Kapitalizm_19 – Okan Danacı

Covid-19 virüs salgınıyla birlikte kapitalist devletler insanlığı kaderiyle baş başa bırakarak “bireysel önlem” çağrıları yapıyor ancak yayılmasını durduramıyor. Tüm aygıtlarıyla evde kal çağrısı yapan siyasi iktidar “birlik, beraberlik, kardeşlik” naralarıyla ezilenleri aldatmaya ve durumun sınıfsal karakterini perdelemeye çalışıyor ve aynı zamanda bu çağrıların hedefinde kitleler arasında gelişen toplumsal dayanışma pratikleri olduğu da aşikar. Bir anda her kapı başka bir dünyaya, her apartman dayanışması bir mevziye, her komşuluk ilişkisi yoldaşlık düzeyine taşınabilir. İtalya’da ortaya çıkan istihbarat raporlarında olası beklenti olarak gündeme gelen “ayaklanma” tesadüf yahut bir algı harekatı değil, artık dünyanın her yeri için geçerli olan bir gerçeğin ifadesidir.

Covid-19 dünyanın bütün kıtalarında toplumun tüm kesimlerini etkiliyor ama en ağır yaşayanlar yine ezilenler oluyor. Herkese bulaşabilir ama herkes aynı tedaviyi görmez. Bir sermayedarın karantinasıyla emekçilerin kendi “OHAL”inin bir olmadığı ve olamayacağı açıktır. Emekçiler hastane koridorlarında ölüm sırasını beklerken, AKP milletvekillerinin çocukları corona test kitlerini pazarlamaya çalışıyor! O nedenle eşit değiliz ve salgını eşit koşullarda yaşamıyoruz. Dünya kapitalist devletlerinin ve siyasi iktidarın açıklamalarında tüm toplum gerçeği daha net gördü; konu halk sağlığı ve sınıfsal çıkarlar olduğunda egemenlerin tercihinin –varlık hakkını sürdürebilmesi için de “zorunda” olarak- ne ve nasıl olacağı perde arkasında kalmadı. Devletler salgın sürecinin her evresini fırsata çevirmeye çalışıyor ve halk sağlığı için alınması gereken sözde “önlemler” sıkı yönetime dönüşüyor. Hak ve özgürlüklerin gaspı büyüyerek devam ederken, ezilenler önlem istedikçe rejim emekçinin cebini boşaltıyor, öğrencinin asgari masraflarını karşılamasına dahi yetmeyen bursuna göz dikiyor. Ve sıralamakla bitiremeyeceğimiz dahası…

Yapılan araştırma ve sonuçlarının gösterdiği verilere göre “Sosyal mesafelendirme” covid-19 salgının önüne geçmenin şimdilik en etkili önleyici yöntem olduğu geniş kamuoyu tarafından bilinen ve kabul gören bir gerçektir ancak siyasi iktidarın bu yöntemi uygulama konusundaki niyetinin önlem veya halk sağlığı olmadığı açık ve nettir. Eğer halk sağlığını bu kadar düşünüyor olsaydı bugüne kadar önlemler çoktan alınmış ve evde kalabilmenin tüm koşulları siyasi iktidar tarafından yaratılmış olur, sağlık ve hizmet sektörü rant için değil toplumun gelişimi ve sağlığı için düzenlenirdi. “Gençlerimiz evde kalmalı, en büyük sorumluluk onlarda, onlar bizim geleceğimiz”  diyerek televizyonlardan evde kal çağrısı yapan siyasi iktidarın planı; ölümü gösterip rıza üreterek, toplumsal bir tepki ve hatta daha ileri aşamalarda ayaklanmaya dönüşebilecek bir hareketin en dinamik kuvvetlerinden biri olacak gençliği, en ağır koşulların içine sürükleyerek kendine bağımlı kılmaktır. Daha özet bir ifadeyle söylemek gerekirse; siyasi iktidarın niyeti halk sağlığı için sosyal mesafelendirme değil; gençliği ekonomik, sosyal, siyasal, psikolojik ve ideolojik tecrite uğratıp eve hapsetmek ve onu çözülmeye uğratmaktır.

Resmi Yalanlar

Rejimi köşeye sıkıştıracak gücün evde kalanlar değil kalamayan işçi ve emekçiler olduğu gerçeği su götürmez bir gerçek olarak önümüzde duruyor ancak yazımızın konusu tüm dünyada yaşanmakta olan covid-19 salgını koşullarında rejiminin gençliği hapsetme planı ve gençliğin tutumudur.

İlk vakalarla birlikte üniversite öğrencilerini apar topar yurtlarından çıkarıp evlerine gönderen devlet, ne bir önleyici sağlık tedavisi uygulamış ne de öğrencileri kontrolden geçirmiştir. Apart topar memleketine dönmek zorunda bırakılan, bu hengamede zoraki eve çıkan veya öğrenci evinde kalan arkadaşlarının yanına yerleşen öğrencilerin virüs taşıyıcısı olmadıklarının garantisi olmamakla birlikte, evde kalabilmesinin ekonomik zemini de yoktur. Daha 1-2 ay öncesine kadar yemekhane protestolarından ulaşım zamlarına kadar bir dizi konuda itiraz eden ve “geçinemiyoruz” diyen öğrenciler için hiçbir şey değişmemiş, aksine durum daha da ağırlaşmıştır. Ev kirası, faturalar ve salgın döneminde zorunlu temel ihtiyaçlar başta olmak üzere öğrencilerin masraflarını karşılaması mümkün değildir. Artan beslenme ve temizlik ihtiyaçlarını temin etme konusunda gelir eşitsizliği de yine aynı şekilde binlerce öğrenciyi mağdur etmektedir. Otellerin değil de yurtların karantina bölgesi ilan edilerek öğrencilerin dört bir yana dağıtılması ise rejimin halk sağlığını “ne kadar önemsediğini” gösteren sınıfsal karakterinin refleksidir. Bu durum hiçbir sağlık kontrolünden geçirilmeyen öğrencilerin sağlığı için risk taşırken diğer yandan da halk sağlığı için büyük tehdit oluşturmaktadır. ”Normal” koşullarda dahi geçim sıkıntısı yaşayan öğrenciler için süreç daha ağırlaşacaktır.

Devletin yaptığı resmi açıklamalara göre dönem arasında yükselişe geçen vaka ile birlikte eğitim-öğretime ara veren siyasi iktidar ders ve sınavları online olarak devam ettireceğini duyurmuştu. Elbette bu uygulama devlet üniversiteleri ve vakıflar arasında ciddi bir uçurumu da yine gözler önüne sermeye yetti. Ortaya çıkan eşitsizlikler çıplak gözle görünecek kadar nettir. Sonuç itibari ile online olarak sürdürülmek istenen dersler için gerekli teknik donanıma ve kolay erişime sahip olmayan yüzbinlerce öğrenci eğitim hakkından yoksun bırakılmıştır. Sosyal medyada mağduriyetini dile getiren öğrencilerin  ÖBS’ler üzerinden yazdıkları mesajlara ise dekanların dalga geçercesine verdikleri “seneye tekrar girersiniz” cevapları mağduriyeti öfke düzeyine taşıyan bir duruma dönüşmüştür.

Part-time olarak çalışan binlerce genç de önlem amacıyla iş yerlerinin kapanmasıyla birlikte işsiz kalmış ve dara düşmüştür. Zaten kıt kanat geçimini sağlamak için kafe, bar, mağaza vb işletmelerde çalışan genç işçiler şimdi daha ağır geçim sıkıntısı yaşayacaklardır. Genç işsizlerin geçim derdi ise şimdi misliyle katmerlenmiştir, onun kaderi evde kalamayanların kaderiyle birdir.

Dünyanın İlacı Sosyalizm

Tüm bunlarla beraber öğrenci, işçi ve işsiz gençliğin öne çıkan talepleri olan ücretli izin, işsizlik maaşı, kira ertelemeleri, fatura iptali, ücretsiz sağlık, ek ödenek, burs kesintilerinin iptali, ücretsiz-kesintisiz internet gibi başlıklar geçerliliğini sürdürmektedir. Eğitim-öğretime ara verilerek ve tüm paranoyaklaştırma yöntemleriyle öğrenciler evlerine gönderilmiştir ancak hala zorunlu olarak ve güvencesiz-sağlıksız koşullarda çalıştırılan binlerce genç işçi gerçeği de önümüzde durmaktadır. Genç işçiler ve genç işsizler bu dönemin mücadelesinde dünden daha özel bir pozisyona geçecektir. O nedenle halk gençliğinin talepleri güçlü bir şekilde sahiplenilmelidir. Taleplerin sahiplenilmesi ve daha yüksek sesle ifade edebilmesi için yeni sürecin gereklerine uygun araç ve yöntemlerin tespiti ve hayata geçirilmesiyle birlikte ajitasyon-propaganda alanlarının saptanması, güçlerin bu alanlara konumlandırılması başta sosyalist gençlik olmak üzere tüm gençlik kuvvetlerinin öncelikli görevleri arasında olmalıdır. Gençliğin enerjisi, bilim-teknoloji alanında kimi yetenekleri-ilgisi ve yaratıcılığı bu dönemin önemli tetikleyicileri arasında olacaktır. İlk anda hareketin büyük bölümünün evlere kapanmış olması ve hareketsiz kalma eğilimleri sergilemesi gerçeğin bir yanıyken, onun rolü ve misyonunun taşıdığı potansiyel de gerçeğin diğer yanıdır.

Sürecin gelişimi açısından rejimin tahtını sallayarak değiştirici/sarsıcı rol oynayacak en temel kuvvet, şüphesiz evde kalamayan işçi ve emekçiler olacaktır. Sokaklar, meydanlar, sahiller her yer yasak, tepki-protesto-dayanışma yasak ama işçiyi güvencesiz ve sağlıksız koşullarda köle gibi çalıştırmak serbest! Resmi rakamlara göre “On bin vakaya en kısa sürede ulaşan ülke” olma “başarısını” taşıyan Türkiye için sonuçların daha ağırlaşacağı aşikar. Bunun yaratacağı kimi kırılma ve patlamalar yaşanabileceği ise düne göre daha büyük bir ihtimaldir. Vatan-millet hikayeleri, boy boy kahramanlık kesmeler vb. aldatma oyunları durumu tersine çeviremez. Açlık ve yoksullukla sınanan, ölümle baş başa bırakılan kitlelerin pozisyonu muhakkak olduğu gibi kalmayacaktır. Ekonomik krizde siyanürle intihar eden veya bedenini ateşe veren insanları dahi düşündüğümüzde, sürecin kimi refleksif çıkışları, lokal hareketler,  toplu intiharlar veya siyasi iktidara yönelen değişik biçimlerde öfke patlamaları sarsıcı bir rol oynayabilir. Kendiliğinden bir karakterle vücut bulma potansiyeli taşıyan bu süreç devrimci yükselişin zemini taşımaktadır ve onu gerçek bir güce dönüştürecek olanlar için bir adım öne çıkmanın zamanıdır.

Dünya kapitalizminin yaşadığı bu krizin daha da belirginleştirdiği kimi imkan ve olanakları görmemiz gerekir. Uzun zamandır hareketsiz kalan kimi mahalle inisiyatifleri harekete geçmiş ve yeni oluşumlar kurulmuştur. Yerellerde kurulmakta olan bu dayanışma ağlarını güçlendirmek için çabalamalı, buralarda politizasyonu güçlendirmeli, dayanışma pratiklerinin ötesine geçilerek daha yakıcı taleplerin sesi haline getirilmelidir. Bu araçların ilerleyen günlerde covid-19 salgının daha ağır sonuçlar yarattığı anda kitlesel politik mücadele araçlarına dönüşme potansiyeli oldukça yüksektir.

Dönem güçlü biçimlerde kapitalizm teşhiri ve sosyalizm propagandası yapmanın zamanıdır. İşçi havzalarında ve onların yaşam alanlarında sosyalist propagandayı yükseltmeli ve buralarda siyasal bir karşı koyuş örgütlemenin kanallarını zorlamalıyız. Halk gençliğinin talepleri işçi sınıfı ve ezilenlerin talepleriyle birleştirilmelidir. İşçi hareketinin çalışmalarına omuz vermeli ve dayanışmayı en güçlü biçimiyle örgütlemeli, yoğunlaştırılmış bir emekçilik üstlenmelidir. Farklı toplumsal kesimlerden kendi özgünlüğünde yükselen taleplerin hiç birisi siyasi iktidar tarafından karşılanamaz, bunun gerçekliği yoktur. Elbette rejim talepler etrafında yükselecek bir mücadele ile köşeye sıkıştırılabilir ancak ona akıl vermek ve çözüm yolu göstermek bizim işimiz değildir. Yaşamsal sorunu ortaya çıkaran olgu kapitalizmdir, doğal olarak hedef kapitalizm ve onun sahibi siyasi iktidardır. Tüm öfkenin ve mücadelelerin hedefinde kapitalist sömürü düzeni olmalıdır. Sosyalist gençlerin görevi gençliğin bu karşı karşıya gelişini büyütmek, yarılmayı derinleştirmek olmalıdır. Yükselen taleplerin devrimci mücadelenin sıçrama tahtasına dönüşebilecek bir çarpışma düzeyine çıkarılması ve işçi sınıfının taleplerine omuz vermek gençliğin başat görevi arasındadır.  Her talep rejimle karşı karşıya gelişin fitili olmalı, kopuşun zeminini güçlendirmelidir. Niyetimiz krizi fırsata çevirmeye çalışan iktidara çelme takmak ve yegane kurtuluşa işaret çakmaktır. Hareket noktamız, hiç de dolaylı olmayan, ortada bırakmayan, en vurucu şekliyle bastıra bastıra sosyalizmi anlatmak ve hatta örgütlemek olmalıdır.