Onu Anmak Savaşmaktır! – Şule Tunca

Mayıs ayı, devrim mücadelesi uğrunda savaşım veren önderlerin ve birçok devrimcinin katledildiği aydır. Bu ay Denizlerin 12 Mart Yarı-Askeri Faşist Diktatörlük tarafından idam edildikleri; Dörtler’in hapishanede devrimci kişiliği yok etmeye, ihanete, teslim almaya, işkenceye karşı bedenlerini ateşe vererek feda eylemi gerçekleştirdikleri ve İbrahim Kaypakkaya’nın “sır vermeden ser vererek” işkence ile katledildiği aydır.

İbrahim Kaypakkaya, 1949 yılında Çorum’un Sungurlu ilçesi Karakaya köyünde doğdu. Lise öğrenimini Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda tamamladı. Kaypakkaya’nın sol/sosyalist görüşleri ise üniversite okumak için gittiği İstanbul’da şekillendi. İstanbul’da Yüksek Öğretmen Okulu’nda okurken aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde Fizik bölümünde de öğrenim görüyordü. Bu dönem TİP’e üyeydi ve dönemin önemli gençlik örgütü olan FKF içerisinde faaliyet gösteriyordu. Çapa’da Yüksek Öğretmen Okulu’nda arkadaşlarıyla birlikte FKF’ye bağlı Çapa Fikir Kulübü’nü kurdu. İbrahim Kaypakkaya, bu dönem ülkenin sorunlarına kayıtsız kalmayıp üniversite içerisinde aktif olarak eylemlere katılıyordu. İstediği devrimin sokaklarda gerçekleştireceği inancı ile kendini sokaktan geri çekmeyen bununla birlikte kendini bu devrimin teorisi ile donatmaya adamış bir devrimciydi. Emperyalizme karşı mücadelede 6. Filo’nun ülkeden def edilmesi için katıldığı eylem sebebiyle ile okuldan atıldı. Okul yönetimi ona ancak tüm siyasi fikirlerinden ve mücadelesinden vazgeçerse okula geri dönebileceği teklifini yapmıştı; fakat İbrahim’in böyle bir teklif karşısındaki tavrı netti: İbrahim’i mücadelesinden hiçbir şey vazgeçiremezdi!

68 hareketi dünyada devrim rüzgarları estiriyordu. Elbette ki bu rüzgarın etkileri bu coğrafyada da apaçık hissediliyordu. Türkiye’deki 71 devrimci kopuşunun önderleri arasında yer alan İbrahim Kaypakkaya; dönemin mevcut devrimci atmosferi içerisinde kendi fikirlerini inşa edip, Türkiye ve Kürdistan halkları için önemli tahliller yapmıştır. O bu döneme kadar düzen içi bağlarını koparmayan revizyonist, oportünist kılığa bürünmüş partileri kökten eleştirmiş ve onlara bilfiil karşı çıkan ideolojisi ile burjuva Türk devletiyle radikal bir biçimde mücadele etmiştir. Türk burjuva devletinin Kürdistan topraklarını ve Kürt ulusunu sömürdüğü yönündeki çözümlemelerini ilk olarak kendisi dile gelmiştir. Keza yine Türkiye solu içine yerleşmiş kemalizmin ilerici olduğu görüşünü sadece eleştirmekle kalmayıp kemalizmin topyekûn reddedilmesi gereken bir ideoloji olduğunu dile getirmiş, kemalizmi faşizm olarak tanımlamıştır, 71 kopuşundaki önderler arasında kemalizmden kesin kopuşu sağlayan önder olmuştur. Kaypakkaya, sömürgeci burjuva devlete karşı işçi ve köylülerin ancak silahlı mücadele ile devrimi mümkün kılabileceğini savunmuş, yasallık çizgisini mahkum etmiştir. Bu yüzden Kaypakkaya yoldaşları ile birlikte TKP-ML’yi ve ona bağlı olan TİKKO’yu kurmuştur. O dönem ilan edilen sıkıyönetim tarafından kırmızı bültenle aranan  İbrahim Kaypakkaya, Dersim dağlarında can yoldaşı olan Ali Haydar Yıldız’ı kaybettikten sonra ajan bir öğretmen yüzünden yakalanarak Diyarbakır zindanına getirildi, daha işkenceler ilk andan başlamış ulaşacakları yere kadar karlı yolda Kaypakkaya yalın ayak yürütülmüştü, bu sebeple ayakları donmuş, sonrasında ise izni olmadan donmuş ayakları kesilmişti. Onun mücadelesi tutuklanıp mahpusa düşünce de bitmemişti. Günlerce işkence edilip ağzından laf almaya çalışan devlete tek kelime dahi söylememiş, devrimci tarihimize “ser verip sır vermeyen” önder olarak geçmiştir. 18 Mayıs 1973’te bedenini parça parça eden işkenceler sonunda katledilmiş; babasına da intihar etti denilmiştir. O, tüm bu yaşadıklarına rağmen ne mücadelesine ihanet etmiş ne de işkencecilere boyun eğmiştir. Türk burjuva devletinin tarihi işkenceler, katliamlar tarihidir. İbrahim’den sonra da birçok devrimci hapishanelerde işkenceye uğramış, katledilmiştir; fakat İbrahim Kaypakkaya’dan öğrenilen “ser verip sır vermeyen direniş kültürü” hep devam etmiştir. Bu yüzden İbrahim Kaypakkaya da Mayıs’ın devrimci şehitleri arasında yerini alırken kemalizmden kesin kopuşun, devrimci değerlere bağlılığın ve işkence karşısında boyun eğmemenin somutlanmış hali olarak karşımızda durmaya devam edecektir, onu anmak savaşmaktır!