Politik Bir Etkinlik Olarak Eğitim – Apaz Kuzey

Eğitimin bir ihtiyaç olarak ortaya çıkışına, süreç içerisinde değişimi ve dönüşümüne bir göz atarsak milattan öncesinden bugüne kadar uzanan bir deneyimler havuzu karşımıza çıkar. Şüphesiz bir üstyapı olarak eğitim, tarihsel olarak birçok disiplin ile diyalektik bir bağ içinde değişip gelişerek günümüze ulaşmıştır. İlk çağlardaki gibi esas olarak deneyim aktarımı rolü oynayan bu yapı sınıflı toplumların ortaya çıkışı ile sınıfsal bir içerik kazanmıştır. Öyle ki birikim aktarımı olarak tariflediğimiz eğitimin esas özelliklerinden biri de artık bir sınıfın diğer sınıf üzerinde kurduğu hegemonya aracı olmasıdır. Tarih boyunca değişen üretim tarzları buna uygun örgütlenen üretim ilişkileri eğitime de ideolojik bir içerik kazandırmakla birlikte bir çok anlayış ve yöntemin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 

Eğitimin bir hegemonya aracı olarak daha fazla hissedilmesi ve çeşitli yöntemlerinin ortaya çıkması ise on dokuzuncu yüzyıl ile başlar. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda esaslı bir değişim olarak kitlesel okul eğitimi ortaya çıkar. Bu dönemde, eğitim devletin desteklediği, düzenlediği zorunlu bir hal alır. Kitlesel okul eğitiminin amacı, yığınları modern sanayi devleti için yetiştirmektir. Toplumsal bir dizayn sağlamayı hedefleyen bu eğitim tarzı aynı zamanda sistemin sürekliliğini sağlamak içinde oldukça önem taşır. Ulus devlet değerlerine uygun şoven kitleler yaratılacak, bu ideolojik faaliyet şüphesiz bir politik iktidar alanı oluşturacaktır. 1935’te Eğitim Bakanlığı’nın emri ile Alman halkının geleceği için ırk ve soya çekimi önemle vurgulamak ve öğrencilerin Nordik değerlerin taşıyıcısı olan Alman ırkına mensup olmaktan ötürü gurur duymalarını sağlamak üzere altı yaşından itibaren ırk öğretiminin başlatılması için özel buyruklar verilmesi, 1920’ler de ABD de olan vatanseverlik dersleri ve halen uygulamada olan “Milli” eğitim bakanlıkları bu uygulamaların ilk sistematik örnekleridir.

Egemenlerin hegemonya aracı olarak eğitim

İnsanlar kendilerini, nesneleştirdikleri dünyadan ve kendi etkinliklerinden ayırarak, özneleşirler ve böylelikle kendilerini sınırlayan durumları aşabilirler. İnsanın bu aşma durumu ise özgürleşmesinin önünde engel olarak duran edilgen duruma müdahale etmesi ve eleştirel, etken bir pozisyon ile hareket etmesidir. Gerçeklik bu şekilde dönüştürülür, önceki durum geride bırakılırken yeni durumlar ortaya çıkar ve onlar da yeni müdahalelerin ortaya çıkmasında etkin olur. Bu ilişki, diyalektik bir şekilde ilerleyerek insanın kendini sürekli olarak yeniden var etmesini sağlar. Bu sayede insan, nesnel durumlarla özgürce karşı karşıya gelir. Bu karşılaşma durumu düşünce ve eylem birliği sayesinde anlam kazanır. Praksis; “teori ile pratiğin diyalektik olarak birbirlerini etkiledikleri, dünyanın dönüştürülmesini sağlayan bilinçli eylem” tam da bu durumdur. 

Özgürlük için çaba göstermeyen, egemen kültüre biat etmiş ezilenlerin yaşama durumunu Freire, sessizlik kültürü olarak tarifler. Sessizlik kültürü içinde yaşayan insanların, özgürleşmek adına yerine getirmek istedikleri bir bilinçleri yoktur. Evcilleşmiş halde, kendilerine sunulanı olduğu gibi kabul eder, ezenlerin çıkarlarına hizmet eden düzeni açık seçik göremez ve sürüvari bir toplumsal yaşama itaat ederler. Bu insanlar, içinde bulundukları durumu dillendirecek bir sese kulak vermedikleri gibi, kendi vicdanlarının sesini dinlemeyi de reddederler. Bu kültür içinde yaşayan insanlar, sömürünün ürünü olan çektikleri çilelerin sebeplerini ya kendilerinde bulurlar ya da metafizik yaklaşımlarla dogmalaştırırlar. Bu sessizlik kültürü sağlayıcısı ve güvencesini ise şüphesiz eğitim oluşturur. Geleneksel eğitim böyle bir yapıya sahiptir ve insana bilinçli bir yaşam sunacak temellerden bilinçli bir şekilde yoksun bırakılmıştır. Bu biçimi Gramsci ve Freire bankacı eğitim olarak tarifler. Bu modelde eğitim, bir tasarruf yatırımı olarak düşünülür. Öğrenciler yatırım nesneleri, öğretmenler ise yatırımcıdır. Öğretmen, iletişim kurmak yerine ezberler yaratır ve öğrencilerin sabırla aldığı, tekrarladığı yatırımlar yapar. Geleneksel eğitim sisteminde anlatılanı mekanik bir şekilde ezberleyen öğrenci, öğretmen tarafından doldurulması gereken kaplara dönüştürülür. Öğretmen kapları ne kadar çok doldurursa o kadar iyi öğretmen, kaplar ne kadar doldurulmalarına izin verirse, o kadar iyi öğrenci olunur. Bankacı eğitim modelinde yaratıcılık, dönüşüm ve bilgi yoksunluğu yüzünden insan, adeta rafa kaldırılmıştır. 

Bu sistemde kişinin iradeleşmesi, var olan durumu dönüştürecek bilinçli eylemde bulunması imkânsızdır. Mekanik, dogmatik bir bilinç tasarlayan bankacı model, öğrencileri alıcı nesnelere dönüştürür. Öğrenciler kendilerine biçilen öğrenen misyonun tamamen kanıksadıkça, dünya ve gerçekliğin sadece kendilerine gösterilen tarafını fark edebilirler. Bu anlayışla hareket eden bir eğitim, yaratıcılığı ortadan kaldırır ve insanı bir kukla olarak düşünür. 

Bankacı eğitim modelinde bilgi, öğretmenlerin, öğrencilere verdikleri bir hediyedir. Oysa bilgi, değişen tarihsel koşullara bağlı olarak oluşturulan aktif bir sürecin ürünüdür. Buna bağlı olarak öğrenciler bilgiyi pasif bir şekilde olduğu gibi alan bireyler değil, onu aktif bir biçimde oluşturanlardır. Dolayısıyla bilgi, buluş ve yeniden buluş yoluyla, durmak bilmeyen, sürekli, interaktif bir şekilde geliştirilecek bir sürecin ürünüdür. Öğrenciler kendilerine yüklenen malzemeyi istiflemekle ne kadar çok meşgul olurlarsa, dünyayı dönüştürme gücünden ve eleştirel bilinçten de o kadar uzaklaşırlar. Öğrencilerin yaratıcı gücünü asgariye indiren bankacı eğitim modeli, dünyanın dönüştürülmesini istemeyen ezenlerin çıkarına hizmet eder. Böylece de egemenliğin pratiği haline gelir. Egemen tarafından tasarlanan kalıplara uygun hareket edecek kişilerin yetiştirilmesi, ezenlerin çıkarlarının teminatıdır. Ezilenlerin bilinci gelişir ve içinde bulundukları düzenin yaratıcısı ve aynı zamanda kölesi olduklarını fark ettikleri halde, ezenlerin huzuru bozulur çünkü huzurları ezilenlerin ne ölçüde kurallara uyduklarına ve dünyayı ne kadar az sorguladıklarına bağlıdır.

Freire’nin Problem Tanımlayıcı Eğitim Modeli

İnsanların dünyayı nesneleştirmelerini ve onu eleştirel bir bakışla değerlendirip değiştirmek için eylemde bulunmalarını sağlayacak bir yapıya sahiptir. Bu eğitim modelinin amacı öğrencilerin eleştirel düşünebilme becerisi edinmesidir. Öğretmen bilgiyi depolama yoluyla değil, öğrencinin eleştirel yeteneklerine odaklanarak öğrenmesini sağlar. Öğretmen sorular sorarak, konuları problem haline getirerek öğrencilerin düşünebilme kabiliyetlerini geliştirir. Oluşturulan demokratik ortamda, özgür eylemleriyle kendini, içinde bulduğu dünyayı, eleştirel bir bakışla değerlendiren öğrenciler, dünyanın durağan değil, zaman içinde değişen bir gerçeklik olduğunu algılarlar. Problem tanımlayıcı eğitim modelinde, öğretmen ve öğrenciler, düşünme etkinliğini eylemden koparmadan, aynı anda hem kendileri hem de dünya hakkında düşünürler ve böylelikle düşünme ve eylemde bulunmanın gerçek bir biçimini oluştururlar. Düşünme ve eylem birliğini oluştururlar. Eğitim, praksis içinde sürekli yeniden oluşturulur. “Praksis’e dayalı bir eğitim, insanın çevresini saran materyaller üzerinde eylemde bulunmasına ve onlar üzerine onları dönüştürmek için düşünmesine izin veren bir eğitimdir.” P.Freire Bu eğitim anlayışı içerisinde insan, kendisini olmuş bitmiş bir varlık olarak değil, yetkinleşme yolunda, süreç içinde bir varlık olarak değerlendirir. 

Problem tanımlayıcı eğitimin, başlıca özelliklerinden biri de egemenliğe tabi kılınmış ezilen insanların kurtuluşları için mücadele etmektir. Bu amaca ulaşmak için de problem tanımlayıcı eğitimin, öğretmen ve öğrencileri, otoriterliğin ve yabancılaşmanın kıskacından kurtarması ve eğitim sürecinin özneleri haline getirmesi gerekir. Bu anlayışla yetiştirilen bireyler, ezenlerin çıkarlarını değil, ezilenlerin içinde bulundukları durumları değiştirmeleri gerektiği anlayışını savunurlar.

Objektif değil aksine ezilenlerin tarafından hayata bakan bir etkinlik olan eğitim, aynı zamanda politik ve ideolojik bir araçtır. Eğitim, politik bilinci oluşturan ve işlevsel hale getiren bir süreçtir. Dolayısıyla eğitimcinin de politik netliğe sahip olması gerekir. Çünkü eğitim kişinin kendisine dışarıdan empoze edilen talimatları olduğu gibi almasına yarayan bir araç değil, kişinin kendi niyetlerini, yaratıcı gücünü ve eleştirel perspektifini ifade etmesi için bir araçtır. Özgürleşmenin esasına farkında olma ve müdahale etme biçimi olarak kavradığımızda eğitimi politik bir etkinlik olmaktan çıkarmak dünyayı anlaşılmaz kılacak son kertede bankacı eğitim modelinden farklı bir sonuç olmayacaktır.

Politeknik Eğitim

Sovyetlerde eğitim, marksist bir bakışla bilimsel ve teknolojik devrimin ihtiyaçlarına göre şekilleniyordu. Eğitim anlayışının oluşumunda Marx’ın yabancılaşma üzerine çalışmaları temeli oluşturuyordu. Bu anlayış politeknikleşmede vücut buluyordu. Yunanca’dan ‘çok yönlü teknik ve beceri’ olarak çevirebileceğimiz politeknik eğitim, gençlere bütün üretim alanlarının ana ilkelerini tanıtıyor ve bu alanlarda basit araçların kullanılması imkanını sağlıyordu.

Kapitalizm merkezli eğitim sistemini sosyalist eğitim sisteminden ayıran en büyük farklardan olan bu anlayış sonucunda zihin ve beden emeği arasındaki karşıtlık ortadan kalkarken kişilerin çok yönlü gelişimi hedefleniyordu. Çünkü kapitalist üretim sisteminin kaçınılmaz bir sonucu yabancılaşmaya, işçiler daha sınırlı beceriye ihtiyaç duymaktaydı. İşçilerin sadece belirli yetenekleri gelişirken diğer yetenekleri körelmekteydi. ‘Politeknik’le beraber insanlar, belli işlerde köle gibi çalışma zorunluluğundan kurtulup, istediğinde çalışma dalını değiştirme yeteneği kazanmalıydı. Sovyetlerin çeşitli bilim, sanat gibi bir çok disiplinde gelişmesinin en önemli belirleyeni politeknik eğitim anlayışının uygulanmasıydı.

Politik Özgürlük Sorunu Olarak; Gençlik ve Demokratik Eğitim

Eğitimin kendisinin örgütlenen devlet modeli ile yakın bir ideolojik ilişki içinde olduğu, politikadan bağımsız değil politikayla doğrudan bir bağı olduğunu söyledik. Tüm iktidarların kendi nesillerini, kendi kültürlerini yaratmak ve bu hegemonyayı istikrarlı bir şekilde sürdürmek için eğitime özel bir rol biçtiği açık. Eğitimin politik olması veya politika yapmanın bir biçimi olması esasında bir sorun teşkil etmez. Eğitimin niteliği ve amacı kişinin özgürleşmesine, kendini ve dünyayı tanımasına değil var olan sınıfsal dairelere kişiyi hapsetmek, kişinin zihnine duvarlar inşa etmek üzerine kurulduğunda sorun teşkil eder. Yani her alanda olduğu gibi eğitimde de “tarafsızlık” gibi bir durum söz konusu olamaz. Tarafsız olan bir eğitim egemen ezberlerin sınırlarını aşamaz. Bu eksende eğitim alanında gelişen hareketler politik özgürlük hareketleri olarak tariflenecektir. Öğrenci hareketinin bugüne kadar öne çıkan talepleri de eğitimin politika ile olan yoğun ilişkisini gözler önüne seriyor; özerk, demokratik, ana dilde, parasız eğitim gibi taleplerin bir çok ülkede öne çıkması tesadüf değil tamamen iktidarların politik karakterlerinin bir sonucudur. 

Türkiye’de de öne çıkan bu politik talepler Türk devletinin ulusal, tekçi, faşist karakteri ile doğrudan bir sebep sonuç ilişkisi içinde ortaya çıkar. Bu eksende gelişen akademik-demokratik mücadelenin özgünlüğü de göz önünde bulundurularak toplam bir politik özgürlük mücadelesinden yalıtılmış düşünülmesi politik sığlık ile açıklanabilir. Dolayısıyla 68’den bugüne akademik-demokratik talepleri ile öne çıkan öğrenci hareketi toplam bir politik mücadele ile iç içe geçmiştir. Gençlik hareketinin yaşam tarzına, faşist baskılara karşı kendi cephesinden bir halka tutması şüphesiz toplam bir politik özgürlükler mücadelesinin can damarlarından, dinamiklerinden biridir.

KAYNAKLAR

K.Marx – Feurbach Üzerine Tezler 

J. Spring Özgür Eğitim 

P. Freire – Ezilenlerin Pedagojisi