Devrimci İyimserlik ve Umut – Kalender Polat

İyi düşünürsek iyi olur muyuz?
Devrimci iyimserlik ve umut kavramlarına burjuva bir düşünüş ve soyut bir bakışla yaklaşmamız, somut durumlarda indirgemeci sonuçlar ortaya çıkarır. Bu kavramları elbette sadece mekanik olgular olarak değil, aynı zamanda insanın duygusal boyutunu da hesaba katarak ele almak gerekir. Çünkü insan robotik bir canlı değildir, düşüncelerinin yanında aynı zamanda duyguları vardır. Duygusal boyutuna yazının ilerleyen bölümlerine değineceğiz ama ilk olarak bu kavramların mevcut durumlar içerisindeki yanlış ya da doğru ele alınış biçimlerine bakalım.

İyimserlik ve umut, düzen içi bir yaşamda bizde soyut düşünceler uyandırmaktan öteye gitmiyor. İyimserliğe, salt olarak, yapılan hatalar sonucu oluşan yenilgi ve kötü durumlara kayıtsızlıkla, gözardı etmeyle sınırlı bir yaklaşım var. Örnek olarak, karşımızda bir hedef var ve biz ona ulaşmak istiyoruz, bu hedefe varmak için de önümüzdeki yollarda tehlikeler ve engeller var. Hedefe yürüyüşümüzde hatalar yapıp düşebiliriz, ama kalkıp tekrardan yola devam edeceğiz. “Yola devam etmek”, işte iyimserlik burada devreye giriyor. Devam etmek ve tekrardan düşmemek için hataların ve yanlışların üzerine gitmek, yani bunların kaynağına inip özünü anlamak gerekir, iyimserliği Polyannacılıktan öteye taşıyarak devrimcinin gündelik pratiğinde bir araç haline getirecek olan budur. Salt iyimserlik olarak baksaydık, burjuva düşünüşle iyimserliği ‘kendimizi eyleme, iyi hissettirme’ olarak ele alsaydık ortada bir sorun görmüş ve buna değiştirici bir özne olarak müdahil olmak ve tersine çevirmek yerine onun hiç yaşanmamış olduğu kabulüyle yaşıyor olurduk. Fakat devrimci mücadelenin özneleri olarak ‘iyi’ kavramınının yalnızca kişiler çevresinde şekillenmediğini biliyor, tekil ‘iyi’liklere gömülmeye razı gelmeyerek toplumsal bir kurtuluşun peşinde yaşamlar sürüyoruz. Bunun gereği olarak da ‘iyimser’ olmak ezilenlerin kurtuluşu için hedefe kitli olarak tökezlemeleri de heybemize koyarak yürümeyi gerektiriyor. Anlatımdan devrimci iyimserlik sadece kötüye ve hatalara odaklanır gibi bir sonuç çıkarılmasın, çünkü esasında iki yönlüdür. Bir taraftan hatalardan ders çıkarmak varsa aynı zamanda sadece hatalara gömülü kalmadan başarıları görmek de vardır, ikisi eş zamanlı olarak var olmalıdır. Sadece hataları görüp, başarıları görmezden gelirsek bu bizi karamsarlığa yönlendirir. Bu iki yönlü bakış bizim hem daha az hata yapmamızı sağlayacak ve adımlarımızı kuvvetlendirecek hem de mücadele azmimizi ona motivasyon kazandırarak perçinleyecektir.

Umut Pamuk İpliğine mi Sarılı?
Umudun somut bir olgu olduğunu söyledik fakat umuda bağlanmış bir inanç elbette vardır. Umut etmek bizi inançlı kılan, her daim alacakaranlığın ardından sökecek şafağı gözleme yoluna koyandır. Ama buradaki önemli nokta, bunu felsefi idealizm ile karıştırmamaktır. Bizler için “umut somuttur” ve “somut durumlara” kesinlikle bağlıdır. Karşı çıktığımız nokta da esas itibariyle zaten burasıdır. Burjuva-idealist felsefe tarzının insanda yarattığı düşünce genellikle umudu salt bir inanış, sadece soyut bir kavram olarak görmesidir. Böyle bir ele alış hiçbir zaman bize kesin bir durum sunmaz. Çünkü umutsuzluğun baş göstermesinde temel olarak somut olaylar vardır. Umutsuzluk bir anda gökten vahiy olarak inmez, bu duygumuzu örgütleyen maddi koşullar vardır. Tabi ki bu durumu soyut bir inanış olarak düşünenler, umutsuzluğu tanrısal bir sınama biçimi olarak görürler. İşte umudun somut durum ve maddi gerçek ile ayrı ele alınışı böyle anti-bilimsel bir sonuç ortaya çıkarıyor. Umudun örgütlenmesinde duygusal boyutun da epeyce önemi vardır, insanı duygusal bakımdan etkileyen birçok faktör vardır. Bazen okuduğu bir kitap, dinlediği bir şarkı, izlediği bir film, gördüğü bir haber kişide umudu doğurabilir, bu açıdan etkileşimli ve bu etkileşimle var edilebilir bir duygu olduğunu ortaya koymak gerekli.

Umudu Örgütlemek
Umudun somut kavranışını güçlendirmek için kitlelerin ve daha özelinde gençliğin mevcut toplumsal durumunu incelemek gerekir. Şu an güncel olarak gençlik, içinde bulunduğu koşullar ve kendini bulacağını düşündüğü gelecekten umutsuzdur, bu düzenin böyle sürüp gitmesi ile tatmin olmamaktadır. Bunun bir adım ilerisinde ise içinde bulundukları baskı ve sömürü düzeninin değişmeyeceğini, ‘böyle gelip böyle geçeceğini’ düşünüyor. Bu umutsuzluğu ve buradan çıkar yol görememe halini yaratan somut birçok örnek verebiliriz ama mevcut politik koşullar içinde en çok etkisi olan ve göze çarpanlar olarak, işçi sınıfı ve ezilenlerin ideolojisine karşı burjuva ideolojik hegemonyanın güçlenmesi, burjuvazinin zor aygıtlarının etkisini artırarak kullanması ve bu yolla baskıyı her geçen gün artırması olarak ortaya koyabiliriz.

İdeolojik hegemonya meselesinden başlayalım, bugün umutsuzluğu yaratan etkenler arasında bu konunun çok büyük bir payı var. Çünkü ideolojik hegemonyanın burjuvazinin elinde olması ona geniş kitleler içinde etki alanı yaratıyor.. Tabii bunun karşısında işçi sınıfı ve ezilenlerin ideolojik hegemonyasını sağlamak için mücadele edenler de var. Umutsuzluğun baş gösterdiği zamanlar genellikle burjuva ideolojik hegemonyanın gittikçe güç kazandığı ve ona karşı mücadele edenlerin de bu güç karşısında işçi sınıfı ve ezilenlerin ideolojik gücünü oluşturamadığı dönemlerde görülüyor. İdeolojik hegemonya mücadelesi içerisinde devrimci hegemonyanın gelişmesi demek, diğer taraftan burjuva hegemonyanın zayıflaması ve güçsüzleşmesi demektir. Karanlık ile aydınlık gibi bir ilişki vardır aralarında. Biri güçlenirken diğerinin zayıflaması kuralı işliyor. Yani sonuç olarak umudun örgütlenmesi önümüze somut bir görev olarak devrimci ideolojik bir hegemonyanın genişletilmesini koyuyor. Hegemonyanın gelişimi de pratik bir stratejiye bağlıdır ve bu stratejinin de kendisini ilkelerde ve programda buluşturması gerekir. Umudu oluşturan da bu strateji ve programın somut pratikte hayat bulmasıyla gerçekleşebilir. Umut ancak onu örgütleyecek görüş açıklığına sahip kuvvetin dilinde anlamına kavuşabilir.

Bu pratik ve ideolojik mücadelenin hayat bulmasını engellemek için burjuvazi zor aygıtlarının etkisini artırmaktadır. Bunu baskı, gözaltı ve tutuklama gibi saldırılar yoluyla gün be gün göstermektedir. Burjuvazi bu araçları kendi konumunu sağlamlaştırmak için kullanmaktadır. Bu zor araçları umudu somutta örgütleyenleri zapt etmek ya da onlarla talep ve özlemlerle yüklü kitlelerin onlarla buluşmasını engellemenin yanı sıra umudu arayan ezilenlere kendi hegemonyası sınırlarında seçenekler ortaya koymakta ve böylece bu özlemi kendi çizdiği sınırlarda dindirmenin yollarını aramaktadır. Örneğin çok yakın bir tarih kesitine dönecek olursak kitlelerin büyük bir kısmı tüm umutlarını seçim sandıklarına bağlamıştı, aylar boyunca burjuva muhalefet blokunun kampanyasında ‘bahar’ ve ‘umut’ kadar çok dillendirilen başka kelime olmamıştır herhal. Burjuvazinin yarattığı bu umut yanılsaması sonrasında iki seçim sonucuna bakarak artık hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünen gençlik kitleleri yarattı, değişimin örgütlenmesine ilgisizlik ve değişim arzusunun bu kadar kuvvetli olduğu anlarda onu inşaa ile bilinçli olarak buluşmama hali seçim ardı şu günlerde ayyuka çıkmış halde. Kısacası umudun tariflenişi ve inşası, böylesi yanlış pratiklere bağlanırsa, hayal kırıklıklarıyla sonuçlanması pekala deneyimlediğimiz üzere kaçınılmaz olacaktır. Bu yanlış pratiklerde hata aramayanlar, hatayı kitlelerde buluyorlar. Seçim sandığından çıkan sonuca göre, kendi özgücüne ve halkın gücüne güvensizleşenler ve hatta artık düzenin değişmeyeceğini düşünenler var. Ama unutmamalıyız ki aynı halk Gezi Ayaklanması’nı başlattı, seksen kentte meydanları zapt etti. Öz yönetim direnişleri oldu, mahalle mahalle özgürlüğü için can feda direndi. Her yeri bir direniş alanına çeviren bu halk faşist rejimi kökünden sarsmıştı. Belki bu ayaklanmalar zaferle buluşamadı ama umutsuzluğa sürüklenen her bir emekçi için umut kaynağı oldu. Gezi’de günlerini geçirmiş olanlarla sohbetlerinizde gözlerinin ışıldadığını, orada yaşıyor hissettiğini çokça kez işiteceksinizdir. Tam tersine Gezi’nin yenilgisi ile savrulan ve bir daha yaşamında aynı tadı yakalayamayan bir gençlik kuşağının gerçekliği de önümüzde duruyor. Umudun inşaası ve yoksunluğunun sonuçları bu tek örnekte bile kendini ortaya koyuyor. Bugün milyonlar umutsuzlukta debeleniyor, ona ulaşabilmek için umudu yok eden bu düzenin yarattığı ‘umut tacirliği piyasasında’ dükkan dükkan dolanıyor. Kimisi ona ulaşmayı terapiler, seanslar, pek çok ilaç ile deniyor. Kimisi fallar, kartlarla kendini iyi bir gelecek beklentisi ve avuntusuyla oyalıyor. Kimisi de gözünü başka topraklardaki yaşamlara dönerek umuda ulaşmayı uzak mesafelerle deniyor… Tüm bu örnekler bizlere umudun nasıl bir ihtiyaç olduğunu ortaya koyarken nasıl onun da piyasalaştırıldığını ve devrimci olan yıkım gücünün düzen içileştirilmeye müsait olduğunu da gösteriyor. Görevimiz ise bu savrukluktan gençliği alıkoyarak umudun eylemle buluşabilmesini örgütlemekte saklı.

Sonuç olarak umutsuzluğun karşısında umudu her zaman dimdik ayakta tutanlar oldu ve olacaktır. Dünya coğrafyasının birçok bölgesinde burjuvazi hep bir ağızdan koro halinde “Onları bitirdik, bir daha başlarını bile kaldıramazlar” diyordu. Bu cümle çokça kez dile getirildi ama ezilen milyonlar ve devrimciler buna karşı devrimci iyimserliğini ve umudun tohumlarını çoktan filizlendirmişti. Yenilgilerden ve hatalardan ders çıkararak yürüyen devrimciler, köklerini bütün dünya coğrafyasından direniş geleneğine kopmaz bağlarla bağladılar. Ekim Devrimi’ni yaratanlardan tutalım da Sierralar’da çarpışanlara, coğrafyamızda 71 devrimci kopuşunu yaratanlardan yıllarca süren işgalin gölgesinden egemenlerin dizini titreten direnişler çıkaran Filistin halkına kadar daha birçok devrimci durum bize değişimin gerçekleşebileceğini ve umudun hep var olduğunu, giderek ancak ve ancak çelikleştiğini göstermiştir ve göstermeye de devam edecektir. İnancımızı gerçeklerden alıyoruz, umutsuzluk zincirlerini kıralım!