Herkes İçin Adalet Adalet İçin Birlikte Mücadele – Can Tombul


Toplumsal mücadeleler tarihi içerisinde her zaman önemli bir yer tuttu ‘adalet’ kavramı ve mücadelesi. 1 Mayıs’tan 8 Mart’a, Demirci Kawa’dan Pir Sultan’a, Bedreddin’den Seyit Rıza’ya hangi mücadele, direniş bayrağımızda adalet yazmıyor ki? Ancak belki de tarih boyunca hiçbir zaman şimdiki kadar ön planda olmamıştı adalet kavramı. 

Son birkaç yıl içerisinde Suruç, Ankara, Diyarbakır, Reyhanlı, Gaziantep, Taksim, Sultanahmet ve Reina Katliamlarını yaşadık. Soma Madenci Katliamında 301 canımızı yitirdik. Diyarbakır Baro Başkanımız Av. Tahir Elçi polis kurşunu ile can verdi. Gezi’de 8 canımız, Hopa’da Metin Lokumcu hocamız polis kurşunu sonucu yaşamını yitirdi. Bu süreçte adalet mücadelemizin önemli dinamikleri ve toplumsal muhalefetin temel özneleri olan onlarca milletvekili, HDP Eş başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, ESP Genel Başkanı Çiçek Otlu, seçilmiş belediye başkanları, yüzlerce avukat, gazeteci, akademisyen, siyasetçi, sanatçı, aydın tutuklandı. 

Tüm baskılara, engellemelere, maddi ve manevi zorluklara rağmen bu süreçte önemli mücadele pratikleri ortaya konuldu. Yol gösterici olması ve önemli dersler- deneyimleri bakımından burada bir kısmını özetleyeceğiz. 

‘Gençlik ve adalet’ dediğimizde maalesef akla ilk Suruç geliyor. 20 Temmuz 2015’te katliamcı barbar tecavüzcü DAİŞ çetelerine direnen Kobane halkı ile dayanışma, savaş mağduru çocuklara bebek maması ve oyuncak götürmek için Sosyalist Gençlik Dernekleri Fedarasyonu  (SGDF) öncülüğünde yola çıkan gençliği hedef alan bir katliamdı Suruç Katliamı. 33 Düş Yolcumuzu sonsuzluğa uğurladık. Onlarcamız yaralı olarak kurtulduk. İlk andan beri sürüyor adalet mücadelemiz. Geride kalanlar olarak yaralıları kurtarmaya çalışırken üzerimize atılan gaz bombalarını, yolun trafiğe kapatılmasını unutmadık. DAİŞ, katliamı üstlenmemişken devlet açıkladı katliamı DAİŞ’in gerçekleştirdiğini. Katil tanınıyordu. Hatta kayıtlara göre aranıyordu. Katliamın öncesinden canlı bomba istihbaratı olduğu sonradan ortaya çıktı. Buna rağmen hiçbir önlem alınmamıştı. Mobese kayıtları yıllarca gizlendi. Ulaşabildiğimiz görüntülerde dahi katilin Suruç sokaklarında saatlerce dolaştığı, rahatlıkla bakkala, internet cafeye gittiği görülüyor. Belli ki canlı bomba istihbaratı bir şekilde dikkate alınmamış, katil yakalanmamış, Amara Kültür Merkezi önünde genel güvenlik önlemleri dahi alınmamıştı. Adalet arayışı ilk andan susturulmak istendi. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu “Suruç’un failini bulduk: Şeyh Abdurrahman Alagöz” diyerek aklımızla da acımızla da dalga geçerek dosyanın kapatılmasını istedi. Bugüne kadar onlarca engelle, fiziki saldırı, gözaltı ve tutuklamalar ile karşılaştık. Halen de karşılaşıyoruz. Ancak katliamın üzerini örtmelerine izin vermedik. Yürüttüğümüz hukuki mücadelenin yanında ‘Suruç İçin Adalet, Herkes İçin Adalet’ kampanyası, dava üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmasına dönük eylemler, her ayın 20’sinde gerçekleşen oturmalar adalet çığlığının giderek yayılmasının ve toplumsallaşmasının önünü açtı. Türkiye tarihinde belki de ilk kez devlet sorumluluğu kabul etmek zorunda kaldı. Her ne kadar ‘ihmal’ denerek yumuşatılmaya çalışılsa da, sadece birkaç polis (Suruç İlçe Emniyet Müdürü, İlça TEM büro amiri, istihbarat şube amiri) sorumlu tutulsa da bu ‘kabul’ adalet mücadelemizin önemli bir kazanımı ve sonucudur. Elbette henüz yolun çok başındayız, katliam aydınlatılmış değil. Adalet mücadelemiz tüm sorumlular ortaya çıkarılıp yargılanana kadar da sürecek. 

Diyarbakır’ın, Suruç’un acıları henüz çok tazeyken 10 Ekim 2015’te Ankara’da 101 Barış Güvercinimizi sonsuzluğa uğurladık. Yüzlerce insan yaralandık. Yine katliam sonrası polis saldırısı, biber gazı.. Yine DAİŞ katliamı.. Yine katiller ‘aranan şahıs’.. Biri Suruç katliamcısı Abdurrahman Alagöz’ün amcası Yunus Emre Alagöz. Katliam için geldikleri yüzlerce kilometre yolda hiçbir sorun yaşamamışlar, yine canlı bomba istihbaratı olduğu halde. Katliamcıları getirenler öncesinde keşif yapmış; lüks otellerde konaklamışlar. 10 Ekim Katliamının dosyası da uzun süre gizli tutuldu. Yakınlarını anmak isteyen aileler defalarca engellendi, polis saldırısına uğradı; farklı gerekçelerle ailelerden gözaltına alınanlar, tutuklananlar oldu. 10 Ekim Anıtı defalarca yıkıldı, hatta anma esnasında ailelere kurşun sıkıp kaçan ‘kimliği tespit edilemeyen’ kişiler oldu. Her şeye rağmen verilen adalet mücadelesi sayesinde katliama dair birçok bağlantı ortaya çıkarıldı. Yakalananlar yargılandı ve büyük kısmı ağırlaştırılmış hapis cezaları ile cezalandırıldı. Ancak hala yakalanamayan sanıklar hala var ve katliam tüm boyutlarıyla aydınlatılmış değil. Kamu görevlilerinin sorumluluğu ise ‘soruşturmaya izin verilmemesi’ ve dosyaların işlemden kaldırılması nedeniyle ortaya çıkarılmış değil.. 

10 Ekim’in hemen ardından 28 Kasım 2015’te Diyarbakır Baro Başkanımız Av. Tahir Elçi polis kurşunu ile kameralar önünde katledildi. Siyasi iktidar ve burjuva medya tarafından hedef gösterilmesinin hemen ardından yaşanan bu katliam sırasında ilk olarak ‘olayın polis kurşunu ile gerçekleşmediği’ iddia edildi. Tahir Elçi’yi öldüren kurşunun polis silahlarına ait olmadığı yönünde raporlar çıkarıldı. Katliamın üzeri örtülmeye çalışıyordu. Tahir Elçi’yi Diyarbakır halkı ve yurdun her yanından gelen meslektaşlarımızla uğurladık. Anmalar yapıldı, adalet nöbetleri tutuldu. Nöbetler, Diyarbakır Barosu tarafından her cuma günü süreklileşti. Yıllardır tüm önemli Baro ve Barolar Birliği seçimlerinin temel gündemi ve talebi oldu: ‘Tahir Elçi İçin Adalet’ Bu mücadele sonucunda gelinen aşamada katliama dair kamera görüntüleri değerlendirilerek kurşunun polis silahından çıktığı kabul edildi. Bu sefer de Tahir Elçi’nin kasten değil kaza kurşunuyla vurulduğu iddia ediliyor. Hiçbir polis tutuklanmadı. Bağlantıları ortaya çıkarılmadı. Belli ki önümüzde uzun bir adalet arayışı olacak. 

2013’e dönersek Soma Katliamında 301 maden işçimiz yaşamını yitirdi. Katliama neden olan, masraflı olduğu için gerekli tedbirlerin alınmayışı ve madendeki aşırı ısınmaya rağmen çalışmanın durdurulmaması olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen uzun süre hiçbir sorumlu gözaltına alınmadı, tutuklanmadı. Yakınlarını kaybeden ailelerin adalet çığlığına biber gazlarıyla, joplarla, tekmelerle, gözaltılarla karşılık verildi. Yıllarca benzer saldırılar devam etti. Bu süreçte sorumluların kimisi tutuklansa da ödül gibi cezalarla serbest bırakıldı. Madencinin ışığı, adalet için yol göstermeye devam ediyor hala.. 

Tüm deneyimlerden görüleceği üzere ancak mücadele ettiğimiz sürece ve mücadele edebildiğimiz kadar adalete ulaşabiliyoruz. Bu mücadele içerisinde her emek, her katkı çok değerli. Belki yeni katliamların yaşanmadığı, barış dolu veya patron daha çok kazansın diye ölmediğimiz bir dünya kurmamızı sağlayacak. Bu yüzden şimdiye kadar yürütülen mücadele deneyimlerinden faydalanmak, üzerine neler katabileceğimizi düşünmek ‘hayati’ önem taşıyor. Hedefimiz ‘herkes için adalet’ olduğuna göre en geniş mücadele araç ve biçimlerini yaratabilmemiz gerekiyor.