Kerem*’den Demhat’a Uzanan Yolculuk – Roza Sadet

Bir gün bu satırları yazacağımı biliyordum. Ama olur ya hep beklediğin şey hiç beklemediğin bir zamanda gelir. Senin yıldızlaşma haberin de öyleydi benim için. Ve sen artık bana/bize devretmiştin en önlerde taşıdığın mücadelenin bayrağını. Şimdi seni anlatmak bana/bize düşüyor. Seni anlatmak: gençliğin adanmış devrimciliğini ve özneleşme iradesini anlatmak. Şimdiden söyleyeyim mükemmel bir insan anlatmayacağım. Aksine yer yer “bilmiş” denebilecek kadar kendinden emin, “afacan” denebilecek kadar çocukça ama devrimci adanmışlığı kuşanmış birini anlatacağım. 

Onunla tanışmamız 2014 yazının sonunda olmuştu. Tanıştığımız an kararlı bir devrimci olduğunu anlamıştım. Politikleşmesi daha önce yaklaşık 4 yıl mücadele ettiği başka bir örgütte başlamıştı. Oldukça apolitik Yugoslav göçmeni bir aileden gelmesine rağmen çok küçük yaşta rap müziğe olan ilgisi sayesinde politika ile tanışmıştı. Kısa bir süre birlikte aynı örgütte mücadele ettik. Tanıştığımız ilk zamanlar ona uzun zamandır örgütlü olduğu eski örgütünden neden ayrıldığını sorduğumda “Bu mücadelenin farklı araç ve biçimlerle yürütülmesi gerektiğini fark ettim” demişti. Bir kez daha anlamıştım mücadeledeki kararlılığını ve durduğu yerdeki bilincini. Zaten onu birazcık tanıyan biri anlardı aklında en ufak bir soru işareti dahi olsa asla bir şey yaptıramazdınız ona. Birlikte mücadele ettiğimiz dönemde biraz daha yakından tanıma fırsatım oldu O’nu. O dönem özelde genç kadın çalışması yürütüyordum. Genç bir erkek komünist olarak kendisine kadın gündemleri ile ilişkilenmeyi görev biçmişti ve kadın özgürlük mücadelesine dair konuşuyor, ilgileniyordu. O dönemler genç kadınlar olarak bülten çıkarıyorduk ve kendisi öneriyordu bültenin tasarımını yapmayı. Bu O’nda ilk dikkatimi çeken özelliklerden olmuştu. Dikkatimi çeken diğer bir özelliği her şeyi tartışması, eleştirmesi ve değiştirmek istemesiydi. Hayatımda gördüğüm en eleştirel insanlardan biriydi Kerem ama aynı zamanda tüm bu eleştirdiklerini kendisinin değiştireceğinin bilincinde olan insan. Altı boş eleştiri yapmazdı, eleştirdiği her şeyi değiştirmede özne olmak ister, sorumluluk almak isterdi.

2014 Ekim’inde Paramaz Kızılbaş**’ın IŞİD’e karşı Kobane’nin savunusunda ölümsüzleştiği haberini aldık. Paramaz’ın şehadeti birçok Türkiyeli genci etkilediği gibi Kerem’i de derinden etkilemişti. O dönem Paramaz için astığı ‘’Stalingrad ya da Kobane Farketmez Bizimkiler Hep Aynı Kararlılıkla Dövüşür’’ yazılı pankartı Hosta’ya asma sebebi bile bir öfkenin doğurduğu bilinçti. “Bu pankartı Hosta’ya asalım, geçen yıl 8 Mart’ta buraya pankart asıldığında çalışanları kadınları linç etmişti, cevap da olur onlara” demişti. Kerem o pankartı sadece Kadıköy sokaklarına asmadı. Haftalarca çantasında o pankartlarla dolandı ve Paramaz’ı gittiği her yere taşıdı. O dönem liseli gençlik mücadelesini büyütmek için çalışma yürüttüğü Gazi Mahallesi’nde Paramaz Kızılbaş için çadır açmış günlerce o çadırda eve gitmeden kalmıştı. Kerem’in Paramaz’ın fotoğrafını her yerde dalgalandırması ve Kobane’yi savunan diğer genç komünistlerin şiarını yükseltmesi bir heves değildi, aksine tam bir bilinçti. Tarihsel olarak oynaması gereken bir rol vardı ve o rolü sadelikle ve adanmışlıkla oynayacaktı O. 

Daha sonra sosyalist gazeteciliğe başlamıştı ve birbirimizi daha az görür olmuştuk. Görüşemediğimiz zaman diliminde aklında sürekli tartıştığı ‘’sınırsızlık’’ isteği netleşmişti. Sadeleşmişti o dönem, tekrar görüşmeye başladığımızda anlamıştım. Eski tanıdığım Kerem yoktu artık, karşımda çok daha adanmış kendini yenilemiş bir devrimci vardı.

Bu anlattıklarımdan sürekli ciddi tartışmalar yürüten, donuk, teknik bir insan gelmesin aklınıza. Aksine o eğlenmesini de bilen hiç beklemediğiniz biçimde çılgınlıklar yapan biriydi. Yaşamda yaşının insanı, mücadelede adanmış bir devrimci… Yağmur yağarken otobüsten inip damlaların altında koşuşturan, gittiğimiz bir hastanede haşarı tavırları yüzünden gülme krizine girdiğimiz için birlikte kovulduğumuz biriydi. Kakaolu süt içip, doritos peynirli yediği için mutlu olan; patetes kızartması ve kolayla beslenen senden benden farklı olmayan biriydi. Yaşının insanıydı yani… 

7 Haziran seçimlerinden önce Bursa’da metal işçilerinin fabrika işgalleri vardı. Hiç düşünmeden Bursa’ya gitti, işçilerin yanında onların mücadelesine ses olmak için. Bursa’ya gitmeden önce “İleri derecede skolyozun var gitme istersen daha fotoğraf makinesini doğru düzgün taşıyamıyorsun” dediğimde, “Sınıf için can kurban, belim ağrımış 3-5 gün çok mu?” demişti. Bursa’da kaldığı birkaç gün içerisinde öyle mutluydu ki, orada daha fazla kalmak istiyordu ama dönemin imkanları buna el vermemişti. Geldiğinde tek gündemi Bursa ve Bursa’dan Kocaeli’ye sıçrayan işçi direnişleriydi. İşçi sınıfının sesine herkesin kulak vermesi için deneyimlerini anlatıyor, yer yer ateşli tartışmalara giriyor, yazılar yazıyordu.

Sadece Bursa’daki işçi direnişçileri değil, yanı başındaki Ülker direnişinde haber takip etmese bile işçilerle sohbet etmek için sabah kalkması gereken saatten çok daha önce kalkar, işçilerle kahvaltı yapardı. Fırsatını bulduğu her an İnşaat-İş’e, Birleşik Metal-İş’e giderek işçilerin gündemlerini öğrenmeye çalışırdı. O devrime yüzünü döndükten sonra ben sosyalist gazetecilik yapmaya başlamıştım ve gittiğim hemen hemen her işçi sendikasında, her işçi direnişinde adı geçer, işçiler O’nu merak ederdi.

Kadın yoldaşları ile kurduğu ilişki de çok başkaydı O’nun. Okuduğu herhangi bir kadın özgürlük mücadelesine dair yazıyı paylaşır, aklına takılan yerleri ısrarla tartışmak isterdi. Veya O’nun erkekliğine dair yaptığın bir eleştiriye önce karşı çıksa dahi daha sonra düşünür tartışır, gelip haklı veya haksız olduğunu tartışırdı. 

Yüzünü devrim topraklarına dönmeden önceki zaman diliminde bir şeyleri ertelemeden yapmak için o kadar ısrarcı olurdu ki anlayamazdım bu ısrarını, aksine garip gelirdi. Kendi kendime “Kerem bu kadar ısrarcı bir insan değil ki ” derdim. Şimdi çok daha iyi anlıyorum o ısrarını; buradaki sevdiği herkesten, her şeyden zaman çalmak istemiş O. Buradaki yaşamını da çok seviyordu ama devrimin topraklarında olma coşkusu her şeyin önüne geçiyordu. Bu bilinçle ve iradeyle Yugoslav göçmeni bir genç olarak Kürt halkının mücadelesine tereddütsüz omuz verdi. Burada nasıl iyi bir devrimci, iyi bir özgür basın emekçisi olduysa; devrim topraklarında da iyi bir komünist ve savaşçı oldu. Efrin’e işgal girişiminin başlamasının ardından savunulmasında yer almak için tereddütsüz kendini önerip orada şehit düşen yoldaşlarının izinden adımlamak istedi.

Kısacası 1990’larda doğmuş,  Gezi Ayaklanması’nın barikatlarında direnmiş, orada yaralanmış hatta o dönemin sloganlarından biri olan “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, sil gözyaşlarını” sözünü duvarlara taşımış biriydi O. Sosyal medyadan iyi anlayan, teknik gelişmeleri takip eden ve senden benden farklı olmayan sıradan bir insan… O’nu farklılaştıran burada çok daha ‘’rahat’’ bir yaşamı olabilecekken, her şeyi elinin tersiyle itip adanmış devrimci ruhla savaş siperlerinin en önüne koşması oldu. Kerem, bize, “Gezi kuşağı” dediğimiz kuşağa şunu gösterdi: Eleştirelim, sorgulayalım ama sorguladığımız ve eleştirdiğimiz şeyleri değiştirmenin de öznesi olalım. O’nu tanımlamak “gençliğin özneleşme iradesi” olurdu herhalde. 

Bazı insanlar derinden akar, sessiz, sade ama coşkuludur akışları. Yüzeye çıktıklarında derinden sarsar yeryüzünü. O derinden akanlardan bir tanesiydi Kerem, Rojava’nın Demhat’ı. Bugün O, bize özne olma çağrısı yapıyor. Kerem’den Demhat’ı yaratan Paramaz Kızılbaş’tı, eminim ki Demhat’ın yaşamı ve eylemi de başka adanmış genç devrimciler yaratacak. O’nu yaşatmak istiyorsak, bu mücadeleye omuz verip zafere ulaşana dek bayrağı düşürmemek parolamız olmalı.  Tıpkı Demhat’ın Rojava devrimini savunmak için işgalin ilk günü en ön saflarda canını siper etmesi gibi. 

O, 24 yıllık yaşamına birçok şey sığdırdı. Söz-eylem birliğiydi Kerem. Yüzünü devrime döndükten sonra ve şehadete ulaştığında çok daha iyi tanıdım O’nu. O’nunla yollarımız fiziki olarak ayrıldığında en zor zamanlarımda benimle yaptığı tartışmalara, pratiğine dayandım; kurduğu yoldaşlık ilişkisiydi beni birçok yerde ayakta tutan. Şimdi de aynı pratik benim yere çok daha sağlam basmamı sağlıyor. Rojava’ya yüzünü dönmeden evvel kendince vedalaşan bir mesaj atarak “Umarım bir gün bir yerde karşılaşırız, iyi ki tanıdım seni” yazmıştı. Şimdi yollarımız yine kesişti bu sefer hiç ayrılmamak üzere. Sen bana veda etmiştin, bu da benim sana vedam olsun can yoldaşım.  Ben ölmeden ölmeyeceksin…


*Kerem Pehlivan: Parti adıyla Demhat Günebakan, 9 Ekim 2019’da Serekaniye’nin işgale karşı savunulmasında yer alırken ölümsüzleşti.
**Paramaz Kızılbaş: Suphi Nejat Ağırnaslı, Ekim 2014’te Kobane’nin IŞİD çetelerine karşı savunulmasında yer alırken ölümsüzleşti.