Krizden ve İşgalden Çıkış; Birlikte Direniş – Mahir Karayel

Ortadoğu’da uzun vadeli plan yapmak veya yaşananları koşullar ile birlikte değerlendirip köşeli öngörüler oluşturmak hayli zor. Mezhep ve kimlik üzerinden oluşan saflaşmalar ve bu zemin üzerine yükselen yüzlerce yerel gücün yanında emperyalist kuvvetlerin dolaysız ve dolaylı bölge üzerindeki hesapları Ortadoğu’da taktik savaşı hayati kılıyor. Suriye’de süren iç savaştaki dengeler Dünya’yı etkilediği gibi Dünya’dan da etkileniyor. Son olarak ABD’nin yaptığı çekilme açıklaması her bir gücün pozisyonunu yeniden değerlendirmesine hatta taktik değişikliklere gitmesine sebep oluyor.

 

ABD’nin çekilme kararı Trump’ın da söylediği gibi sürpriz değildi. İktidara gelirken “Suriye’den çekilmeyi” vaat eden Trump, vaadini geç de olsa gerçekleştiriyor. Fakat çekilme ve Suriye’deki ittifak politikasındaki değişiklik, devlet klikleri arasında ortaklaşılan bir karar değil. Bunun yanında şimdilik Fransa, İngiltere, Almanya tarafından desteklenen bir karar da değil. ABD içerisinde Trump çizgisinin daha içe dönük bir ABD tahayyül ettiği bir süredir basına yansıyordu ve çekilme açıklamasının ardından Meksika duvarı açıklaması da bu tezi destekler nitelikte. Peki ABD, Ortadoğu’dan tamamen gidiyor mu? ABD’nin çekilişi, İran’ın hegemonyasını dağıtma ve Suriye’deki siyasi çözüm politikalarından topyekün vazgeçtiği anlamına gelmiyor. ABD’nin sahadan ayrılması şüphesiz dengeleri yeni baştan kurmaya sebep olacaktır ama ABD gibi bir emperyalist kuvvet olmadan da yeni dengeler oluşmayacak. Dolayısıyla hamlenin arka planına kabaca bir göz atarsak; Öncelikle bu hamlede öne çıkan durum Ortadoğu’da Türk Devleti ile daha sıkı bir ittifak anlayışını yansıtıyor oluşu. Bir süredir DSG ile yapılan taktiksel ittifak Türkiye ile yaşanan çelişkilerden ötürü gerilemişti. Böylesi durumlarda DSG zaman zaman Rusya ve rejim güçleri ile masaya oturmuş, zaman zaman yapılan operasyonları yavaşlatmak gibi hamleler üretmişti. ABD ise en başında ÖSO vb. çeteler ile değil YPG gibi yerel güce dayanan bir ittifak ile Suriye’deki siyasi çözüme ve sonrasına uzanan bir ittifak planlamıştı. Fakat Türkiye Devleti’nin Kürt fobisi üzerine inşa ettiği Ortadoğu politikası ve ardından Rusya ile yakınlaşması ABD-DSG taktik ittifakını geriletti. Sürekli YPG-TSK gerilimini dengede tutmaya çalışan ABD artık kararını vermiş gibi gözüküyor. Türkiye ve ABD arasında nasıl anlaşmalara varıldığını ilerleyen günlerde göreceğiz fakat tam da işgal ve savaş naraları atılan bu dönemde tahmin etmek zor değil.

 

Erdoğan, devletin kodlanmış düşmanı Kürt halkını yani esasında Rojava’yı hedef alıyor. Türk Devleti bu amaç ekseninde Rojava boyunca beslediği çetelerle bir sınır koridoru oluşturmak istiyor. Haberlere de yansıdığı gibi bu ABD’nin Arap “dostlarını” dahil edeceği bir plana denk düşebilir. Bu hedef ABD ile yapılan anlaşmanın bir kısmını oluşturabilir. Yani şimdi işgal salyalarını etrafa saçan saray elinin kuvvetlendiğini düşünse bile bu anlaşmada kendine düşen görevler ile Rusya yakınlaşması paralel gidecek mi, muallakta. Seçimlerin arefesinde şovenizmi iyiden iyiye körükleyip, bu sayede şoven bir saflaşma ile bir taşla iki kuş vurmaya çalışacak olan diktatör için bu sefer sonuç halen daha tam anlamı ile alamadığı Afrin gibi olmayabilir. Hesaplar önceden olduğu gibi berrak değil artık. Rusya-İran-Suriye desteği dünkü gibi olmayacaktır.

 

Bu gelişmeler şüphesiz Rusya-Suriye ekseniyle DSG arasında görüşmelere, yeni taktik ittifaklara yol açabilir ki şimdiden görüşme açıklamaları ortaya çıktı. Ama her şeyden önce Rojava’nın ve DSG’nin tüm bu gelişmeler karşısında aldığı pozisyon net, daha önce de ifade ettiği gibi ABD taktiksel bir ittifaktır, devrim her şeyden önce kendi özgücüne yaslanarak gelişecektir. Afrin fiziki koşullar bakımından devrimle bağı zayıf olan bir yer olmak ile birlikte Fırat’ın batısında yer alması çeşitli politik açmazları yaratıyordu. Bugün hele ki Afrin’deki işgalci çetelerin ve TSK’nın pratiğinin ardından DSG, YPG, PYD ve Rojava halkı devrime daha güçlü sarılacak, devrimi savunmak için Kobane’de, Serakaniye’de olduğu gibi yeni direnişler yaratacaktır. Diktatör sandığı gibi kolay olan bir savaş yerine içinden çıkamadığı bir denkleme girebilir. Geliştireceği bir işgal hareketi ile birlikte Ortadoğu’da kendi sonunun startını vermiş olacaktır.

 

Halkların özgürlük içinde birliğini sağlayan halkçı demokratik kazanımları barındıran devrim şüphesiz tüm dünya için bir umut taşıyor. Dolayısıyla devrimi savunmak Rojava ya da Ortadoğu ile sınırlı değil. Tüm politik özneler için Avrupa’dan Türkiye’ye kadar her alanda işgale karşı direnişi örgütlemek elzem bir hal alıyor. Özellikle Türkiye’de işgal ve savaş karşıtı bir politik hattın inşa edilmesi ve geliştirilmesi, faşist diktatörlüğün hareket kabiliyetini zayıflatmak bakımından çok önemlidir. Kaldı ki Türkiye’deki politik özneler ve  toplumsal hareketler Saray’ın bu hamlesini salt bir işgal ve savaş gündemi ile ele almak gibi politik bir körlük içerisine girdiği koşulda, faşizmin yükselişi, toplumsal dinamiklerin gerilemesi ve hareket hacminin daralması ile karşı karşıya kalacaktır. Bu bağlamda zaten iç içe olan işgal ve ekonomik krizi üniversitelerde, sokaklarda, mahallelerde ifşa ederek gündemleştirmek önümüzdeki dönemin politik parolası olacaktır. Savaş daha fazla yoksulluktan ve daha fazla baskıdan başka bir şey sunmayacak, Rojava halkları kaybederse Türkiye-Kürdistan halkları da kaybedecek Türkiye ve Kürdistan halklarının birlikte mücadelesi diktatörün en büyük korkusu, halkların ise en canlı umududur. Halklara bu kader birliğini gösterip, dayanışmanın yanında birlikte direniş zeminlerini oluşturmak ve zorlamak tarihsel bir görev olarak tüm sosyalist, yurtsever,devrimci öznelerin önünde durmaktadır.