Umut Biziz – Defne Gürsoy

Geride kalan yıl dünyanın en zengin kesiminin servetlerine ortalama 2.5 milyar dolar eklediği, ezilenlerin ise “ekmek kırıntılarını değil, ekmeğin tamamını” istediği bir yıldı. İstismarcılara, tecavüzcülere aflar havada uçuştu; özsavunma hakkını kullanan Nevin Yıldırım yeniden müebbet hapisle cezalandırıldı. Irkçıların “Mülteciler olmadan bir gün” eylemine karşı ABD’den kadınların Trump’ın cinsiyetçi- ırkçı politikaları karşısında “Kadınlar Olmadan Bir Gün” diyerek greve çıktığı bir yıl oldu. İrlanda’da kadınlar kürtaj hakkını kazandı. Dolu dolu bir mücadele yılı ve bugüne baktığımızda son sözümüzü ilk sözümüz olarak söyleyecek olursak: Biz istersek hayat durur, biz istersek devrim olur.  


Emperyalistlerin Darbe, İşgal Çırpınışları

Venezuela’da faşist milletvekili Juan Guaido Ulusal Meclis Başkanı seçilmesinin ardından kendini devlet başkanı, Maduro’yu ise başkanlık koltuğunun işgalcisi ilan etti. Komünlerin devamını sağlayamaması, Latin Amerika halklarıyla bölgesel Bolivarcı birliği kurma hedefinden uzaklaşması, komünal konseylerin geliştirilmemesi gibi çeşitli başlıklarda Maduro sosyalistler tarafından eleştirilebilir/eleştirilmektedir. Fakat Maduro’nun bu yanlışları Guaidio’nun sağ kesimi bile kapsayamadığı darbesinin ABD tarafından planlanan bir darbe olduğunu değiştirmez. Trump’ın jet hızıyla Guaido başkanlığını tanıması, Venezuela’ya seçimlere gitme baskısında bulunması ve bu doğrultuda çeşitli yaptırımlar uygulaması, bütün bunlardan umduğunu bulamayınca “askeri operasyon planı gündemimizde” açıklaması ile yeni bir tehdite girişmesi bunu ispatlıyor. Trump, Maduro’nun başkanlığı tanımama gerekçesi olarak Venezuela’daki yoksulluğu, acıyı gösteren sahte maskesi ile kimseyi kandıramıyor. Emperyalistler bakımından halkların acıları da yoksullukları da hiçbir şey ifade etmiyor. Tek amaç zenginliklere el koymaktır. Buna ABD ve Venezuela denkleminden bakacak olursak ABD için yegane amaç petrole el koymak.

Diğer bir yanda Ortadoğu emperyalistler için tam bir keşmekeş, çünkü o “küçücük” Rojava Kadın Devrimi durmaksızın planlarını bozuyor. Coğrafya genelinde gerek Ortadoğu’nun geleceğine dair gerek Türkiye yerel seçimlerine dair belirleyici sözü Kürtlerin, devrimci- demokrat kesimin söyleyecek olması Saray’ı oldukça köşeye sıkıştırıyor. ABD, Kürtlerin Rusya bloğuyla diyalog kurmasını istemese de bir gelecek sunmadığı sürece bunun önüne geçemiyor. Tampon bölge planları ile hem Türkiye’nin İdlib, Fırat’ın doğusu hayallerini dizginlemeye çalışıyor; hem de Kürtlere aba altından sopa göstermeye çalışıyor. Türkiye’nin Minbiç planını uygulama, İdlib işgalini sürdürme gibi hayalleri olsa da Putin’in de artık bu hayallerin önüne set çekeceği Ocak sonu görüşmelerinde anlaşıldı. Rusya açısından öncelikli hedef Kürtleri kendi tarafına çekmek ve Esad yönetimini Suriye’de yeniden hakim kılmak. Bu doğrultuda Türkiye’ye bazı sınırlar çekmeye başladı. İç politikada da dış politkada da savaş, baskı, işgal dışında hareket marjı kalmayan Diktatör için bu tablo hiç iç açıcı değil.

Krizler, seçimler sarmalında Türkiye

Eylül 2018’den bu yana üzerine çokça yazılıp çizilen bir konu ekonomik kriz. Yerel seçim öncesi başlayan anket furyasında toplumun kaygılarını oluşturan ilk sırada da kriz yer alıyor. Diktatör bakımından bu yalnızca bir ekonomik kriz sorunu değil elbette. Askeriyesinden bakanlıklarına devletin tüm kurumlarına dönük güvenin yitirilmesi dahi AKP-MHP koalisyonun meşruluğunun sorgulandığını gösteriyor. Bu sorgulamaları derinleştiren, Saray darbesinin başından beri sokak ısrarını koruyan kadın özgürlük mücadelesidir. AKP-MHP ittifakı faşist rejimin içinde bulunduğu krizler nedeniyle yine birlikte seçime gitmek “zorunda” kaldı. CHP, Erdoğan’dan duyduğu korkuyla HDP ile yanyana gelmekten, isminin birlikte anılmasından özellikle imtina ediyor. Politik hak ve özgürlüklere umarsızca saldırılan, işçiler tahtakuruları ile uyumak istemediklerine dair eylem gerçekleştirdiğinde tutuklanırken, tiyatro oyuncuları sergiledikleri rol nedeniyle tutuklanırken yani alenen bir demokrasi krizi söz konusuyken ittifak tercihini MHP’nin laciverti İyi Parti’den yana yapması şaşırtıcı mı? Şüphesiz değil. Egemenlerin partisi karakterine uygun olarak hareket ediyor. Burada esas sorunu HDP’nin CHP’ye yedeklenme politikası uyguluyor oluşu.

Direniş Çizgisi ve HDP

Leyla Güven’in tecride karşı bedenini açlığa yatırarak ortaya koyduğu direniş çizgisi devleti geri adım atmak zorunda bıraktı. Leyla Güven’in dışarıda da direnişini sürdürme kararlılığının nasıl bir umut oluşturduğunu ve direniş çizgisinin kazandıracağını görmek isteyenlerin 3 Şubat Emek, Barış, Adalet mitingine katılan binlere bakmaları yeterli olacaktır.

HDP, yerel seçimlerde temel politikasını kayyum saldırısını geri püskürterek yani önceliğine Kürdistan üzerinden belirledi. Kayyum saldırısı ile halkların iradesinin teslim alınamayacağını, savaş siyasetinin kaybettiriciliğini göstermek bakımından oldukça anlamlı. Fakat her fırsatta HDP’nin karşısına dikilen, AKP-MHP ittifakını besleyen, muhalefet olamayan sözde ana muhalefet CHP’ye destekçiliğin egemenleri güçlendireceği açıktır. Sosyalistler bu noktada sözlerini söyledi: “(Sosyalistler) Bugün Saray faşizminin destekçisi ve gizli ittifak gücü CHP ile kurulacak ittifak ilişkilerinin mücadeleye katkı sağlamayacağına inanıyorlar. Dolayısıyla bulundukları her yerde HDP’nin ayrı aday ya da liste çıkardıkları her yerde HDP’ye oy istecek, HDP adaylarının kazanması için çalışacak ancak CHP’ye dolaylı ya da doğrudan destek anlamına gelecek hiçbir girişimin parçası olmayacaklardır.”

Yerel Seçim Listelerinde Olmayan Kadın, Yaşamın Her Yanında!  

“Eşitlik Adalet Kadın Platformu, yerel seçimlerde aday gösterilen kadınların sayılarını ve oranlarını paylaştı. AKP’nin tüm adaylar içerisindeki kadın aday oranı 2.1, CHP’nin 4.9, MHP’nin 1.8 olurken HDP aday gösterdiği her il ve ilçede kadınları eşbaşkan adayı olarak listelerine ekledi.” Yine cinsiyet ayrımının bütün çıplaklığı ile gözler önüne serildiği bir seçime gidiyoruz. Düzen partileri, düzenin devamlılığı için kadının güvencesiz-esnek işlerde çalışan ya da daha makbulu evde parça başı üretim yapan, çokça çocuk doğurup bakan köleler olmasını istediği için siyasette kadına yer vermiyor. Kadınlar inatla siyasetin, yaşamın merkezine yürümeyi sürdürüyor. Ve tam tarifiyle “söke söke” haklarını alıyor. Nasıl mı? Grev alanında soba kurulmasını yasaklayan devlete rağmen 270 günü aşkın süredir grevi sürdüren Flormar işçisi kadınlar emeklerinin karşılığı için direnişi bize en güçlü dayanaklardan biri oluyor. Kriz gerçeği karşısında tekil tekil işçi grevlerini getiriyor. Aylardır birçok işçi grevi duyuyoruz, bu grevlerin birleşmemesi sönümlenmeleri getirebilir. Flormar işçilerinin Cargill işçilerini ziyareti sınıf dayanışması ruhunu yaratmak açısından oldukça değerli.

Kadın düşmanı AKP- MHP ittifakı gelecek anlamında gelen çocuklara istismar ve tecavüzcülerle evlilik dışında bir şey sunmuyor. 2016 yılında AKP’nin gündeme getirdiği çocuk istismarının önünü açan yasa kadınların sokaktan cevabıyla geri çektirilmişti. Fakat AKP çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak, istismarcıları besleyecek adımlar atmaktan geri durmadı. Antalya MEM’ün tecavüzcü Ensar Vakfı ile anlaşma yapması ve öğrencilerin “Değerler Eğitimi”ni Ensar’dan alacak olması AKP’nin değerlerinin tecavüzcü- istismarcılardan öğrenildiğini gösteriyor. Kadınlar bu yasanın sokaktan geçmeyeceğini dün söyledi, bugün de yineliyor. Her geçen gün daha da güçlenerek söylüyor hatta. Türkiye ve Kürdistan kadın hareketinin bugüne dek biriktirdiklerinin somutlanmış hallerinden biri olan Kadınlar Birlikte Güçlü, dünyada yükselen kadın özgürlük mücadelesine coğrafyamızdan da güçlü bir yanıt oluyor. Her birimizin umudunu, direncini büyüten KBG yolun henüz çok başında. Fakat şimdiden attığı etkili adımları Türkiye Kadın Buluşması’nın sonuç bildirgesinden okuduk. Önemli bir nokta olarak Polonya, Arjantin ve ABD’den kadınların öncülüğünde gerçekleşen kadın grevlerine bu yıl Türkiye ve Kürdistan’dan da ses olunması, topyekün bir gün ya da saatlik/sembolik grevler tartışmasının yürütülmesi kapitalizme görmediği o ev içi emek boyutundan da tokadı indirecektir. Sömürünün uluslararasılaştığı günümüzde kadın hareketinin birlikteliğini küreselleştiren bu tarz mücadele pratikleri yeni kazanımların önünü açıyor. 8 Mart’ın Berlin’de resmi tatil ilan edilmesi tüm dünya kadınlarının önemli bir kazanımıdır. Yenilerinin çağrıcısıdır.

Umut Biziz!

Geride bıraktığımız yıllarda Saray’ın tüm saldırılarına cevabı sokaktan veren kadınlar olarak, 25 Kasım’da İstiklal Direnişi’ni yaratan kadınlar olarak faşizmin buzkıranı olmayı sürdürüyoruz. Şimdi yayılan işçi grevleri, Avrupa’dan gençlerin ve çocukların “Gelecek yoksa okulun ne anlamı var” diyerek dersleri kırıp gerçekleştirdikleri #FridaysForFuture eylemleri gibi çeşitli ekoloji mücadeleleri, emperyalizme karşı direnişler içerisinde yine özgürlüğümüz için en önde koşmayı sürdüreceğiz. Bahar avuç içlerimizde, yineliyoruz biz istersek hayat durur, biz istersek devrim olur!