Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda

Adına Türkiye denilen siyasi coğrafyada, cemaatler, islami topluluklar ve politik islamcı örgütler her daim siyasal mücadelenin içerisinde, politik bir özne olarak yer almıştır. İlk kökleri Osmanlı Devleti’ne kadar uzanan politik islamcı örgütler ve cemaatler, cumhuriyetin ilan edildiği ilk yıllarda kısmi bir sınırlandırmaya maruz kalmış olsalar da, bütün siyasal tarih boyunca etkin bir özne olarak varola gelmişlerdir.

Ancak en baştan belirtmek gerekir ki, bu coğrafyada politik islamcılığın temsilcisi olan örgüt ya da cemaatler değişik bölge ve coğrafyadakilerin aksine neredeyse hiçbir zaman “muhalif veya devrimci” bir karakter kazanmamıştır. Aksine bu cemaat ve örgütlerin en karakteristik özelliği devletçi ve iktidarcı bir tutumla varlıklarını sürdürebilmeleridir.

“Cemaat Devleti”

Türkiye’deki cemaat örgütlenmesine daha yakından bakacak olursak esasen iki ana damar üzerinden geliştiklerini görebiliriz. Hemen hemen bütün örgütler ve cemaatler, gelenek olarak bu iki eksenden birisine ait olduklarını vurgulamaktadırlar. Bu geleneklerin başında “Başbakan ve Cumhurbaşkanı yetiştiren cemaat” olarak anılan Nakşibendi Tarikatı gelmektedir. Bu tarikatın en belirgin liyakati şeyhe bağlılıktır. Şeyh öğretisi Nakşi’liğin en belirgin öğesidir. Nakşibendilerin kurucu şeyhi Mehmet Zahid Kotku’dur. Bu geleneğe bağlı cemaatlerin başında ise İsken-derpaşa cemaati, Süleymancılık ve Işıkçılık gelmektedir. İkinci belirgin cemaat geleneği ise Nurculuk’tur. Anadolu’daki sünni İslam’ın temsilcisi olduğunu iddia eden bu geleneğin öğretisi Said Nursi tarafından geliştirilmiştir. Risale-i Nur Külliyatı bu geleneğin üzerinde uzlaştığı öğretici teorik eserdir. Bu geleneğin içerisinden çıkarak kendisini “neo-liberal” ekonomik ve siyasal ihtiyaçlara göre örgütleme başarısı gösteren Fettullah Gülen Cemaati, en belirgin güç olarak aradan sivrilmeyi başarmıştır.

Cemaatler Öne Gülenciler En Öne

Politik islamcı örgütler ve cemaatler, her siyasal iktidarın etekleri altında kendisine yer açmayı başarabilmiştir. Si-
yasal iktidarlar ise cemaatler aracılığıyla toplumsal hegemonya alanlarını genişletmeyi, kadrolar devşirmeyi ve de sayısal olarak “oylarını arttırmayı” hedeflemişlerdir. Bu tarihsel serüvende DP iktidarı, cemaatler için bir sıçrama tahtası olarak değerlendirilebilir. Nakşibendi Tarikatı DP’nin iktidara gelmesi ile birlikte örgütlenme ve toplumsal meşruiyet alanınıgenişletmiş, bir çok önemli kadrosunu da parlementoya yerleştirmişrtir. Ancak DP, doğrudan bir cemaat örgütlenmesi değil, belirli iktidar ve çıkar ilişkşileri sonucunda cemaatlerle ittifaka yönelmiş siyasal bir partidir. 1970’li yıllar ise politik islamcı örgütler ve cemaatler için daha geniş bir taban kazanma mücadelesinin verildiği yeni bir dönem olarak belirdi. Özellikle gençlik içerisinde MTTB (Milli Türk Talebe Birliği), politik islamı gençlik kitlelerine taşıyan örgüt olarak öne çıktı.

Milli Selamet Partisi (MSP) ise cemaatlerin doğrudan etkinlik sahibi olduğu ve bir anlamda cemaatlerin siyasal temsilciliğini üstlenen yeni bir siyasal parti olarak tarih sahnesindeki yerini aldı. Her siyasal iktidarın mutlak ama mutlak bir biçimde ilişkiilendiği ve birçok milletvekili çıkartmış olan İskenderpaşa Cemaati’nin de bu dönem içerisinde gelişip güçlendiğini belirtebiliriz. 12 Eylül darbesi karşısında da cemaatlerin tavrı bütünlüklü olmaktan uzaktır. Gülenciler darbeyi tereddütsüz desteklerken, Nurcuların bir kısmı ve Nakşibendiler mesafeli davrandı. Ancak hiçbiri darbeyi karşına alacak bir tutum içerisine girmedi. 1990’lı yıllarda cemaatlerin buluştuğu yeni siyasal parti ise ANAP’tı. Turgut Özal’ın kendisi Nakşibendi tarikatının üyesiydi. RP ile birlikte cemaatler kendi öznel tarihleri boyunca hiç olmadığı kadar iktidara yakınlaştılar. İlk defa devletin yönetim mekanizmalarını bu ölçüde kullanma olanağı elde ettiler. Ancak 28 Şubat 1997’de Sincan’da yürüyen tanklar , cemaatlerin kendilerini yeniden yapılandırması gerektiğine dair büyük bir alarm zili oldu. Rejimin ihtiyacı olan, yüzü kendisine dönük, dünya pazarının ihtiyaçlarını karşılayamayan cemaatler değil, neoliberal dünya sistemine kolaylıkla entegre olabilecek, emperyalist sermayeye ayak diremeyecek ve “modernite”nin içerisine yerleşebilecek yeni ce-maatlerdi.

Artık Nakşibendi geleneği günün ihtiyaçlarına eskisi kadar güçlü yanıtlarüretemiyordu. İşte AKP ve Gülen cemaati, bu misyonu üzerlerine almayı kabul eden iki özne olarak belirdi. AKP’nin iktidara gelişi ile de Gülen cemaatinin yürüyüşü hız kazandı ve sıçramalı bir gelişimle Türkiye’nin en büyük cemaati haline dönüştüler. Her alanda yetiştirelen kadrolar, rejimin neoliberal restorasyonunda önemli görevlere getirildiler. AKP’nin iktidarının
kurumsallaşmasında Gülen Cemaati en önemli güç olarak, bütün imkanlara erişti. İki özne arasındaki çelişkilerin yönetilemez hale geldiği ana kadar bu ittifak en güçlü biçimde sürdürüldü. Ancak belirtmek gerekir ki, AKP için Gülen Cemaati hiç bir zaman tek alternatif olmadı. Başta Nakşi geleneğinden gelen cemaatler olmak üzere, AKP iktidarı bütün cemaat ve tarikatlarla ilişkilenmeyi ihmal etmedi. Bu cemaatlerden azımsanmayacak bir kadro ve mali güç yaratmayı başardı.

AKP’nin Cemaatleri

NURCULAR: Hizmet Hareketi’nin de ilham kaynağı olan Said Nursi’yi ‘üstat’ kabul eden, eseri ‘Risale-i Nur’ları okuyanların genel adı: ‘Nurcular’. Yeni Asya, Yeni Nesil, Okuyucular, Yazıcılar, Kırkıncı Hoca gibi gruplarla anılıyorlar.

MENZİLCİLER: Adıyaman’ın Menzil Köyü’nden adını alıyor. Türkiye’nin en yaygın gruplarından. ‘Semerkant ve Bilvanis’ grupları olarak da biliniyorlar. TÜMSİAD adıyla son dönemde güçlenen işadamı dernekleri var.

İSKENDERPAŞA: AKP’nin öncü kadrolarının birçoğu bu ekolden geliyor. Cemaatin önderi Nurettin Coşan’dır.

İSMAİLAĞA GRUBU: Fatih Çarşamba ile özdeşleşen, sarık, cüppe gibi kıyafetleriyle dikkat çeken bir grup. Şeyh postunda Mahmut Ustaosmanoğlu oturuyor.

ERENKÖY GRUBU: Erbilli Mehmet Esat Efendi’nin Erenköy’de aldığı köşk ile temelleri atıldı. Nakşibendi geleneği içerisinde yer alıyor. Esat’ın halifesi Mahmut Sami Ramazanoğlu tarafından cemaatleştirildi denebilir.

SÜLEYMANCILAR: Öğrenci yurtları, Kuran kursları aracılığıyla Türkiye ve dünyanın çeşitli bölgelerinde varlıklarını sürdürüyorlar. Kurucuları Süleyman Hilmi Tunahan’dan dolayı ‘Süleymancılar’ olarak biliniyorlar.

YAHYALI GRUBU: Kayseri Yahyalı merkezli Nakşibendi ekolüne dayanıyor. Adını Yahyalı Hacı Hasan Efendi’den alıyor.

KADİRİLER: Kadiri tarikatı farklı kollara ayrılmış durumda. İstanbul, Ankara, Düzce’de yoğunlaşan ‘Muhammediye’ kolunun başında Seyyid Muhammed Ustaoğlu bulunuyor.

HALVETİ ŞABANİYE GRUBU: Halveti tarikatı içerisindeki en aktif grup. Şeyhlik postunda Mehmet Dumlu oturuyor. Kadın-erkek birlikte zikir törenlerine katılabiliyor.

TİLLO VE NORŞİN ŞEYHLERİ: Medrese geleneğinin iki güçlü kolu olarak bilinirler. Tillo şeyhlerinin tercihleri her daim AKP oldu.

IŞIKÇILAR: Hüseyin Hilmi Işık’tan adını alan ve önceki yıl vefat eden Türkiye Gazetesi ve İhlas Holding ile özdeşleşen Enver Ören’le simgeleşen bir hareket.

GALİBİLER: Kadiri-Rufai tarikat geleneğine bağlı. Bir dönem ‘şiş çekme’ ritüelleriyle öne çıkmış, şeyhleri Hacı Galip Hasan Kuşçuoğlu’ndan dolayı ‘Galibiler’ olarak da adlandırılan bir grup.