Çözemediler Çözülüyorlar

2002 yılında emperyalist merkezlerin ve yerel sermaye ile yerli iktidar çevrelerinin, neoliberal karakterdeki burjuva değişim programı çerçevesinde, Erdoğan ve partisi AKP, iktidar koltuğuna oturdu. Türkiye’nin içerisine girdiği ekonomik krizden çıkışın ve AB’ye adım atmanın anahtarı denilerek halkların önüne cilalanarak sunulan AKP’nin siyaset sahnesindeki tarihi böyle başladı. Geniş bir uzlaşı zemini üzerinden varlık hakkını kazanmış olan AKP’nin önünde bir görev olarak, devletin siyasi ve ekonomik olarak restorasyonu duruyordu. AKP, rejimi neoliberal karakterdeki bir restorasyonla yenileyerek, devletin tarihsel olarak işlemez kılınan ya da misyonunu oynayamayan uzuvlarını inşa etmek sorumluluğunu üzerine almıştı. Şüphesiz ki, bu yapısal çelişki ve çatışma dinamiğinin en başında Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi(KUÖH) ve mücadelesi geliyordu.

Her ne kadar burjuva değişim programı çerçevesinde iktidara getirilmiş olsa da, AKP’nin refleksleri devletin geleneksel yaklaşımından farklı değildi. Ancak iktidara ilk geldiği yıllarda AKP, savaş kartıyla değil “tasfiyecilik” yaklaşımı ile sonuç almayı hedefliyordu. KUÖH ise, 1999 yılında ateşkes ilan ederek Medya Savunma Alanları’na çekilme kararı almış bulunuyordu. Önderliği esir düşen KUÖH, derin bir tasfiyeci saldırı ile karşı karşıyaydı. Gerilla direnişini ve silahlı mücadeleyi bitirmeyi hedefleyen tasfiyecilik, ağır ve yıkıcı bir karaktere bürünüyordu. AKP, iktidara geldiği ilk yıllarda hesaplarını bu tasfiyeci yarılmayı derinleştirmek üzerinden kurguladı ancak başarılı olamadı. Gerilla, kendisini daha yüksek bir savaş gücü olarak örgütleyerek devletin yüzündeki maskeyi parçalamasını bildi.

Savaş Yeniden Başlıyor: 1 Haziran 2004 Atılımı

KUÖH, AKP’nin tasfiyecilik operasyonuyla sonuç almaya çalıştığını ve devletin aradan geçen beş yıl boyunca demokratik çözüme dair hiç bir adım atmadığını belirterek eylemlerine yeniden başlama kararı aldı. KUÖH’ün tarihinde ikinci “15 Ağustos” olarak belirtilen bu eylem kararı, uzun yıllar sürecek olan savaşın başlangıcı oldu. 28 Mart 2006’da yaşananlar ise, Erdoğan’ın faşist sömürgeci devlet geleneğinin devamcısı olduğunu en berrak bir biçimde halklara gösterdi. KUÖH’nin saflarında hayatını kaybeden gerillalar, Amed’de uğurlanmaya hazırlanırken, devlet cenaze törenine saldırdı. Bu saldırı, çok kısa bir sürede serhildana dönüştü ve tarihe “Amed Serhildanı” olarak geçti.

Erdoğan, serhildan karşısında “Çocuk da olsa, kadın da olsa gereği yapılacak.” diyerek katliam emrini vermiş, yüzlerce insanın yaralanmasına, onlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. 2008 yılında ise AKP’nin öncülüğü çektiği devlet aklı, yeniden KUÖH’ün “inlerine girmeyi” planladığını söyleyerek “ezme ve yok etme” çığlıkları atmaya başladı. Hedefte, Medya Savunma Alanları vardı. Bu amaçla 21 Şubat 2008’de TSK, Zap Vadisi üzerinden Medya Savunma Alanları’na doğru harekete geçti sonuç ise tam bir hüsran oldu. Kelimenin gerçek anlamıyla irade kırılması yaşayan TSK, yüzlerce kayıp ile birlikte bir hafta içerisinde sınır içine dönmek zorunda kaldı. Zap Savaşı, KUÖH’ün etki ve savaş düzeyini, devlete kabul ettirdiği bir dönemeç oldu. 2009 yılında gerçekleşen yerel seçimler AKP’nin politik etki düzeyinde yeni bir kırılmaya ve sömürgeciligin sınırlandırılmasına işaretti. BDP’li belediyeler birçok yerde AKP’yi adeta tabela partisine dönüştürdü. BDP’nin seçim zaferi AKP’nin “KUÖH” karşısındaki politikalarında yeni bir dönemecin başlangıcı oldu.

Çözüm mü, Çözülme mi?

AKP, iktidara geldiği ilk günden itibaren KUÖH karşısında istediği pozisyonu almayı başaramadı ve denklemi kendi lehine değiştiremedi. Aksine, devletin sömürgeci politikaları yükselen mücadelenin karşısında gün geçtikçe sınırlanıyordu. İşte böylesi bir dönemde, AKP’nin “çözüm süreci” daha sonra değiştirilen ismiyle “Milli Birlik ve Kardeşlik” projesi hayata geçirildi. Oslo’da PKK ve MİT arasında yapılan görüşmeler sürecin başlangıcı oldu. AKP bu süreçle birlikte, Kürt halkını bireysel haklar temelinde sömürgeciliğe yedeklemeyi planlarken, KUÖH’ü ise etkisizleştirmeyi hedefliyordu. Kürt halkının statü ve kolektif haklar talebi ise sömürgeci AKP tarafından asla gündemleştirilmedi. Aksine bahsedilen sürecin başladığı tarihlerde Kürt siyasetçilere ve BDP’li belediyelere dönük “KCK Operasyonları’nın” startı verildi. Ancak KUÖH, AKP’nin bu politikasını da ustalıkla boşa çıkartmayı
bildi. Medya Savunma Alanları’ndan gelen “Barış Heyeti”, Habur’dan Amed’e kadar yüz binler tarafından karşılandı. Kürt halkı bir yandan sürece el koyuyor, bir yandan da Erdoğan’ın samimiyetini sınıyordu. AKP ise geleneksel sömürgeci ve devletçi karakteri ile amacının çözüm değil tasfiye olduğunu göstererek, yaşananları Habur Provakasyonu olarak nitelendirdi ve kansız savaştan, kanlı siyasete hızlı bir geçiş yapılmış oldu.

Savaş, Masa ve Yeniden Savaş

2012 yılına kadar AKP ve KUÖH’ün kısmi ve parçalı çatışmalarla geçirdiği süreç aynı yıl yoğunlaştırılmış bir
savaş şeklini aldı. AKP, KUÖH’ün önderliğine yönelik tecrit politikalarının dozajını arttırdı, KCK operasyonlarında vites büyüttü, on bine yakın siyasetçi tutuklandı. Gerilla ise “4.Stratejik Dönem” içerisinde bulunduğunu belirterek “Devrimci Halk Savaşı’nı” ilan etti. Gerilla bu süre boyunca yaklaşık bin kilometre karelik alanı tutmayı başardı, TSK’yi bölgede hareketsiz hale getirdi. Bir de yoğunlaştırılmış savaşa, hapishanelerdeki tutsakların açlık grevi saldırısı da eklenince AKP’nin iradesi bir kez daha kırıldı. İmralı’ya giden bir heyet Abdullah Öcalan’ın açlık grevlerini sonlandırın çağrısını belirtti ve açlık grevleri son buldu. Abdullah Öcalan ve KUÖH, bir kez daha insiyatifi eline aldı.

Süreç kaldığı yerden değil güçlenen KUÖH ve zayıflayan sömürgecilik biçiminde devam ediyordu. AKP şahsında sömürgecilik yok olmakla yüz yüze gelmiş bulunuyordu. Üstelik Bakur’un yanı başında inşa edilen
yeni bir devrim gelişiyordu. Kürdistan’ın en küçük parçası olan Rojava, Kürdistan’ın tarihini değiştiyordu. Kürt halkı uzun bir tarihsel aralıktan sonra ilk defa statü sahibi ve yönetim gücü haline gelmişti. Şimdi AKP’nin hedefinde Bakur’da sınırlayamadığı KUÖH’ü ve mücadelesini Rojova’da sınırlandırmak vardı. Ne var ki AKP yine ve yeniden başaramadı. Kobanê Zaferi, Rojava Devrimi’nin garantörü oldu. 7 Haziran seçim zaferi ise, adeta
rejimin iflasını belgeliyordu. Rejim, kendi tarihsel varoluş hakkını yitirmek üzereydi. AKP, ise rejimi ayakta tutabilmek için yeniden savaşı başlatmak zorundaydı. İşte bu yüzden, Suruç Katliamı ile başlayan sa-
vaş, kendilerinin de ifade ettiği gibi AKP için “ölüm-kalım” savaşıdır.