Rehin Politikası – Ali Deniz Esen

Geçtiğimiz günlerde ABD’li rahip Brunson üzerinden yaşanılan uluslararası kriz “rehine” tartışmalarına sahne olmuştu. “Rehine” kavramı başka ülkelerin vatandaşlarını tutukluluğunun niteliğini yoksa bütünlüklü olarak bir politikayı mı tarif ediyor, durumu berrak bir biçimde ortaya koymak gerekiyor.

Yaşadığımız bugünlerde siyasal çelişkilerin tarihte eşi benzeri görülmemiş krizler yarattığı ortada. Öyle ki bu çelişkiler, “Saray” çevresinde yeniden inşa edilmeye çalışılan faşist diktatörlüğün “beka” sorunu haline gelmiş durumda. Saray ayakta kalmanın tek çaresini toplumsal muhalefete toptan yönelen saldırganlıkta bulmakta.

Faşist diktatörlük uzun süredir rejimi reorganize ederek mevcut krizlerini aşmayı, emperyalist küreselleşmeye entegrasyonu ve çok daha geniş yığınları hegemonyası altında toplamak istiyordu. Bugün gelinen noktada ise rejimin reorganizasyonu devlet-halk çelişkisini olabildiğince derinleştirdi. Burjuva muhalefetin saflarındaki milyonlardan, eski statükonun yanlıları kesimlere kadar geniş yığınları dahi rejimin karşısında konumlandırdı. Yani burjuvazinin hegemonya sınırlarının dışına çıkan eskiden “hükümetin kim olduğuyla” ilgilenen büyük bir bloğun rejimle kavgalı hale gelmesinden söz ediyoruz. 16 Nisan Referandumu “Hayır Bloğu” ile tarif edilen geniş kesimlerin önemli bir kısmı bu durumun tarifine denk düşüyor. Burada söz edilen kitlelerin yönelimidir. Rejimle çelişkiye düşüş burjuva partilerde bu denli bir pozisyon alımına sebebiyet vermemiş. Hatta kimi durumlarda Saray’ın arkasına dizilmişlerdir. Dolayısıyla devlet-halk çelişkisinin öznelerini iyi belirlemek gerekir; devlet ve karşısına dikilen milyonlar.

Saray ortaya çıkan bun somut gerçeği tersine çevirmek için içinde bulunduğu krizlerinin ve demokratik mücadelelerin zorlayıcı etkisiyle ceberrut devlet şiddetine sarıldı. Tercih olduğu kadar mecburiyetinde ifadesiydi. Devlet şiddeti rejimin sınırlarının dışına çıkan kitleleri genişliği ölçüsünde daha yaygınlaştı. Pervasız biçimde yargı bunun aracı biçime getirildi. İnsanlığın evrensel olarak tarihsel mücadeleler ile yaratılan değerlerin dahi gerisine düşüldü.

Bugün “adalet” kavramı üzerinde tartışılan rejimin, yargıyı güvenlik bürokrasisinin parçası haline getirmesidir. Buradaki tek amaç rejime karşıt pozisyona gelmiş çok geniş kesimleri tekrar hegemonya altına almaktır. Dolayısıyla toplumda rejime rıza üretiminin zorla sağlanmasının aracı yargının, kararları yalnızca “keyfi” olarak nitelemek eksik kalacaktır. Şüphesiz yargı kararlarının “keyfiliği” demokratik mücadeleyi geriletmek adına hep varolagelmiştir. Bugün yaşananlar bunun çok ötesindedir. Burjuva yasal zemin dahi tümden yok edilmiştir. Rejimin tek amacı toplumsal muhalefeti tümüyle sindirme, sömürgeci savaşta bambaşka bir dinamiğe ulaşan KÖH’ü imha etmek yani toplumu teslim almaktır. Aralarında seçilmiş vekiller, belediye başkanları, gazeteciler, akademisyenler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar olmak üzere binlerce devrimci demokrat hapishanelerde rehin alınmıştır. Rehin alınanların yargılanmalarının ortaklaştığı nokta kazanılmış tüm demokratik haklardır. Yani yılların onca mücadelesini bir çırpıda silip atmak.

Rehine politikalarının hedeflediği kesimlerin en önünde şüphesiz sol-sosyalist özneler geliyor. Yıllar yılı sistematik saldırıların muhattabı olan sol-sosyalist özneler bakımından bugünkü saldırıları özel kılan ise rejimin içinden çıkamadığı çelişkilerin yıkıcı etkisidir. Bu yıkıcı çelişkilerin yarın milyonları rejime karşı sokağa çıkarmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Yani alt-üst oluşların ortaya çıkacağı zeminin hali hazırda var olması. Tamda sol-sosyalist öznelerin asıl niteliği, bugünkü niceliğinden bağımsız olarak potansiyeli bu zemin üzerine yükselebilecek olmasıdır.

Sistematik saldırı biçimi olan rehine politikalarıyla mücadele etmek dönemin politik özgürlük kavgasının parçasıdır. Bugün bu gündem burjuva muhalefetin çizdiği sınırlar içinde kalmamalıdır. Çok geniş kesimlerin etkilendiği koşullarda ajitasyon alanı olabildiğince genişlemiştir. Böylesi bir gündemin üzerinden politika yapmanın olanaklarından yararlanılmalıdır. Geçtiğimiz genel seçimler ve sonrasında OHAL’in kaldırılmasına evrilen süreç, OHAL karşıtı verilen mücadelelerin bir sonucuydu. Seçimin siyaset yapma olanağını genişlettiği koşullarda OHAL karşıtı mücadelenin basıncı bir sonuç alıcı bir biçime dönüştü. Keza rehin alma saldırılarının geniş kesimlerde yarattığı rahatsızlık, politika ile rejim karşı basınca dönüştürülebilir. Yoksa böylesi geniş kitlelerin gündemi burjuva muhalefetin sınırlarında takılıp kalacaktır. Siyasi rehine durumunda bulunan Yüksekdağ, Demirtaş, seçilmiş vekiller, gazeteciler, sosyalistler özelinden ESP Genel Başkanı Çiçek Otlu gibi temsiliyetler üzerinde kamuoyu örgütleme ile başlanabilir. Böylece binlerce devrimci-demokrat siyasi rehinenin ve toplamda saldırganlığın bir ayağı teşhir edilmiş, geniş kitleleri bu gündem etrafında saflaştırmanın önü açılır.

Rehin durumundaki binlerce devrimci-demokrat faşizmin zindanlarında irade savaşı vermektedir. Dolayısıyla direnişleri dar hukuki mücadeleler içinde bırakılmamalıdır. En nihayetinde hapishaler tarihsel mücadeleler sonucu büyük bir direniş geleneği ile birlikte varolmuştur. Politik başarılar ise ancak çok yönlü ele alınırsa başarılı olur. Zindanlardan, sokaklara uzanacak direngen tutum faşist saldırganlığı geriletilebilir.