejimin ezme yöntemleri ve yönelimlerinin derinleşeceğini; rant, sermaye ve yandaşlarına peşkeş çekmek uğruna kanlı ellerini halkın temel ihtiyaçlarına kadar uzatacağını görmeliyiz. Emek ve doğaya yapılan bu saldırıların, İkizköy halkının sermayenin elinde ucuz iş gücü haline sürüklendiğini görmeliyiz. Bu açıdan Akbelen ormanı için kısa zamanda gösterilen refleks geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gerektiği kaçınılmaz bir sonuçtur. Devletin direnişi ilçe sınırlarına hapsetme yönündeki yasaklamalar çıkarma saldırısının şu dönemde karşılık bulduğunu nesnel olarak ortaya koymak gerekli. Bu noktada bu saldırıyı ancak Akbelen’in sesini kent merkezlerine taşıyarak ve buralar ile buluşturarak Türkiye ve Kürdistan’ın değişik kentlerinde yapılacak olan gösteri ve yürüyüşlerle, teşhir faaliyetleriyle kırabileceğimizi görmeliyiz.

Daha geniş bir ufuk ile gözümüzü direnişe dikmek gerekirse; ekolojik yıkım, iklim krizinin etkileri, her geçen gün daha ağır bir şekilde yaşamımızı etkilerken, kapitalistlerin ıslık çalarak gezinmesine karşı ezilenlerin, işçilerin, emekçi köylülerin, yaşamın bütününü kucaklayan ve kuşatan stratejiler ve örgütlenmeler geliştirmek zorundalığını gösteriyor. Bu durum, emek mücadelesinin de artık bir emekoloji mücadelesine dönüşmesi gerektiğini gösteriyor. Sağlık ve Çevre Birliği’nin 2022 yılı raporlarına göre ilk işletmeye girdikleri tarihten 2020’ye kadar Muğla’daki üç termik santral 68 binden fazla erken ölüme, 43 binden fazla erken doğuma, 455 binden fazla çocukta bronşit vakasına neden oldu. Bu veriler ekolojik yıkıma neden olan her gelişmenin aynı zamanda bizzat üretim sürecindeki işçilerin, üretim havzalarındaki işçi mahallelerinin ve giderek tüm halkın bedensel yıkımı olduğunu anlatıyor. Bu yüzden de sanayinin yıkıma uğrattığı kır ve kent emekçilerinin mücadelesinin ekolojik yıkımı kapsayarak yeniden inşa edilmesi gerekiyor.

Akbelen direnişini sahiplenme, yayma ve güçlendirme iradesini göstermeliyiz. Ekoloji hareketini emek hareketi ile buluşturacak kaynakları bulmalı ve uygun araçları inşa etmeliyiz. Örgütlü mücadelede ısrardan boşluk vermemeliyiz. Az ama öz gücüyle, faşizmin saldırılarını göğüsleyen ilk hamle ekoloji alanından geldi. Bize de bu hareketin potansiyelini görmek, örgütlü güce evrilmesi için yüzümüzü buraya dönmek ve her bir ağacın savunulması için elimizi taşın altına koymak düşüyor.