Adalet Kalkınma Partisi’nindir!

Faşist diktatörlük ve ezilenler arasında çetin mücadelelerde geçen, yaşamın her alanında uygulanan hukuk dışı uygulamalar ve eşitsizliklere karşı adalet talebinin milyonlarca emekçinin talebi haline geldiği yaz sürecini geride bırakıyor ve yeni bir döneme giriyoruz.

Suruç Katliamı’nın yıl dönümünde yapılan kitlesel anmalar ve protestolardan KHK mağdurlarına; kadına yönelik şiddetin tüm biçimlerini meşrulaştıran erkek egemen devlet aklına karşı direnen kadınlardan tutuklanan gazetecilere; açlık grevindeki Nuriye ve Semih’ten, işten atılan emekçilere; milletvekillerinin tutuklanmasından gasp edilen “Hayır” iradesine, kayyum atanan belediyelerden Kürdistan’daki inkarcı sömürgeci savaşa ve Sur’un yıkımına karşı direnişlere sayabileceğimiz onlarcasına kadar uzanan adalet mücadeleleriyle ve direnişleriyle dolu geride bıraktığımız yaz sürecinden çıkartılan dersler ve sonuçların ışığında, gençliğin yeni deneyimler edindiği bir yaz süreci geçirdik.

 

Diktatörün kalkanı faşizm!

 

Siyasi iktidar, içinde bulunduğu krizleri yeni rejim inşası aşma parolasıyla 2019 seçimlerine kilitlenmiş durumda. Yarattığı agresif körelmişlik ve çaresizlik koşullarında bilinçli biçimde yürüttüğü, doğrudan kendisine bağlı kuvvetleri ve taban örgütlenmesini güçlendirme ve genişletmenin örgütleme biçimi olan gerilime dayalı siyaset izlemekte.

 

İçerde yönetememe, dışarıda ise özelde Almanya olmak üzere AB ülkeleri,ABD ve emperyalist devletlerle ilişkilerindeki siyasi kriz derinleşmekte, yalnızlaşma devam etmekte. Başlarına yıkılan Suriye ve Ortadoğu politikalarına rağmen çaresizce kesilen “raconlardan” öteye gidemiyor.

 

Diktatör yalanlara ve sansüre batmış olan basın ve medya gücüyle kitleleri kendine yedeklemeye çalışırken, kalemşorları linç kampanyaları yürütüyor. Burjuva yandaş medya sarayın ve AKP’nin yayın organı olarak görevini yerine getiriyor, attıkları manşetler, yaptıkları asılsız haberler ve yazdıkları köşe yazılarıyla toplumun algısını yönetmeye çalışıyor, savaş makinesi görevini sürdürüyorlar.

 

Koltuk değneğinden daha ötesi bir düzeye erişen ve ömründe bir kez olsun iktidarın tadına bakabilmek pahasına partisinin bölünmesini ve iç krizleri dahi göze alarak Erdoğan’a yanaşan ve esasında siyasi yaşamının son hamlesi ile jübilesini hazırlayan faşist Devlet Bahçeli başta olmak üzere, bizzat diktatörün kendisi de katıldıkları her etkinlikte sürekli 2019 seçimlerine işaret ederek bir yandan toplumsal algıyı yönetmeye çalışıyor.

 

OHAL ve KHK’lar gündelik yaşamın parçası haline getirmeye çalışılıyor. Bir yandan da toplumun, “gerçekte” toplumun yarısının, “HAYIR” iradesini tanımayarak “başkanlık” seçimlerini ülkenin gündemi haline getirmeye çalışıyor.  Ve her zaman olduğu gibi diktatör eliyle seçimler ile sandık işaret edilerek toplumsal muhalefetin gelişmekte olan mücadele ruhu antifaşist karakterinden arındırılmaya ve  sokakla buluşması engellenmeye çalışılıyor.

Saray faşizmi, ezilenlere yönelik kesintisiz biçimde sürdürdüğü siyasi ve ideolojik saldırıları kendisine kalkan olarak kullanmaktadır. OHAL,KHK ve hileli 16 Nisan referandumu ile birlikte, yetkileri itibari ile sınırlı düzeye geriletilerek işlevsizleştirilen meclisi, saf dışı bırakarak ve genel anlamıyla “parlamenter demokrasi(!)” rejimini tasfiye ederek yetki gücünü sarayında toplayan faşist diktatör, her gün yeni bir saldırı planı hazırlamaktadır. Toplumsal dinamiklere her alanda saldıran diktatörlüğün cenazelere bile tahammülü kalmaması içinde bulunduğu çaresizlik durumunu yansıtmaktadır. Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesinin Ankara’da saldırıya uğraması, HDP’li vekillerin ve cenaze törenine katılanların rehin kalması ve linç tehlikesi ile karşı karşıya kalınması şüphesiz doğrudan AKP ve onun paramiliter güçleri tarafından örgütlenmiştir.

 

KHK’ler ile eğitim emekçileri işten çıkarılıyor sürgün ediliyor; gazete ve internet siteleri kapatılarak çalışanları tutuklanıyor, dernekler ve STK’lara mühür vuruluyor. Rejim, yapılan yolsuzluklarına yasal kılıflar uyduruyor, tüm demokratik haklar gasp ediliyor. Söz, eylem ve örgütlenme hakkı engelleniyor, meydanlar emekçilere yasaklanıyor, coğrafya adeta gelecekleri ve yaşamları ellerinden çalınan KHK mağdurları  ile dolup taşıyor. Ezilen ve inkar edilen inançlar, ulusal topluluklar ve uluslar, tekçi politikalarla kırıma uğratılmak isteniyor.

Kürdistan’da sürdürülen sömürgeci savaş ile özellikte batıda şovenizmin değirmenine su akıtılarak, halkları düşmanlaştırma faaliyetleri sürüyor, milliyetçilik ve ırkçılık geliştiriliyor, normalleştiriliyor.

 

Yaşam tarzına müdahalede her gün yeni bir saldırı gerçekleşiyor ve sözde “düzenlemeler” dedikleri gerici-faşist politikaların yasallaştırma gücü kararnamelerin talimatı diktatör tarafından veriliyor, faşist kurmayları tarafından hayata geçiriliyor.

 

Polis ve asker iç savaş ordusu gibi eğitiliyor ve atamalar-görevlendirmeler diktatörün isteğine göre düzenleniyor; ülkü ocakları, Osmanlı ocakları, tarikat ve cemaatler, faşist çeteler ve gece bekçileri iç savaş ordusu olarak yetiştiriliyor, seçmenleri ve kitle tabanı muhbirleştirilmeye çalışıyor.Politik İslamcı faşist diktatörlük , yaşamı şeriat hukuku ve kuralları çerçevesinde şekillendirmeye çalışıyor.

 

Dindar ve Kindar Bir Gelecek; Eğitim ve AKP

 

İlköğretim, ortaöğretim ve yüksek öğretim alanlarında eğitim devletin yeniden inşasına uygun politik islamcı çizgiye çekiliyor; evrim teorisi müfredatlardan çıkartılıyor ve “cihat” ders konusu vaziyetine getiriliyor, toplumlar tarihi çarpıtılıyor, bilimsel bilginin yerini bilim dışı uygulamalar alıyor. Politik islam ideolojisi çerçevesinde gençliğe diktatöre biat eden dindar ve kindar nesiller yaratılmaya çalışılıyor.

 

Mevcut piyasacı eğitimde sömürü artıyor ve elemeci sınav sistemi ile birlikte, AKP eliyle aynı zamanda bir geleceksizlik yuvası haline dönen üniversiteler gençliğin gözünde değerini ve anlamını hızla yitirmeye devam ediyor( son tercih sonuçlarını düşünürsek). Gençlik bu geleceksizliğe hapsolmamanın bir “çıkış yolu” olarak erken yaşta iş bulmanın derdine düşerek çalışmak zorunda bırakılıyor ve başka bir geleceksizliğin,sömürünün kapısını aralıyor.

 

Saray’ın cemaatlerle ve tarikatlarla giriştiği yeni  gerici ittifaklar en çok eğitimde karşılığını buluyor. Milli Eğitim Bakanlığı, Ensar vakfı gibi tecavüzcü ve gerici vakıfların eğitim kurumlarında stantlar açması ve panel vb etkinlikler düzenlemesi için anlaşmalar yapıyor, diktatörün oğlunun bizzat yönetiminde olduğu TÜGVA (Türkiye Gençlik Vakfı) gibi gerici-faşist örgütlenmeler okullarda cirit atıyor, okul idarelerinin yönlendirmeleri ile öğrenciler bu vakıfların yurtlarına yönlendiriliyor. Nakşibendi,Menzilciler ve İsmailağa gibi politik islamcı cemaat örgütlenmelerinin yasal ve yasal olmayan biçimlerde önü açılıyor, doğrudan devlet tarafından bu kurumların çalışanları eğitim kurumlarında görevlendiriliyor. Birçok kentte yüzlerce imam-hatip liseleri açılıyor ve özellikle yoksul ailelere çocuğunu bu liselere ve yurtlara göndersin diye “burs” imkanları sunularak, insanlar kandırılmaya çalışıyor. Bir dönem Gülen Cemaati’nin yaptığı tüm örgütlenme taktiklerini bugün başkaca iktidar yanlısı cemaat örgütlenmeleri için iktidarla iş birliği içinde sürüyor.

 

Akademi Nereye?

 

Saray darbesi namı-değer sivil darbe gerçekleştiği ilk günden itibaren akademide muhalif hocalara yönelik ihraç saldırılarına ve gençlik hareketini etkisiz bırakacak baskılara, yasaklara ve saldırılara girişti. Akademik-demokratik mücadelenin gelişmesini engellemek için yeni saldırılar tertip ediliyor. Öyle ki diktatöre gereksiz geldiği için “yardımcı doçentlik”in kaldırılması için hazırlıklar yapılıyor. Üniversiteler her gün daha fazla sermayenin ve rantın sahası haline getiriliyor. Henüz okullar açılmadan ODTÜ’de yeni bir yol projesinin başlaması yeni dönemde üniversitelerde gerici eğitim ve rant politikalarının hız kesmeden devam edeceğini gösteriyor.

 

Rektörler televizyon programlarında AKP il başkanı edasıyla pozlar kesiyor ve diktatörün savunuculuğunu sürdürüyor. Selçuk Üniversitesi rektörünün sosyal medyada paylaştığı “Reisin arkasındayız” sözleri hala etkisini sürdürüyor.Sözde özerk kurumlar olan üniversitelerin rektörleri diktatörün emir kulluğunu yapmayı sürdürüyor. Yandaş rektörler biat yarışındayken barış isteyen, diktatöre hayır diyen akademisyenler hala görevlerinden ihraç ediliyor.

 

Bilimsel ve ana dilde eğitim isteyen, diktatöre “Hayır” diyen, Nuriye ve Semih’e sahip çıkan, yıl dönümünde Gezi eylemlerine sahip çıkan, faşist çeteleri okuldan kovan üniversiteliler hakkında soruşturmalar açılıyor ve uzaklaştırma cezaları veriliyor. Öğrenciler üniversite kampüslerinden koparılarak tutuklanıyor.Adalet Bakanlığı’nın açıkladığı son verilere göre Türkiye’deki cezaevlerindeki tutuklu öğrenci sayısı  son 3 yılda 25 kat artarak, 69 bin 301’e yükseldi.Bu verilere göre her üç tutukludan biri öğrenci. Bu da gösteriyor ki özgür düşünce sansüre uğruyor. Tek tipçi anlayış üniversitenin özgürlükçü karakterine aykırı biçimde sistematik olarak uygulanıyor

 

Adalet Nereye yürüyor?

 

Saray merkezli politik islamcı rejim inşasında hakimlere ve savcılara düşen görev diktatörün önünde el pençe durmak oluyor. Anayasa mahkemesi başkanı diktatörün önünde secdeye yatıyor, adaletten sorumlu yargı mekanizmaları diktatörün özel hukuk bürosu gibi çalışıyor.

 

Referandum itibariyle tekrar kitle hareketi sokaklara yüzünü çevirmişti. Hayır hareketinin zayıflamasının ve sokaktan ayağının çekilmesinin baş aktörlerinden olan CHP ise, kendisinin de onayladığı dokunulmazlıkların kaldırılması sonucu Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte toplumsal bir talep olan adaleti sloganlaştırarak Ankara’dan İstanbul’a yürüdü. Yüz binlerce insanın katıldığı mitingde “manifestolar” yayınlayan Kılıçtaroğlu’nun gerçek yüzü ise halkların adalet taleplerini keni politikalarına yedeklemeye çalışmıştır. Nitekim adalet yürüyüşünü , bir vekilin tutuklanmasına karşı başlatan  CHP  ne  tutuklu HDP Eşbaşkanları’nı ve milletvekillerini gördü, ne yok sayılan alevileri gördü ne de imha politikalarının kurbanı Kürtleri!

 

Toplumsal muhalefetin ortaklaştığı adalet talebi ise CHP’nin büyük uğraşları sonucu düzen içi sınırlarına hapsoldu, Ağustos sonunda Çanakkale’de yapılan ve  yürüyüşün devamı iddiasında ki kurultay, konuşmacıların büyük çoğunluğunun dönemin AKP kurucuları ve sağcı isimler tarafından oluştuğu, Kürdistan’da sömürgeci savaşın konuşulmaması, şoven söylemleriyle hareketin karakterinin ne olacağının ve ufkunun ne kadar ileri ve devrimci-demokrat olabileceğinin(!) sinyallerini bir kez daha görmüş olduk. Kılıçdaroğlu ve CHP’de, burjuva siyasi anlayışına ve onun ideolojik karakterine uygun olarak hareketin sokakla buluşmasının ve anti-faşist biçimde karakterize olarak devrimcileşmesini engellemek için, kendisi harekete öncülük etme gayretinde ve onun ağzından da yine 2019 seçimleri düşmemektedir. Adalet yürüyüşü ve kurultaylarında göze çarpan en önemli verilerden birisi, gençliğin katılımının çok zayıf oluşudur. Buradan doğru, gençliğin CHP’yi diktatörün karşısında ve yeni yaşamın örgütlenmesinde alternatif olarak görmediğini söylemek yanlış olmaz.Yine yürüyüşte aktif katılımlarını gördüğümüz kadınlar da gerçekleştirilen kurultayda geniş ve aktif bir parça olamadı. Erkek egemen sistemin bekçisi bir CHP’den daha fazlasını beklemenin hayal olduğu da bir kez daha gözler önüne serildi.

 

Son sözümüz ise enerjimizin ve mücadele deneyimlerimizin bize gösterdiği noktalardan tutunarak, adalet talebi ile diktatöre meydan okuyan gençlik kitleleri ile bir araya gelebilmek ve onları daha büyük mücadelelerin parçası haline getirebilmek, yeni dönemin temel  görevi olarak sosyalist gençliğin önünde durmaktadır. Daha güçlü bir gençlik mücadelesi enerjisi ve direnişçi ruhu ile gelişmekte olan halk hareketinin gücüne güç katacaktır.