Direnişin Kendisi Olan “Gençler” – Ozan Serhat

Marx, ”Üslup benim karakterimdir.” demiş. Bu aslolarak devrimci olsun olmasın her birey için geçerlidir. Üslupta ideolojinin izleri vardır zira. Bir olaya bakış açısı, o olaya yaklaşımını belirler. Bu yaklaşımda; doğallığında bir üslupla ifade bulurken bu ifade buluş anında kişinin eylemi yapan, eyleyen olma özelliğinden kaynaklı da bize karakter için veri sunar. Bu karakterin tutarlılığı da kendisini praksiste belirler. Bu durum pek çok boyutuyla örgütler için de geçerlidir.

 

Bir devrimci örgüt için üslup; propaganda ve ajitasyonudur. Karakteri de böylesi bir zeminde doğar ve gelişir. Kendisinin apayrı bir yerde konumlanmasını sağlayan da bu karakterdir. Devrimcilerin, hangi birliktelik, politik süreçte olunursa olunsun ”ajitasyon ve propaganda özgürlüğünü” birincil gündem maddeleri yapmalarının sebebi de budur. Çünkü ajitasyon ve propaganda bizim düşündüklerimizi dile getirişimiz ve eylemimizdir. 

 

Bu durum, bakış açımızı belirlerken, pusu da algı yanılsamalarına yol açmak için bekleyen objektivizm tehlikesini iyi görmek gerekir. Çünkü, objektivizm öylesine bir durumdur ki devrimci uyanıklık zayıfsa kişiyi başlangıçtan itibaren yanlış yollara savurabilir.

 

Objektivizme karşı acımasız mücadelemizin temelinde de bu yatar. Objektiflik, tarafsız bir bakış açısı kompleksi, savrulan yahut savrulmaya açık bir karakter yapılandırır. Lenin’in Narodniklere verdiği mücadele tam da burada başlar. Lucaks’tan alıntılamak gerekirse “Lenin’e göre tek çıkış yolu, nesnel gerçekliği kavrarken Marksizmin daha tutarlı kılınması ve gerçekliğin sosyal temellerinin bizzat olgular içinde açığa çıkarılmasıdır. Bir Marksistin basit bir objektivist karşısındaki üstünlüğü, işte bu tutarlılığa dayanmaktadır; bir Marksist, “kendi objektivizm anlayışını daha derinlemesine ve daha bütünsel olarak uygular.” Lenin’in partililik adını verdiği şey, yalnızca bu daha yüksek nesnellik anlayışından kaynaklanabilir:” Her olayı değerlendirirken, doğrudan doğruya, açık olarak belirli bir sosyal grubun, bakış açısına dayanmak. Bundan dolayı, öznel tavır daima nesnel gerçeklikten doğar, yine ona döner.” (Buradaki sosyal grubu sınıfsal zeminde de ele alabiliriz.) Belirli bir sosyal grubun, sınıfın, bakış açısını yüksek bir nesnellik anlayışı yapmakta biz devrimcilerin en önemli görevlerindendir. Bu sebepledir ki objektivizme karşı en baştan sert bir bariyer kurarak ”bakış açımızın” berraklığını koruyabiliriz. Böylece karakter en başından sağlam temeller üzerine kurulmaya başlanır.

 

Bizim işimiz bu açıdan, sağlam temellere dayanmaktan kaynaklı daha kolaydır. Netice de en başta şehitlerimizin ve devrimci mücadele geleneğimizin temiz ve onurlu ellerle bizler için oluşturduğu bir karakter var. Gerekli  olan da bizde ve örgütlerimizde buna uygun pratikler sergilemektir. Kişisel olarak nereden geldiğimizi unutmadan, aslen, kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi iyi düşünmek iyi hesaplamaktır. Ve ”devrimci karakterimizin” yapı taşlarını bilinçle örmektir.

 


Bu uzun giriş kitlelerle temas alanlarımızdan ve devrimci mücadelenin geleceği açısından bir hayli öneme sahip gençlik çalışması içindir. Gençlik çalışması devrimcinin politik yaşam açısından emeklediği, ayağa kalkıp yürümeye başladığı çok ciddi süreçleri içinde barındırır. Bu sebepledir ki gençlik çalışmamız her şeyiyle istenilen karakterde olamadığı sürece partisine istenilen karakterde kadrolarda yaratamaz. Gençlik çalışması esnasında pek çok gençlik kadrosu yaptığı işin ne denli önemli olduğunun bilincinde olmayabiliyor. Örneğin, örgütlenen kişilerin zamanında doğru zeminde örgütlendiğinde uygun sıçramalarla, bir saldırı kolunun komutanı, gerilla timinin üyesi, yeraltı hücresinin militanı ya da düşmanın amansız saldırılarında, siyasi alanda ”parti benim” diyerek, altından kalkılamayacak sanılan görevlerin üstesinden gelebileceğini unutabiliyor. Ya da bunlar akla gelmeyebiliyor. Çünkü çoğunlukla bizi anın ihtiyaçları yönetebiliyor: bildiri dağıtmak, dergi satmak, bir eyleme bir kişi daha fazla katabilmek gibi sınırlarla kalabiliyor. (Bu faaliyetlerimizin bazen amaçlaştığı durumlar yaşanıyor. Başka bir yazının konusu olduğu için geçiyorum.) Oysa ki sınırsızlık, kişiyi özgürleştirir. Yanıtı verilecek olan bunu nasıl ve hangi planlarla yapacağımızdır. Şehitlerimizden örnek vermek gerekirse, Şengül, Özgür, İrfan, Şevin, Sevda, Berfu, Emre, Medine, Sinan, Ayşe Deniz, Ivana ve daha nice yoldaşlarımız farklı zamanlarda farklı mekanlarda gençlik çalışması içindeydiler. Hepsi de düşmanla savaşımda çok kilit roller üstlendi. Bizler, örgütlediğimiz yoldaşlardan birer Emre, Şevin mi olmasını bekleyeceğiz ve ona göre yoğunlaşacağız yoksa günü kurtarma yaklaşımıyla mı hareket edeceğiz? Bir genç kadını örgütlerken, Medine’nin kendisinde gerçekleştirdiği devrimimi anlatacağız yoksa Avrupa’nın bilmem hangi ülkesinde ki liberal feministlerin izdüşümü sloganlardan mı bahsedeceğiz? Gençlik çalışması, deneyimlerin de gösterdiği gibi bu kırılgan politik hatları fazlasıyla içinde barındarabilen alanlardan bir tanesidir. Çünkü, yapısı gereği esnektir, bir o kadarda öz itibariyle serttir. Söylemde genişlettiği yelpaze, toplumun ezilen her kesimine uzanır ama o yelpaze kapandığında her ezilen kesimden çeşitli renkler alsa da çekirdekte daha dar bir yapı ortaya çıkartır. Ve bu yapı aslolarak olması gereken misyonu oynar ve esnekliğin ufkunu belirler. Bu esnekliğin ufkunu belirleyen, aynı zamanda sınırsız olanakları da değerlendirmeyi bilen, üslubunu doğru zeminler üzerine kuran genç kadrolarla oluşur. Bu genç kadrolar, popüler, liberal, ideolojik akımların farklı isimlerle öne sürdüğü objektifliğe karşı devrimci bakış açısının sahibi olanlardır.

 

Çizgimizi yansıtmak!

 

Gençlik çalışmalarında reformistlerle aynı kitlelere yönelebiliriz. Hatta mevzu bahis gençlik ise politik islamcı gericilerle bile bazen aynı gençlik kitlelerini örgütleme çabasında oluruz. Ama hiçbir zaman aynı slogan ve pratiklerin  savunucusu olamayız. En basitinden bir yemekhane boykotunda bile aynı sloganlar ve aynı pratikleri yapıyorsak, bizim ”biz” olmamazın ne farkı kalır ki? Ya da politik islamcıların, gericilerin örgütlendiği bir emekçi mahalle de ki tavrımız, dilimiz ve kullandığımız araçların aynı olması mümkün müdür?  Bunu daha iyi anlamak için tarihimize bakmak yeterlidir. Bu soruyu şöylede sorabiliriz: Biz sosyalist, komünist gençlik olarak, diğer gençlik örgütlerinden farklılığımızı mücadele yöntemlerimizle, sözümüzle, sloganlarımızla, eylem tarzımızla ortaya koyamazsak neden gençlik örgütlenmek için bizi tercih etsin ki? Emekçi mahallelerde gericiliğin, toplumsal yozlaştırılmanın, dejenerasyon içinden çıkıp gelen gençliğin direniş mevzilerinde sloganlarımızdan ve pratiklerimizden etkilenip katılım sağlayan yoldaşlarımızı ve o süreçlerde ki eylemliliklerimizi, politik kampanyanlarımızı hatırlamak yeterli olacaktır. 

Politik çalışmalarımızı büyütmek bizler açısından en önemli görevlerden birisidir. Fakat burada genişlik ve derinlik gibi iki kısas karşımıza çıkar. Reformistlere en net eleştirilerimiz, genişlerken derinleşememeleri, derinleşseler dahi bu derinleşmenin küçük burjuva kültürden kopuşamamasıdır. Bizler açısından bu iki mesele kimi zaman birbirinin yerine ikame eder hale gelebiliyor. Bir zaman oluyor ki büyüyememenin sancılarını yaşarken bir zaman da oluyor ki aynı sancılar derinleşememe de kendisini gösteriyor. Burada ki temel sorun, bu ikisinin senkronize olamama sorunudur. Örnek vermek gerekirse esnek araçlar kurmak her dönem tartıştığımız ve kimi zamanda başarılı olduğumuz bir konudur. Bu esnek örgüt nihayetinde büyümek içindir. Geniş kitlelerle temasa geçerek propaganda  gücümüzü arttırma, gençliği örgütleme sorununun çözümlerinden bir tanesidir. Fakat genişleme gayretindeyken reformist örgütlerin genişleme yöntemlerinin taklitinin bize kazandırdığı tek bir süreç bile yoktur. Açılan kurslar, yapılan etkinlikler, buluşmalar ve daha niceleri…  Çok basit bir soru sormak gerekirse, hangi örgütçümüz, örgütlenirken sadece sloganlarımıza ya da kurumlarımızda ki kurslara bakarak örgütlendi? Bunlar ilk temas noktalarıdır. Bu ilk temastan sonra ki adımlar da ilişkilenmenin kalıcılığını belirleyici olacaktır.

 

İnternet çağındayız. Kimin, kim olduğunu anlamak için cebinden çıkardığı akıllı telefona sorarak doğru ya da yanlış, eksik ya da fazla bilgilere ulaşılabiliniyor. Teknolojinin sağladığı bu imkanı güçlü bir avantaja dönüştürmek mümkün. Bunun içinde sosyalist gençlik olarak politik, ideolojik çizgimizdeki ayırt edici yanımızı kavratmak, benimsetmek temel bir yerde duruyor.

 

Genç kitleler, inanılmaz bir boşvermişlik içinde, güvenilecek kimseleri bulamadıkları, geleceğe dair tek bir umutlarının dahi olmadığı, yoksulluklarının ve kimi yoksunluklarının suçlularının az çok farkında olarak  bir yerlerde, hesap sormak için mücadele adına bir şeyler yapabilmek için kendilerine uzatılacak eli, kendilerine dokunacak birilerini arıyorlar.

 

Hele ki bu kişiler genç kadınlarsa bu arayış çok daha fazla boyutlara geliyor. Hangi genç kadın, onu taciz edeni, şiddet uygulayanı ya da katledilme girişimine karşı koyup, öz savunmasını yapıp, cezasını veren kadınların haberlerini gördüğünde içi rahatlayarak ”işte bütün mesele budur” demiyordur. Ya da bir kadının katledilmesinin haberiyle öfkeden yerinde duramaz hale gelmiyor? Ya da benzeri sorular LGBTİ+’lar içinde geçerlidir. Ötekileştirilmişliklerinin, yok sayılmalarının hesabını senede bir gün sadece sloganlarla soracak değiller ya? Onlarda hesap sormak ve ödedikleri bedellerin hesabı ödetmek istiyorlar. Ama nasıl ve kiminle?

 

Kobane Serhildanlarında, Öz-yönetim direnişleri döneminde Kürdistan’lı gençlerin, Türkiye metropollerindeki direnişleri hatırlanacaktır. Bugün, gerilla cenazeleri bir kutu içerisinde ailelerine posta ile gönderilirken, gerilla şehitliklerine saldırılırken, Kürde yine ölüm, zulüm reva görülürken, dili, kültürü özbenliği faşist şefliğin bütün kurumlarınca yok sayılıp hakarete uğrarken, bu gençler bir şeyler yapmak istemiyor mudur? Dağlarda ki gerillaya şehirlerden ses olmak için bir arayışı yok mudur? 

 

Alevi gençlerin inançlarını yaşayacakları bütün mekanlar abluka altına alınmışken, kutsallıkları saldırıya uğruyorken, ailelerinden dinledikleri, Sivas’ın, Çorum’un, Dersim’in, Maraş’ın ve daha nice katliam pratiğinin hesabını bugün sormak istemiyorlar mı?

 

Ermeni gençler, Hrant’ın katledilmesinden bu yana ne yapıyorlar? Kurdukları derneklerde halkının öz topraklarındaki soylarının kırıma uğratılmalarının tarihine baktıklarında akademik çalışmalar yapmakla yetinmek mi istiyorlar yoksa Hınçak Partisinin militanları gibi son nefeslerine kadar direnişi büyütmenin yollarını mı tartışıyorlar?

 

Suriye’deki iç savaş nedeniyle doğup büyüdükleri topraklardan göçerek karın tokluğuna çalışan, okuma hakları ellerinden alınan, kaldıkları kamplarda biz ulaşamadığımız için çetelere tetikçi olan genç erkekler, erkek egemen gerici sistemde bedenleri üç kuruşa satılan genç kadınlar, mülteci  yaşadıkları topraklarda horlanmaktan, suçlu görünmekten, geleceğe baktıklarında sadece karanlık bir boşluk görmekten mutlu olduklarını mı düşünüyoruz. Yoksa yol gösterecek bir dost eline ihtiyaç mı duyuyorlardır?

 

Bu sorular ve  daha niceleri pek çok gençlik kesimi için geçerlidir. Zulmün, katledilmenin, tekçi ideolojinin olduğu yerde bu tek merkezin dışında kalan herkesin direniş ve isyan için onlarca makul sebebi vardır. Genç kitlelerin ne istediğini iyi okumakta fayda var. Artık gençler, açısından üniversite okumanın hiçbir manası kalmamıştır. İşsizlik ve geleceksizlik bir şansızlığın sonucu değil sistemin kendi içinde adeta milyonlarca gencin ‘kaderi’ olmuştur. Onlar için belirlenen bu ‘kader’: her gün gencecik insanların intihar haberleriyle karşımıza çıkıyor. İşçi bulma kurumlarının önündeki kuyruklarda yaş ortalamasının her geçen gün düşmesiyle belirginleşiyor. Ne yapacağını bilmeyen gençlerin mafyavari örgütlenmelerde öfkelerini, yozlaşmanın her türlüsüyle birleştirerek bir benlik arayışının dibe batışında da sivriliyor.

 

 

Bu insanlar bir şeyler yapmak istiyor, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Onları bu hale getirenlere öfkeliler ama bu öfkelerini nasıl ve kime karşı yönlendireceklerini bilmiyorlar. Ve bu da onları oradan oraya savuruyor. Bu savrulmanın engellenmesinde komünist öncüye büyük görev düşüyor. Öncelikle ufuk çizgimizi geniş tutmalıyız. Sınırsızlık gençliğin yapısal özelliğidir. Hak alıcılık, hesap soruculukta sınır tanımamak gerekiyor. Gençlik kitlelerinin öfkesini kucaklayıp, politikleştirip atılıma geçirecek politikalara ve araçlara ihtiyacımız var. Ki tarihimizde de bu politika ve araçların örneklerini fazlasıyla bulabiliriz. Genişlememiz, ulaşabildiğimiz en geniş gençlik kesimine ulaşmamız gerekiyor. Temasımızın söz konusu olduğu herkese açık yüreklilikle de “biz buyuz” diyeceğiz. Ama, biz buyuz demenin de farklı yöntemleri olduğunu bilip, kaba tarzlardan uzak durmamız gerektiğini unutmayacağız. Evet, derinleşeceğiz ve yüzeyselliklerden kaçınacağız. O dokunduğumuz kişinin sadece örgütlenecek olan biri değil, devrimci mücadelenin kritik süreçlerinde kritik roller üstlenecek biri olabileceğini de düşünmeliyiz.

 


Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbo’ların yaşamlarını okumakta fayda var. Orada akademik, demokratik eğitim mücadelesinin ufkunun ne denli zorlandığını ve o günlerden bugünlere kadar gelen devrimci geleneklerin nasıl yaratıldıklarını iyi anlayabiliriz. Ve geleneğimizin Paramazlar’dan Denizlere, Mahirlere, İbolara devrimci irade, yoldaşlık, adanmışlık çizgisinde somutlanan devrimci değerleri de kapsadığını hatırlayarak bugüne bakmakta fayda vardır.

 

Gençlik kitleleri örgütlenmeyi bekliyor. Bu kitlenin içinden kimileri de internet başında videolardan, sitelerdeki haberlerden, ateş altında yürüyen komünist öncü partisini arıyor. O partinin yarattığı değerlere hayranlıkla bakıyor. Dün hayranlıkla bakıp yol bulanların bugün mücadele saflarında umut büyüttükleri unutulmamalı. Biz yeter ki yürüdüğümüz yolun anlamında olalım. Ve bu yola aday yoldaşlarımızla buluşabilelim.