Kasım’ın Ardından – Işıl Gültekin

Dışarda yağmur yağıyor, usul usul. Kasım ayını geride bıraktık. Yitirdiklerimizi anımsıyorum, yapraklarımı döküyorum geceye.

Kavganın ve mücadelenin takvimi, belli bir zamanı olmaz. Devrimci için tüm yaşam mücadeleden ibarettir. Yaşamsa anların toplamıdır. Her an kavganın bir parçasıdır.  Kimi zaman aileni, okulu karşına aldığın andır mücadele. Hayır demişsindir, itiraz etmişsindir, başkaldırmışsındır. Kimi zaman gözaltında sergilediğin bir tutumdur. Kimi zaman bir eylemdeki duruşun, kimi zaman anlık bir zaaf, yaptığın hatadır belki. Kimi zaman parti üssünü savunma yönündeki feda ruhu ve iradendir. Bazen bir ömrü zindanlarda göğüsleme kararlılığıdır. İşte yaşam, her birinden parça parça çıkan sonucun toplamdır.  

Yaşamın her anı mücadeleyle dolu ise, kavgada yitirdiklerimiz her daim yaşayanlarımızdır öyleyse. Mücadele etmek için belli bir saatin gelmesini beklemiyorsak neden bu kavgada yitirdiklerimizi bir günde/ bir ayda belli bir zaman diliminde anma ihtiyacı hissediyoruz? Yaşamları ve mücadeleleri ile tarihin hafızasına kazınmış yüzlerce/binlerce devrimci bir dakikalık saygı duruşlarına sığdırılabilir mi? Yoksa nedir onları anmakta, anlatmakta ve anlamdaki ısrarımız? Neden Kasım ayıdır mesela?

Komünist öncü ilk şehidini 4 Kasım 1994’te verir. Erdal Balcı yoldaş, bir üst geçite parti kuruluşunu ilan etmek için pankart asacağı sırada polis kurşunları ile katledilir. Partinin ilk şehidi olma nişanesi Erdal yoldaşa düşmüştür. Hemen herkes Erdal yoldaş ile ilgili öyküyü bilir. Erdal yoldaş, önceki gece kalması gereken yerde kalamaz, sabahta eyleme yetişemem düşüncesi ile eylemin yapılacağı üst geçitin altı uyur.  Sabah gelecek olan yoldaş geç kalır ve o gün Erdal yoldaş ölümsüzler kervandaki yerini ilk sırada alır. Parti, kasım ayını Erdal yoldaş şahsında ölümsüzler ayı olarak ilan eder.

Tarihsel bir siyasi sürecin içinde geçiyoruz. Süreç, tarihsel olduğu kadar birçok zorluğu da içinde barındırıyor. Komünist öncü, yeni mücadele cepheleri açıyor. Savaşımı her daim büyütme  kararlılığını ilk günkü gibi koruyor. Özgür alanlardan Dersim dağlarına, yerin altında ve üstünde nehirlercesine kollarıyla kararlı başeğmez duruşunda ve öncü militan çizgisinde ısrar ediyor. Kuşkusuz komünist öncü tarihinde zorlu sınavlar verdi. Engebeli yollardan geçti, dikenli patikaları aştı ve nehirlere ulaştı. Şimdi önünde daha büyük ve zorlu mücadeleler var.

Kuruluşundan bu yana ateş altında yürümeyi bildi. Bir ayaklanmanın içinde atıldı yapının temeli, ölüm oruçlarında sınandı. Komsomol, gençlik mücadelesinde yeni bir düzey açığa çıkardı. Yasaklı meydanları özgürleştirdi. Komünist öncü, milyonların öfkesinin sel gibi taştığı Gezi’de öne çıktı, Rojava’da devriminin komünist  bileşeni oldu. Dersim yeni bir eşik noktasıydı artık. Geride kalan 24 yılı onlarca zaferle doldurdu. Onun mücadelesi yaşının çok ötesine taştı.

Mücadelenin doğasında vardır. Büyür, yükselir ve  gelişir. Geriler, zayıflar ve daralır. Baskıların yükseldiği koşullarda mücadelenin zayıflaması da normaldir bir bakıma. Kitlesel katliamlar, Kürt illerini yok etme üzerine dayanan bir savaş; yüzbinlerce emekçinin, akademisyenin ihraç edilmesi, her türlü demokratik hakkın gasp edilmesi, gözaltı, tutuklama, kaçırma, işkence… Şüphesiz onlarcası sayılabilir. Peki hangi yöntemlerle aşılacak bu süreç?  Ölümsüzlerimiz nasıl yol gösterecek bizlere ? Çünkü artık onlar yıldızlaştılar. Biz kaldık geride. Bize düştü zaferle taçlandırmak bu yarışı.

Kasım ayı Parti’nin mücadele deneyim ve birikimlerini tekrar hatırlamanın adıdır. Yenilenmenin adresidir. Her kasımın özü aynıdır aslında. Hesaplaşma, ölümsüzlerden öğrenme, değişmek ve değiştirmek… Her Kasım ayı, ölümsüzler kervanımıza yeni yoldaşlar katılmış olacak, yeni yollardan geçmekte olacağız. Önemli olan güne uygun kavrayış düzeyidir. İhtiyaçlara yanıt olabilme isteği ve kararlılığıdır.  Değişimi bugünkü gerçek sorunlar üzerinden örgütlemeyi tartışmaktır. Örneğin Suruç’ta sonsuzluğa uğurladığımız 33 Kızıl Karanfilimiz için yapılan mezar anmalarında, eylemlerde, düşman karşısında gelişen geri ve pasif tutum ne ile nasıl açıklamak gerekiyor? Neden eylemlere katılmıyoruz, neden mezar anmalarına, cenazelere gelmekte tutukluk yaşıyoruz? İşte gerçek soru ve sorunlar bunlardır. Ve onlardan öğreneceksek bu sorularda vereceğimiz cevaplarda aramalıyız bazı şeyleri.

Bu süreç ebedi olmayacak elbet. Bir noktada kıralacak ve değişecek. Milyonlar Saray faşizminin yarattığı bunalım ve buhran içerisinde öfke ile dolmuş durumda. İşte her gün inşaatlara, fabrikalarda, iş yerlerinde patlak veren grevler.  İşte havalimanı işçileri, Flormar, Tariş ve daha onlarcası. İşte Saray faşizminin her türden baskı ve zorbalığına karşı sokaklardan vazgeçmeyen sosyalistler, devrimci-demokrat kitleler. İşte erkek egemenliğine karşı, 100 metreyi bir çırpıda aşan yasak tanımayan kadınların güçlü  ve sarsılmaz iradesi. İşte üniversitelerde, sokaklarda gençlik mücadelesinin öncü kuvvetleri. İşte Kürdistan’da imha ve savaş politikalarına teslim olmayan direngen Kürt halkı. İşte devlet zulmüne karşı zülfikarı kuşanan Aleviler. Ve gösterilebilecek onlarca örnek var, değil mi ?

İşte ölümsüzlerden öğrenip, onlara yaslanarak ilerleyeceğimiz yer tam da burası.  Böyle bir siyasi sürecin içinden geçerken, onlar ne yapardı? Neyi tercih ederlerdi?

Saray faşizmine karşı emekçi, ezilen kitleleri örgütlemeye mi çalışırdı yoksa, hayıflanır  bahanelerin arkasına mı gizlenirlerdi? Ekonomik krizin yarattığı etkilere karşı halk kitlelerini Saraya/ tek adama karşı saflaştırmaya mı çalışırlardı yoksa varolanla yetinmeyi mi tercih ederlerdi? Üniversitelerde, sokaklarda gençlik kitlelerini kazanmak için öncü bir rol mü üstlenirlerdi yoksa “ama yoldaş” ile başlayan bahane cümleleri mi sıralarlardı?  Cins bilinci ve kadın devrimine olan inanç ile kadın kitlelerin öfkesini erkek egemenliğine bir yumruk gibi patlatmak mı isterlerdi yoksa beklemeciliğe, sınırlara ve kurallara teslim mi olurlardı? Eleştirilerinde yapıcı olup, değişimde bir özne mi olmak isterlerdi yoksa sürekli eleştiren kendisini, sorunun ve çözümün dışında tutan bir anlayışı mı benimserlerdi? Umutsuzluğa, yılgınlığa kapılıp kavgadan uzaklaşırlar mıydı yoksa kendilerini daha güçlü mü ortaya koyarlardı?                                                                          

Hangisini seçerlerdi? Size bırakıyorum cevapları. Eğer onların izinden yürünecekse, bu sorular ile çoğaltmalı yanıtları.  

Yaşamak zordur bu yangın yerinde, insan kalabilmek hele caddelerin kiri ve pası arasında. Zor elbet, ama aşılamayacak kadar değil ya! Şimdi tüm hücrelerimizi yaşamak sevgisi ile doldurmanın zamandır. Kucaklamalı yeryüzünü ve gökyüzünü. Kucaklamalı yoldaşları bir çırpıda. Sevgiyi hissettirmeli. Hep ölümsüzlerden öğrenmek deriz. Peki yaşayanlarımızdan da öğreneceklerimiz yok mudur? Öyleyse öğrenme isteği ile dolmalı ruhumuz. Doyumsuz ve biçimsiz olmalı yürek enginlerimiz.

İşte yaşam budur! Kadıköy’de rıhtıma doğru yürürken Poleni, Büşra’yı hatırlayabilmektir. Bir toplantıya, eyleme ya da bir görüşmeye geç kaldığımızda Erdal’ca bir mahcubiyet hissetmektir. Usulca yapmaktır görevimizi bir tuğla taşımaktan dahi gocunmamak, gürültüsüz yaşamaktır. Cumartesi günleri anaların öfkesini katillerin yüzüne vurmaktır Hasan’ca. Zorluklarla karşılaştığımız zaman Yasemince sıyrılıp, atılmaktır kavgaya yeniden. Arjin (Berfu), Raperin (Seve) ve Roza (Medine) gibi olmaktır.  Devrimci mücadelenin meşruluğunu parti üssünü savunan iki yiğit kadın gibi, Berçem ve Şirince sahiplenmektir. İlk ben olmayalım diyebilmektir her kavgada. Çünkü yaşatmak, yaşamaktır aslında. Öyleyse karar verelim nasıl yaşayacağımıza/yaşatacağımıza…

Yaprak döken ağaçlar gibi bir bir sayıyorum kavgada yitirdiklerimi.  Ve kasım usulca toparlanıp gitmiş. Göğe bakıyorum, yıldızların arasında kocaman bir hoşçakal kazanmış. Hoşçakalın dostlarım!