Haykıracağız ‘Kızıl İnkılabımızı’! – Alev Özkiraz & Deniz Bahçeci

“Yangınları haykıran Yangın Kulesi tepeden bakma bize

Bir gün elbet

Seni borazan yapacağız kendimize,

İstanbul’un ağzı

Haykıracak kızıl inkılabımızı!”

 

Her yıl bahar ayları devrimci gençlik önderleri başta olmak üzere anmalar; 1 Mayıs, Newroz gibi kitlesel mücadele günleri ile buluşur; gençlik hareketi dinamizmine kavuşurdu. Baharın gelişi ile mücadele filiz verirdi adeta. Bu bahar ise koronavirüs salgınının hayatı adeta alt üst ettiği bir o kadar da işçiler, emekçiler başta olmak üzere ezilenlerin tüm kesimlerine ağır koşullar dayattığı bir dönem oldu.

 

Koşullar müsait; evde kalamıyoruz!

 Koronavirüs Türkiye ve Kürdistan’da görüldüğü ilk günlerden itibaren Saray rejimi kendi düzenini sürdürmeyi, pandemi koşullarında sermayeyi en az hasarla çıkarmanın fırsatçılığıyla hareket etti. İşçiler; emekçi semtlerde, apartman dairelerinde, gecekondularda kalamazken villalardan, yalılardan, saraylardan “evde kalın” deyip iki yüzlülükle işçileri ölüme gönderdiler. Ekoloji direnişlerinin konusu olan Kaz Dağları, Salda Gölü salgın bahanesiyle yağmaya açıldı. Halklarımızın seçtiği belediyelere kayyum atamaları devam etti.  Faşist kontragerilla şefleri, mafyatik ilişkileri, kadın katilleri ve tecavüzcüler hapishanelerden salınırken, onur ve özgürlük mücadelesini yükselten siyasi tutsaklar önlem bile alınmayan koşullarda hücrelerde ölüme terkedildi.

 Salgın koşullarını en ağır yaşayan kesimlerden birisi de şüphesiz gençlerdi. 1,5 milyon genç yaşıtlarına yasak olmasına rağmen işçi oldukları için salgına rağmen işyerlerinde ölüme gönderildi. Birçok öğrenci online eğitime ulaşamadı. Yani milyonlarca gencin eğitim hakkı bir anda buhar oldu. EBA TV ile idam sahneleri izletildi. Özel ve kamu üniversiteleri arasındaki fırsat eşitsizliği daha da derinleşti. Özetlemek gerekirse  gençlerin işçi olan bir kısmı ölüme işyerlerine yollandı, genellikle part-time çalışan işsiz kalan bir kısmı evde açlığa mahkum oldu ve ailelerinin yanına adeta sığınan öğrenciler ise koskoca bir dönemi online eğitimin belirsizlikleri içinde kaygıyla geçirdi. Ölüm ve geleceksizlik gençliğin payına düşen oldu.

İşte bu ağır koşulları daha da ağırlaştıran ise yönetmek için faşist uygulamalarına güvenen Şefin karşısında durması gereken neredeyse tüm demokratik kuvvetlerin sessizliğe bürünmesiydi. İşçilerin, emekçilerin örgütlenmesi olan politik öznelerin çoğu bocalama, dağınıklık, politik olarak salgına göre pozisyon alamayan şekilde evlerinde kalmaya devam etti. Yüzlerce işçi ve emekçi salgın koşullarında çalışmaya devam ediyordu/ediyor. Yani işçiler, emekçiler sokakları salgına rağmen evde aç kalmamak için adımlıyordu. Sorun; sınıfın sesi olması gereken ve halk sağlığı talebini yükseltmesi gerekenlerin ortalarda gözükmemesiydi. Bu süreç 1 Mayıs’a, işçi sınıfının taleplerini daha gür haykırdığı mücadele gününe ve onun örgütlenme sürecine de yansıdı. Sınırlı sayıda politik özneler fabrika önlerinde, mahallerde dayanışmayı büyütüp, ücretli izin talebini yükselttiler. Bir kısım ise pandemi sürecinde şüphesiz hepsi birbirinden değerli ama tespitlerle sınırlı olarak izleyici kaldılar. Hem de Marx’ın o ünlü sözünü unutarak; “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.” 

 

“Coronavirus yeni bir mücadeleyi dayattı”

 Pandemi koşulları şüphesiz yeni bir biçimde siyaset yapma tarzını dayattı. Halk sağlığı ve hijyen bu biçimleri belirleyen temel etken oldu. ​Sosyalist Gençlik dönemin ihtiyacına göre hareket marjını hızlıca belirleyen, buna göre konumlanan perspektifle hareket etti. Sürece uygun biçimde yeni bir formda kendini dönüştürdü. Komün evler ve komiteler temel çalışma tarzı oldu. Faşizmin sermayenin çıkarlarını kolladığı koşullarda, halklarımızın bu süreci dayanışma ve politik talepler ile aşmaktan başka çaresi olmayacaktı. Bu anlayışla en geniş kitlelerle siyaset yapma görüş açısıyla dayanışma ağlarının içinde yer aldı. Dayanışma ağlarını salt bir yardımlaşma aracı gibi görmedi. Faşizm pandemiyi nasıl lütuf görüp işçi sınıfını, sermaye sınıfının kar birikimi için ölüme yolladıysa, dayanışmanın yanında politik mücadele “evde kalamayanların” tek alternatifiydi. Sosyalist gençlik; dayanışma ağlarının sokak ayağından, yaygın kitlesel ses çıkarma eylemlerine her biçimini ilmek ilmek ördü. Ezilenlerin taleplerini politik bir harekete dönüştürmenin yollarını aradı.

 Sosyalist gençlik koronavirüs gündemi yakıcı biçimde hayatlarımıza girdiğinde yeni bir politik hat çizmede atıl kalmadı. Şüphesiz işçi ve emekçilerin salgın koşullarına rağmen çalıştırılıyor olması yani adeta ölüme gönderiliyor olması yaşam talebini en yakıcı gündem haline getirdi. Sosyalist gençliği bu yakıcı talep etrafında hareket etme arayışına yöneltti. Ücretli izin talebini en yakıcı ve temel şiar olarak bayraklaştırdı. Sokak sokak işçilerin emekçilerin ücretli izin talebini yükseltti. Siyaset kanallarının enfeksiyon riski ve hijyen koşullarından kaynaklı daraldığı anlarda uygun formlarda sokakta olmayı esas alan her biçimi en yaygın şekilde örgütlemeye çalıştı. Nihayetinde; işçiler, emekçiler sokaktaydı, faşizm tüm şiddetiyle sokaktaydı. Yani politika hiç eve sığmamıştı! Sokakta olmanın yanısıra sosyal medyada e-paneller, hashtag eylemleriyle;  salgına karşı talepler hattını besledi.

Bu süreçte 20 yaş altına uygulanan yasaklara rağmen çalışmak zorunda olan 1,5 milyon işçi gencin sesi gençlik hareketinin önünde görev olarak duruyordu. Ancak Sosyalist Gençlik, ücretli iznin yakıcı talep haline geldiği bu milyonluk işçi gençliğin yarasına merhem olmakta atıl kaldı. Ücretli izin talebini bu gençlik kesimine ulaştıracak, özelleştirecek biçimlerde zayıf kaldı. Sosyalist gençlik salgına rağmen ölüme gönderilen 1,5 milyon gencin sesini daha güçlü haykırabilirdi. Tüm bunların yanında “ücretli izin” temel eksen olsa da başkaca talepler de gençlik kitlelerinin içinde kaynadı. Evlere mahkum olan, online eğitimin başarısızlığı nedeniyle eğitim hakları gasp edilmiş binlerce gencin taleplerinin sesinin daha gür çıkarılabilmesi bu dönemin en çarpıcı özeleştiri konusu olarak Sosyalist Gençliğin önünde duruyor. Son olarak ise dönemin mutlak ihtiyacı “kitle hareketi yaratma’’daki en dinamik halkalardan biri olan gençlik hareketinin birleşik mücadele hattını kurmak için çeşitli girişimler olsa da ne yazık ki başarılamadı.

 Yaklaşık 2 aylık pratiğe bakıldığında eksenine sokağı alan Sosyalist Gençlik, öncü bir pratik yaratma görüş açısıyla hareket etti. Sokağa çıkmada atıllık, kararsızlık ve yahut iradesizliğin karşısında ilk adımı atan oldu. Koronavirüs ile kapitalizmin çürümüşlüğü ne kadar ortaya çıktıysa yeni bir yaşamın ifadesi olan “Sosyalizmin” sesini o kadar yükseltmeye çalıştı.

 

Omuz Omuza 1 Mayıs’a;

Bu hareket tarzıyla birlikte “dayanışma ve mücadelenin” en çok ihtiyaç olduğu günlerde 1 Mayıs geldi çattı. Türkiye ve Kürdistan için 2020 1 Mayıs’ı, şiddetli mücadelelerin verildiği zorlu son birkaç yılın ardından geliyordu. Yasaklarla, OHAL’lerle, katliamlarla geçen son 1 Mayıs’lardan sonra bu yılın koşulları da zorlu geçeceğini gösteriyordu. Tabi ki kitle hareketini çok daha geniş zaman dilimiyle kıyaslayarak elde ettiğimiz tahlil maddi gerçekliği ifade etmeye yetmiyor. Esas olarak tüm dünyada ve coğrafyamızda politik atmosferi delip geçen, birden bütün denklemlerin üzerine kurulduğu pandemi koşulları altında 1 Mayıs’ı karşıladık. Yani yasaklara, salgının ağır koşulları eklendi.

Sosyalist Gençliğin içinde olduğu, 1 Mayıs’ın hem günü hem de emek haftası diyebileceğimiz süreci omuz omuza örgütlendi. Birleşik 1 Mayıs, özellikle salgın süreci başındaki özgün ajitasyonumuza dayanan sokaktaki öncü tarzda hareketimizin, diğer politik özneleri de sürükleyen ve kitle hareketinin önünü açan biçimde genişlemesine tekabül ediyordu. 1 Mayıs’ın her seneki çoşkusunun bu yılda sürdürülmesini sağlayan; omuz omuza, birleşik bir hat ile kitlesel olamasa bile yaygın biçimde işçilerle, emekçilerle buluşma görüş açısıydı.

Salgın koşullarında girilen 1 Mayıs sürecinde açlık ya da ölüme mahkum edilmiş milyonların çaresizlik çığlığına mütevazi olsa da sokakta kulak verildi. 1 Mayıs haftası başta İstanbul, İzmir gibi işçilerin yoğun olduğu metropoller olmak üzere kentlerde fabrika önlerinde verilen birleşik görüntüler, eylemler, anmalar sokakta kitle hareketi yaratmanın başlangıç adımlarını attı. Şüphesiz gençlik hareketi özgün rengini daha kuvvetli verebilecek eylem ve görünürlüğü sağlayamamış olsa da tüm bu hareketin öznesiydi.

 

 Yine yeniden neden Taksim?

Şüphesiz 1 Mayıs, Taksim’i çağrıştırır. Taksim 70’lerin son döneminde yükselen emekçi sola ve kitle hareketine karşı bir katliamla simgeleşmişti. 1977’de yaşanan bu katliamın ardından her 1 Mayıs birazda yasaklanan Taksim’i kazanma mücadelesi olmuştu. Öyle ki bu topraklarda iki sınıf her karşı karşıya geldiğinde muhabere meydanı Taksim’dir. Taksim sıradan bir meydan değildir. O tıpkı Syntagma, Tahrir, Bastille, Cinelandia meydanları gibidir. Milyonların yaşadığı şehirlerde her isyan edildiğinde bu meydanlara akılıyordu; Taksim gibi…

Emekçi solun Taksim ısrarı dönem dönem olsa da 1977 yılından bugüne istikrarlı şekilde devam etti. 2007 sokak çatışmalarıyla kazanıma dönüşen Taksim, son yıllarda tekrar yasaklara boğulmuştu. Fakat cılız ama kararlı küçük adımlarla da olsa Taksim muharebesi devam ediyordu. Yasaklarla dolu koşullar pandemi ile daha da ağırlaştı. Bugün pandemiye ve faşizmin yasaklarına rağmen Taksim’de ısrar demek, işçi sınıfının burjuvaziye karşı güçlü bir politik hamlesine tekabül ediyordu. O kararlı ve küçük adımları ısrarla sürdürmek demekti.

Sosyalistlerin birleşik biçimde Taksim ısrarı; salgın günlerinde işçilerin, emekçilerin yaşam talebi ve sokaklarda yan yana gelmesi için küçük fakat politik bakımdan güçlü bir mesajdı. Koronavirüs koşullarında hayatın eve sığmayacağını 1 Mayıs’ta sokaklarda ve meydanlarda mücadele konusu olacağını gösteren bu yan yana geliş ile 1 Mayıs gününün kazanımlarından biriydi.  Şüphesiz ki 1 Mayıs gününe bırakılan o fotoğraf; mütevazi bir toplamla cüretli ve politik anlamı değerli bir adım atmak kadar omuz omuza mücadelenin gücünü ve ihtiyacını gösterdi.

 

Tarih yine yan yana gelmeye çağırıyor;

Şüphesiz ki ezilenler tarihini sokaklarda, meydanlarda amansız mücadelelerle yapmışlardır. 1 Mayıs günü birleşik rengimizle, yan yana olmanın zorunluluğunu bir kez daha kavramış olduk. Birleşik mücadeledeki ısrar, kazanmanın anahtarıdır. Hafızalarımızı biraz yoklarsak geçmişteki eylem pratiklerimiz ve deneyimlerimiz gösteriyor ki faşist şeflik rejiminin önümüze koyduğu her zorlukta yan yana omuz omuza vererek yol açan birleşik mücadele oldu. Bu dönemin koşullarına uygun konumlamanın elzem olduğunu ve ancak birleşik bir hattın kazandıracağını biliyoruz.  

1 Mayıs gününe bir daha bakalım. ”Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm.” pankartının arkasında devrimci dayanışmayı büyüterek yürüdük. Muhakkak ki Taksim’de ki her ısrar kıymetli ve değerlidir, ancak birkaç devrimci örgütün mütevazi bir toplamla  salgın günlerinde aynı pankartla yürümesi de başka bir anlam ifade ediyordu. Burjuvazi birbirini boğazlayan tüm kesimleri Saray’ın arkasında hizalanmış durumda. Onların “beka sorunları” salgın veya başkaca bir koşul dinlemiyor. Her şartta düzenlerini devam ettirmenin koşullarını arıyorlar. Onları durduracak tek güç ise kitle hareketinden ve devrimci mücadeleden başka bir şey değil. Faşizme karşı sosyalistler, emekçi sol özneler, sendikalar, meslek örgütleri ve tüm demokratik öznelerin aynı yumrukta birleşmesi gerekiyor. Gençliğe düşen ise görev ise gençlik hareketinin tüm özneleriyle birlikte faşizmin karşına dikilmek.

​Ezilenlerin tüm gücüyle ​sahneye birlikte çıkma zamanı gelmedi mi? Şimdi; birlikte dayanışmayı büyütmenin zamanı, şimdi sosyalizm pankartının arkasında birlikte yürüme zamanı!