Tayyipsiz ve Tacizsiz Hava Sahası

Ezilenlerin öfke patlamasıyla ortaya çıkan Gezi Ayaklanmasında, ataerkil toplum ve temsilcileri tarafından ezilen kadınlar; eril dile, cinsiyetçiliğe, erkek egemen zihniyete direnme tarihleri ile ayaklanmanın en önemli parçalarından birisiydi. AKP’nin, dönemin başbakanı Erdoğan’ın, ve aynı akla sahip onlarcasının cinsiyetçi ve kadını aşağılayan söylemleri, tehditleri gün geçtikçe çoğalıyordu. Sokakları dolduran kadınlar, bir yandan AKP’ye, karşı direnirken, diğer yandan ise parkın içinde, dışında, ona çıkan tüm yollarda eril dil, cinsiyetçi küfürlere karşı mücadele verdiler. Barikat başlarında, Gezi komünlerinde özneleşen kadınların rengi, sesi, kadın olmanın bilinci milyonlara hızlıca ulaşıyordu.

Ayaklanmanın temel öznelerinden birisi olan kadınlar neden günlerce meydanları, sokakları doldurmuştu, bu öfkenin kaynağı neydi sorusu elbette ki akıllara gelecektir. 31 Mayıs isyanı sırasını beklerken, erkek-devlet temsilcisi AKP, kadının bedenine, kimliğine, emeğine yönelik saldırılarını yoğunlaştırmıştı. Kadının bedenine karışabileceğini zanneden Erdoğan’a belirgin kadın tepkilerinden birisi kürtajı yasaklama çabasında geldi. Dönemin hükümetinin, kürtajı yasaklama girişimine karşı binlerce kadın meydanları doldurmuş, “benim bedenim benim kararım” demişti. Ayaklanmadan bir süre önce “En az 3 çocuk doğurun” diyerek kadınlara talimat veren Erdoğan’a karşı kadınların tepkisi bu sefer ‘bedenimden elini çek’ olmuştu. Hopa’da Erdoğan protestoları sırasında biber gazı yüzünden yaşamını yitiren Metin Lokumcu’u için yapılan eylemde bir kadının polislerce kalçası kırılmıştı. Erdoğan ise, kalçası kırılan Dilşat’ı kast ederek “O kadın mıdır, kız mıdır?” demiş ve elbette ki dört bir yanda kadınların tepkisi ile karşılaşmıştı.

Erdoğan ve AKP’de cisimleşmiş, erkek-devletin kadın bedeni üzerinde tahakküm oluşturma çabası, yaklaşan ayaklanmada kadınların büyüyen öfkesi ile karşılaşacaktı. Bedeni, kimliği, yaşamı, çocuğu, çocuksuzluğu, kadınlığı her gün saldırı altında olan kadınlar Erdoğan ve AKP’ye karşı başlatılan ayaklanmada barikat başlarını, en ön safları kaybetmeyecektir. On binlerce kadın günlerce meydanları terk etmeyeceklerdir. Kadınlar çiçektir diyenlere karşı, biber gazının karşısındaki kırmızılı kadın, TOMA’nın önünde siyahlı kadın, polis saldırısına karşı direnen sapanlı teyze olacaklardır. Ayaklanmanın ilk akla gelen figürlerine, “yenilmezler”e dönüşeceklerdir. Sapanıyla ve gaz maskesiyle direnişin parçası olan kadınlar, barikatlardan ayrılmadıklarını ve direnişin öznesi olduklarını hem Erdoğan’a hem AKP’ye hem de uluslararası alana böylece göstermiş oldular.

Gezi direnişi aynı zamanda kadınların ataerkinin tüm unsurlarına karşı savaştıkları da bir ayaklanma olmuştur. Duvarlardaki cinsiyetçi söylem ve küfürler silinmiş yerine aşk, direniş, isyan yazmışlardır. Kadınlar İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirdikleri eylemlerde “Küfürle değil, inatla isyan”, “Küfürler değil inatla diren” şiarlarında ısrarcıydılar. Bu ısrarın bir sonucu, kitlelerin bugün bile hafızalarında yer tutan “Kurabiye Tayyip”tir. Öfkesini küfürü ile dile getirenlerle, Gezi’nin dili ve mizahı yer değiştirmiştir.

Ayaklanmanın sürdüğü günlerde, İstanbul valisi Hüseyin Avni Mutlu ve dönemin başbakanı Erdoğan yaptığı açıklamada çapulcuların annelerine “Çocuklarınızı Gezi’den çekin” dedi.Bunun ardından insan zinciri oluşturan kadınların cevabı “Sevgili polis anneleri, çocuklarınızı parktan çekin.”oldu. Bu eylemle, devletin kadınlara tahsis ettiği annelik rolüne farklı bir bakış açısı getiren kadınlar, direnişin bir parçası olduklarının altını çizmiş oldular.

Yaşadığımız coğrafyada, kadınların mücadele birikimleri çok eskiye dayanmakla birlikte, cins bilinci ve kadın aklının hakim olduğu ilk ayaklanma Gezi’ydi. Kadınların devlet şiddetine karşı ayaklanmaya katılmaları tesadüf değildi. Ayrıca, kadını barikat gerisi olarak görenlere, korunmaya ihtiyaç duyduğunu düşünenlere karşı barikatların en önünde, ayaklanmanın öznesinden biri olarak yer alması da tesadüf değildir. Tarihsel süreç içerinde kadın mücadelesi, sadece kendini ilgilendiren ve kısıtlı bir mücadele alanı olmaktan çıkıp tümden mücadelenin taşıyıcısı ve yapı taşı olmuştur. Kuşkusuz kadınların, Gezi ayaklanmasındaki varlığı ve taşıyıcılığı sonrasındaki süreci de etkilemiştir. Günümüzün yeni kadın isyanlarında öğretici bir rol oynamıştır.

Ayaklanma Yedi Renk

Gezi’nin bir başka ve önemli yapı taşı da ezilen cinsler olan LGBTİ+ lardı. Bu topraklarda, örgütlü mücadele birikimleri 1990’lara dayanmakla beraber, farklı kesimden kitlelerle bir araya gelişinin Gezi’yle başladığını söylemek yanlış olmaz.

LGBTİ+ ‘lar, erkek egemen sistem tarafından yok sayılmış ve nefret cinayetleriyle katledilmişlerdir. Trans kadınlar, faşizmin ve erkekliğin birbirini besleyerek büyüdüğü 1980 faşist askeri darbe döneminin en görünmez mağdurlarıdır. Tüm bunlara karşı ilk örgütlü LGBTİ+ mücadelesi 93’te kurulan dernek ve İstanbul’da gerçekleşen Onur Yürüyüşü ile filizlenir. Yürüyüşün devlet şiddetiyle bastırılmaya çalışılmasına rağmen, LGBTİ+’lar örgütlenmeye hızla devam etmiştir. Mücadele birikimi böylesine artarken, erkek devlet ve ataerkil zihniyetin yok sayma ve katletme politikası devam etmektedir.

Gezi ayaklanması sırasında %50’yi evde zor tutan AKP’ye karşı, yan yana gelen %50’de LGBTİ+’lar ilk kez bir ayaklanmanın dinamik parçası kabul edildiler.Bu ayaklanma aynı zamanda yaşamda yok sayılmaya çalışılan LGBTİ+’ların varlıklarını direnişin gücüyle birleştirmesi olmuştur. LGBTi+’lar, barikatın başında, parkın içinde, komün yaşamda eril dile, erkek egemen yaklaşımlara karşı mücadele etmişlerdir. Parkın kazanılması mücadelesinde, Taksim’de yaşayan trans kadınlar polis saldırıları sırasında evlerini direnişçilere açmaları, toplumun ön yargılarını kırmada önemli bir etken olmuştur. Komün ve park içinde ki birleşik yaşamın, ayaklanmaya katılan milyonlardaki homofobik algıyı kırmanın ilk eşiği olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Gezi ayaklanması ardından LGBTİ+’ların düzenlediği Onur Yürüyüşü, ayaklanma ile içi içe geçmiştir. İstanbul, tarihinin en yüksek katılımlı Onur Yürüyüşü’ne ev sahipliği yapmıştır. LGBTİ+’ların, Gezi ayaklanmasının mizahına göz kırpan sloganları geniş ayaklanma kesimleri tarafından sahiplenilmiştir. Gökkuşağı renklerinin Taksim’i ve Gezi’yi boyadığı yürüyüş, ayaklanmanın taşıyıcılarından biri olmuştur. LGBTİ+’ların tüm mücadele birikimlerini aktardıkları direniş, tabuları yıkmaya bir adım daha yaklaşırken, LGBTİ+ mücadelesi de varlığını Gezi ayaklanması ile daha görünür kılmıştır. Tüm direngenlikleri ve öfkeleriyle ayaklanmanın yapı taşlarından olan LGBTİ+ mücadelesi önemli bir eşiği geçmiştir. Ayaklanma sonrasında da LGBTİ+ mücadelesine dair duyarlılık, merak ve bununla ilintili olarak bilinç yükselmektedir. Gezi Ayaklanmasından itibaren hiç bir ayaklanma tahayyülü LGBTİ+’lar olmadan kurulamaz. Ayaklanma sonrasında da etkisini arttırarak devam eden LGBTİ+ mücadelesi, geniş katılımlı Onur Yürüyüşlerinin düzenlenmesinden üniversitelerde kurulan kulüplere dek ataerkiye karşı barikatın başında durmaya devam etmektedir.